Evdeki şerefsiz kuşla atışmaktan zaman olayını tam sindiremedim sanırım bu tekniğin. Bitti bitecek diyorum, saniyede 49735 kelime söylemeye kasıyorum, inatla cevap veriyor kuş emmim bana.
"Kurt mu?..." diye sordum ellerime konuvermiş pırpır kuşa.
"Kurt mu varmış la bizim Kushina'da?" diye de devam ettirdim fakat bu kısım daha çok, kendi kendime konuşuyormuşum gibi çıkmıştı. Kafamda yaptığım bir iki saniyelik analiz ve de kuşun her lafının deli saçması olduğunu hatırlayışım sonrası
"Amaan!" diyerek omuz silktim ve tek elimle kaldırdım kuşu kafama doğru. İyice suratıma yaklaşmış olmasından mütevellit, bir de inceledim tipsizi. Aslında tatlı da bir şey lan, Ishi'nin tek tip renkleri arasında feci dikkat çekmelik bir rengi var. Yere pata küte dalmaktan ağzına sıçmış rengin gerçi ama neyse, neden aynı anda hem tatlı hem de salak olmak zorunda ki? İç çekerek tepeme yerleştirdim kuşu ve dediklerini dinlemeye başladım.
Bit diyor, kene diyor, neyse ki kırım kongo demiyor. Bir de üstüne ya kanamalı ateş deseydi? Eyvah eyvah!
"Bit değildir onlar ya.. Geçen bizim mahalledeki Okama barında epey cozuttuydum biliyon mu? Altıncı şişeden sonrasını hatırlamıyorum ama sabah uyandığımda üstümde sadece deri pantolon vardı en darından. Kafam yüzüm gözüm de sim içindeydi. Kesin simdir onlar senin gözün görmüyordur." Diye cevap verdim ama bu sefer de bok diyor püsür diyor!
"Bak o da mısır gevreği olabilir ha. Dün kahvaltıda evdeki pezo kuşla kavga ediyordum da. Tişörtüme saçıma başıma girdi hep. İşte sabah banyomu nihayete erdirebileydim pür-i pak olacaktı kafam. Ah Nishi Ah..." tekrar bir iç çektim. Yarısında kuş civklemeye başladığı için, gene kendi kendime söylemiş bulundum sözcüklerimin yarısını. Çok geçmeden horultu bile gelmeye başlamıştı tepemden. Sik kadar boyuyla neresindeki ciğerden çıkarıyordu bu sesi? Artık doğa ananın mı, Kami-sama’nın mı bilmem, birilerinin mucizesiydi işte bu.
En güzelinden bağdaş ettim bacaklarımı, dirseklerimi de dizlerime koyup ellerimi yüzüme dayadım. Madem çevrede kayda değer yaşam izi falan yok, böyle sessiz sessiz oturayım da hayatın anlamını çözeyim demiştim ama yapamadım. Rahat duramadım. Nishi’m hep diyor ya hani
“Götünde kurt mu var la amk bebesi?” diye, hah işte haklı diyor tatlı dillim. Şu an değil kurt, solucan bile olabilir götümde. Oturduğum bölge de göz önünde bulundurulursa... Bu nasıl bir sıkıntı, bu nasıl bir dayanamamazlık?!
“Memeler baş kaldırmış kavuşmuyor düğmeler~” diye mırıldana mırıldana kuşun sıçtığı yeri çitileyeyim belki çıkar dediydim, nasıl kaptırmışsam alev çıkıyordu tişörtten! Az sağımla soluma göz gezdireyim, cidden kurt murt zurna var mı göreyim dediydim… Kafamı savursam kuş nereye kadar fırlar, onu düşünürken buldum kendimi. Bir de acıktım ki sormayın, midemdeki gümbürtüye kuş uyanıp korkudan kaçsa yeridir. Şimdi bir çiftli ekmek olacaktı, Nishi’m onu cart diye ikiye bölecekti. İlk önce çikolata sürecekti arasına, onun üstüne de fındık ezmesi! Ekmeğin diğer yarısını üstüne kapatıp elime tutuşturacaktı
“Hadi git top oyna şimdi” diye… İki dakikada annem yaptım herifi. LAN YETER! TAMAM DİNLENDİM BEN CİDDEN YETER! Çakram falan şeyolmadı mı artık, geçmedi mi malum süre? Gene Doubutsuhen ile çılgın atabiliyor muyum, hı? Çakıyorum ben bu tekniği tekrar aga! Çakmadan önce de tepemdeki kuşu nazik ve de narin ellerimle yavaşça indiriyorum bacağıma ki karşımda dursun şerefsiz.
“Ses… Se… Deneme Bir-Ki… Ses…” diye bir süper kontrol yapacağım ilkten. Gene ortamlara akabilmişsem de Kuş reyizi gazlayacağım
“Bu sefer kurbağa bulmama gerçekten yardım edersen en beleşinden ve tazesinden mısır gevreği ısmarlayacağım sana bizim mekanda!” diye.