Beklentiler daima üzer derler. Sahiden de öyle midir? Benim hayattan beklentim, artık beni daha fazla beklenti içine sokmaması herhalde... Elimi havaya kaldırdığımda ve ona baktığımda göremiyorum. Güneş öyle bir vuruyor ki sanki elim hiç yokmuş gibi... Görmediğim için hissedemiyordum da. Sadece güneşin ışıklarını ve gözlerimdeki parıltıyı hissedebiliyordum. Ama sağ elim yoktu. Hiç olmamıştı ve bunun eksikliğini çekmemiştim. Bunun insanda ürpertici hisler oluşturacağını düşünsemde hemen geçen şeylerdi bunlar. Çünkü elimi aşağı, dizlerimin üstüne indirdiğim an düzeliyordu. Elim yeniden varolmuş ve ben hiç o az önceki saçma düşünceleri düşünmemişim gibi. Şimdi de aynısı oldu işte.
Depresyonlu halimi acınası bulsam da içimden bir ses bu halimi kabullenmem gerektiğini söylüyordu. Yapacak en küçük bir işin olmayışı da canıma tak etmiyor değildi. Derken bu düşünceler eşliğinde elim ceplerime gitti. Yanıma her zaman olduğu gibi aynı zamanda, aynı saatte aynı şekilde yaklaşan seyyar satıcı her zamanki kahvaltımı hazırlamış bankın üstüne bırakmıştı. Bende aynı şekilde ücretini uzattım. Banktaki kahvaltımı pakedinden çıkarır çıkarmaz satıcı uzaklaşmaya başlamıştı. Her zamanki menümden biraz farklıydı. Bugün muzlu süt yerine portakal suyu içiyordum. Ancak geri kalanlar aynısındandı, fıstık ezmeli sandwich, kaşarlı poğaça ve bir muz. Şu sıralar dikkat ettiğim tek şey kahvaltıydı zaten. Onu da evimde değil, dışarıda yiyordum. Ailemden uzakta olmak, farklı bir yaşam sürmek beni zorlamamıştı ancak her gün farklı hissetmemi sağlıyordu. Nedense her gün uyandığımda acaba bugün nasıl hissedeceğim diye sorgulamaya başlamıştım ve hayırlısı neyse o olsun diyip geçiştiriyordum. Çünkü bu karar verilmesi gereken bir karardı. Hedeflerim vardı. Artık büyümüştüm. 20 yaşındaydım. Buna ek olarak bir Chuunindim ve daha yakışıklıydım.. Ah evet! İşin en önemli kısmı da zaten bu!
İlk olarak kaşarlı poğaçamı yemeye başladım bu sırada da düşünüyordum. Düşünmeye hep şu an olduğu gibi boş vaktim kalmıyordu. Defansif Doton teknikleri ile ilgili bir araştırmam vardı. Üstünde yoğunlaşacaktım fakat tüm bu düşüncelere daha başlayamadan veda etmiştim. Evet... O gelmişti.. Aynı saatte, aynı yerde! Sapsarı saçları, mas mavi gözleri! Bebek gibiydi! Aklım başımdan gitmiş, onun yanına konmuştu. Kalbim deliler gibi atıyordu. Elimdeki poğaçanın bittiğini anlayamayacak kadar şaşmış kalmıştım. Kendimi tutmam yersizdi daha fazla. Yerimden doğruldum, Önce sağa baktım, sonra da sola. Tam önümde duruyordu. Ona doğru koşar adım ilerledim. Sadece onu düşünüyordum, sadece onu. Ona odaklanmıştım! Bu sefer olacaktı. Onunla konuşma fırsatı bulacaktım. Bu cesareti kendimde bulacaktım. Bunu yapamazsam kendime shinobi de diyemezdim! Derin bir nefes aldım, gözlerinin direk içine baktım.
"Günaydınlar efendim! Düşündüm de son zamanlarda hep burada takılıyorsunuz. Ee haliyle ben de sizi hep görüyorum. Bir merhaba demezsem ayıp etmiş olurum diye düşündüm!" Bu şekilde bir başlangıç yapmak... Bana yakışmıştı doğrusu. Tam gaz devam ettim:
"İsmim Yuuto Akane!"