Rüzgardan mı form almıştı, yoksa sadece bir şekilde benim bilmediğim bir görünmezlik tekniği mi kullanmıştı başında belirsiz. Ama kaslarının kasılmaları, sanki bütün vücudu kıkırdakmış gibi bir etki veriyordu. Sudan çıkmış bir balığın, korkudan yoksun çırpınmaları gibi; sakin ve ani.
Metafor korkuyu yenmene yardım etmiyor Mao. Kendimle tartışmam doğaldı, çünkü hikayelerdeki gûl'lar da böyle garip hareket ederlerdi zaten. Çok titreyen, normal yürümeyen insanlara gûl girmiş derlerdi bizim orda zaten. Gerçi bunun derdi bana girmekten çok, fiziğimi iyice okuyup ona göre saldırmaktı. Etrafımda dönerken
gözlerini benden ayırmamış, beni incelemişti.
Ben seni daha uzun süredir inceliyorum. diye içimden söylenirken,- o kadar belli ettiği parçalama isteğine rağmen- beni inceleme gereği duyması cesaretimi toplamama yardımcı olmuştu. Gözleri olmasa da beni
görüyormuş gibi davranıyordu, daha doğrusu beni gördüğü zaten bir soru işareti değildi. Ama beni yüzünün ön tarafıyla incelemişti, açıklarda başka bir göz göremiyordum elbette.
Söyle bakalım Mao, körler nasıl savaşır?Duyarak ve koklayarak! Büyük ihtimalle yerimi biliyordu, bu iki duyusuyla olduğum yere odaklanıp elindeki hedefi tutturma şansı yüksek pıçağı deli gibi sallayacak ve beni parçalamaya çalışacaktı. Kolay, sadece hamlelerden kaçacak ve o mavi tenine sertçe bir hamleyle pa-pa-parçalanmayacağımı gösterecektim.
Derken saldırı başlamıştı, yaratık bütün hızıyla üstüme atılmış geliyordu. Bütün kaslarım gevşerken çakranın gereken yerde gerektiği kadar yoğunlaşması için tekrar kasılmış ve yumruklarımı sıkmıştım.
Ah, akışı... Güzel hissettiriyor, güçlü hissettiriyor!Yaratık yürümüyor, toprağın biraz üstünde levitasyonla süzülüyordu.
Levitasyon güzel kelimeymiş bu arada. Sağ elindeki çift taraflı bıçağı asıl tehlikeyken, boştaki elinin de çok zararsız görünmediği apaçıktı. Ama benim ayaklarım toprağa mıhlanmışken üstüme rüzgar gibi esen bir şey, her ne kadar bir iblis olsa da;
Köyümün ayazı karşısında hiç bir şey! Bıçağın sağdan, eğer engellemesem düşeceği yer boynumdu. Yaratığın hareketleri hızlıydı, ama büyük ihtimalle hazır olduğum için hızı sorun çıkarmamış ve onun kılıcı benimkilerden soldakinin karşılamasıyla bütün momentumunu yitirmişti.
Rüzgara toprak çarparsa ne olur? Açığı istemsizce gerili, vücuduma bitişik duran sağ kolumu yayda gergin duran bir ok gibi düz bir şekilde karın bölgesine sallamama sebep olmuş lakin boş eliyle karşılamasıyla yetersiz kalmıştı.
Derken
yere çöküp ayağımı yerden kesip denge dağıtmak amacıyla çelme denemesi yapmış olsa da yerden kendimi fazla kesmeden kurtulmuş ve fırsattan istifade onu yere mıhlamak için hamlemi yapmıştım.
Nafile. Boş eliyle karşılamış, diğeriyle karşı saldırıya geçmişti bir anda.
Çok yazık, ayağımı yakalamışken tutmalıydın. Onun elinin üstünde duran topuğumun temasından güç alarak arkaya güzel bir takla atmış ve gelecek saldırıyı karşılamak adına tekrar pozistonumu almıştım.
Bu sefer kılıcın diğer tarafını da kullanacak. dememe kalmadan saldırı fırsatını konuşmaya harcamıştı. Hızlı bir hareketle boynumdaki gözlükleri takıp okuduğum her şeyi yazıya geçirme zamanımın geldiğine kanaat geçirmiştim. Çok fazla zamanım olmayabilirdi zira, bu yaranın ne zaman açılacağı belli olmazdı.
Karşımda büyük ihtimalle yorulmayan bir yaratık var, en azından bunun dışında sırasını bekleyen iki tane saymıştım. Hareketleri hızlı, ama yeteri kadar değil. Topraktan güç almıyor ve dengesi çok rahat dağılıyor. Lakin, bütün gücü büyük ihtimalle bu değil. Sabırsızlığı savaşa değil, parçalamaya. Beni en hızlı şekilde alaşağı etmek için bütün gücünü bir sonraki saldırıda kullanacaktır. Ona beklemediği yerden soru soracağım, çünkü ne kokluyor ne de duyuyor. Hissediyor. Verdiğim her nefesi, uzuvlarımın havayı her kesişini."Rüzgar ne kadar sert eserse essin, dağı bükemez." derken el mühürlerine başlamıştım yavaşça düşmanıma bir iki adım atarak, yaratığın o suratındaki delikten konuştuğu yeterdi.
O deliği kapatma zamanı. Mühürler hızla bittiğinde nefesimi toplayıp şu adını yine unuttuğum taş toprak tüküren tekniğimi uygulayacaktım. Beklemediği yerden gelen bu saldırı, büyük ihtimalle ona fazla zarar vermeyecekti. Rüzgarla alışverişi olduğu belliydi, teknikle ağzımdan çıkan toz toprağın onun karşılık vermesinden önce aramızda kalan yaklaşık üç metreyi geçmesini umabilirdim sadece. Zaten attığım tozun toprağın yaratığın hislerini zedelemesini de sadece umabilirdim. Ama eğer yeteri kadar dikkat dağıtıp, ardından saldırıya geçer ve atacağım yumrukta biriktireceğim çakrayı salabilirsem umutla değil de gerçeklerle ilerleyeceğini umabilirdim savaşın.