Yahiko ormanının eşsiz güzelliği arasında kamufle olmuştu Daiki. Umutsuz yağan yağmurların bile giremediği bir yerdi orası. Yalnız ama bir o kadarda mutlu, sessiz ama bir o kadarda eğlenceli... Tam anlamıyla sevilesi bir yerdi. Daiki'nin sarayıydı burası. Uçsuz bucaksız bir alandı. Arada bir şeytanlar burada insan avına çıkardı. Görev aşkıyla yanıp tutuşma kavramını yanlış anlayıp masum insanları sorgusuz, sualsiz zindanlara kapatırdı bu şeytanlar.
Gün solgun, saat uyku dolu, sadece acılı insanların uyanık durabildiği kadar geç bir zaman. Ormanın içi tamamen karanlık. Uzaklardaki ateş böceklerinin ışığının yayılmasını dallar, göklerdeki yıldızların parıldayışını gece kadar kara bulutlar engelliyor. Daiki uyanık, Daiki sıkkın... Tam o sırada gözlerine bir siluet çarpıyor Daiki'nin. Uzun birisi, acaba avcı bir şeytan mı karşısındaki? Yoksa yine tesadüfi karşılaşılmış bir kaderin nazımı? Soru bol, cevap neredeyse hiç yok.
"Karanlığın içinde kamufle olmuş bir başka benlik. Boş zihinlerden çok daha iyi bir şekilde dünyayı görebilen bir çift göz. Karanlığı seven, aklığın gerçek kötülük olduğunu sezen bir insan. Ne kaderdir ki bizi karşı karşıya getirdi."
Siluetin ağzından çıkıyor bu sözler. Sesi boğuk ama karizmatik. Bir gölgeden farksız gözüken adamın konuşmasıyla Daiki gülümsemişti. İçindeki heyecanın dışa taşmasından oluşmuştu bu ufak gülümseme.
"Sözlerin güzel ve edebi. Fakat ne sen tanırsın beni ne ben tanırım seni. Bekle karanlığın dinsin etkisi. Yüzlerimizi görelim birbirimizin."
Diyerek heyecanlı yapısını hiç belli etmemişti Daiki. Konuşmanın kontrolünü eline almayı severdi ve bu sözleri kontrolü kazanmasını sağlardı insanlığın geneline karşı söylendiğinde. Fakat karşısındaki siluet apayrı biriydi. Konuşmanın kontrolü için bir çekişmeye girmişlerdi.
"Belki gözlerim tanımaz seni fakat ruhum bilir o eşsizliğini. Seni rakibim olarak görüyorum. Daha zeki olanın kazandığı bir düello dayız ve daha yeni başlıyoruz... Şu sözlerimi normal zekadaki sıradan insanlara söylesem deli sanarlardı beni. Ama sen farklısın anlamışsındır ciddiyetimi."
Demişti gölge adam. Saçma birkaç laf söylemişti. Madem bu kadar zeki birisiydi, neden amacını belli ederdi? Neden seni rakibim olarak görüyorum demişti? Daiki bunun üzerine 5 saniye boyunca düşündü. Ciddi bir şekilde rakibi olarak görmüyor olmalıydı Daiki'yi. O zaman geriye tek bir ihtimal kalıyordu bu deli saçması sözlerin açıklaması için. Bu adamın canı sıkılmıştı. Hayır, hayır can sıkıntısı tam olarak tanımlayamazdı bu adamı. Bu adam yalnızdı ve yalnız olmayı sevmiyordu. Aşırı zeki olanların istemsizce edindikleri bir özellikti yalnızlık. Daiki ve bakıldığında zeki denilebilecek herkes yalnızdı. Kimileri severdi bu yalnızlığı, kimileri ise dışlardı. Daiki seviyordu yalnızlığını, karşısındaki gölgelerin arasında ilerleyen adam ise nefret ediyordu bu yalnızlıktan. Hem bu kadar birbirine benzeyip hemde bir o kadarda zıtlardı birbirlerine. Daiki derin bir nefes aldı ve sakince konuşmaya başladı.
"Farkına vardım ciddiyetinin. İsmin nedir yabancı? Benim topraklarımda bana meydan okuyabilecek kadar cesur olan sen, ismin nedir?"
Demişti karanlıkta siluetin yüz kısmına bakarak. Karanlıkla göz teması kuracaktı ki konuşması etkili olsun.
"Daruen'dir adım. Ve bu topraklar -ki al senin olsun- yenileceğin yerdir."
Diye atılmıştı Daruen. Daiki heyecanla dolu gülen yüzüyle karşılayacaktı Daruen'in laflarını.
"Oyun başlasın o zaman."