Yine her zamanki gibi erkenden yatağımdan kalkıp egzersizlerimi yapmıştım. Hiç istemiyordum her sabah daha gözümdeki çapağı temizlemeden işçi gibi çalışmayı ama pek bir seçeneğim yoktu. Bir shinobinin her zaman formda kalması gerektiğini düşünürdüm hep. Bunu kendime bir ilke haline getirmiştim. Galiba rutin olarak yaptığım aktiviteler sadece günlük egzersilerim ve birkaç yıldır yazmakta olduğum romanıma devam etmekti...ayda birkaç sayfaya devam etmek denebilirse tabi. Her zaman hayal dünyası geniş biri olmuştum. Aklımda türlü türlü hikayeler ve karakterler vardı. Kitabımın sonunu çoktan aklımda kurgulamıştım bile. Belki de bu hayal dünyam fazlasıyla ağırdan alarak yazmamın arkasında yatan sebepti. Ne zaman birkaç sayfa yazma düşüncesiyle otursam, birkaç kelime bir şeyler yazıp kalkıyordum. Halbuki saatlerce de oturuyordum o birkaç kelimeyi yazarken ama o sırada aklımdan geçen farklı konular, hikayeler yazmamı engelliyordu. Kitabımı yazmaya başladığımdan beri en büyük problemim bu olmalıydı...odaklanamamak. Belki de yeni bir şeyler denemeliydim. Farklı bir yere gitmem gerektiğini düşünüyordum. Sonuçta ortam değişikliği yardımcı olabilirdi. Ayrıca annem her zaman her şeyden önce kendim olmayı başarmamı söylerdi. Ben ise hala onun kitabına devam ettiği yerde onun ağacının altında kitabımı yazıyordum. Kantou bayırı onun yeriydi. Benim de yazılarımı yazmak için gittiğim bir yerim olmalıydı. Direk evde de yazabilirdim. Ancak ev ortamı her zaman bunaltırdı beni. Temiz hava şarttı.
Nadiren yaptığım bir şey olan ''dışarı çıkma'' aktivitesini yapmak için kendimi ev kapısından dışarı çıkıp sandaletlerimi ayaklarıma geçirmeye başladığımda daha köyün çoğu uyanmamıştı bile. Hafif serin bir hava vardı ve hiç kimse yoktu etrafta. Bu da etraftaki insanların gözü üzerimde olmadan rahat bir şekilde yürüyebileceğim anlamına geliyordu. Kalemimi defterimin arasına koydum ve defteri çantama attım. Kahvaltı yapmamıştım bu yüzden çantama rastgele birkaç yiyecek te koymayı unutmamıştım. Gece yağmur yağmıştı. O anda etrafta sadece sandaletlerimin ıslak çimlerden çıkardığı ses vardı....Kusagakure gerçekten müthiş bir köydü. Her yer yeşildi. Diğer köylere göre çok daha güzel bir yer olduğunu duymuştum bazı insanlardan. Kusagakure'nin eşsiz güzellikte bir yer olduğuna emindim. Ancak diğer köylere göre ne kadar güzel olduğu konusunda bir yorum yapamıyordum. Nasıl karar verilebilirdi ki böyle bir şeye ? Çok emin bir şekilde hemde ? Gezilecek onlarca ülke, yüzlerce köy vardı. Belki daha da fazla. Bİr gün her yeri, gezip görülebilecek bütün güzellikleri görmek istiyordum. Amacım Dünya'yı daha güzel bir yer haline getirmekti ne de olsa. Haksızlıkları ortadan kaldırmaktı. Ancak ben daha köyümün dışı hakkında yeterli bilgiye bile sahip değildim. Uzun süredir bir geziye çıkmak istiyordum. Gerçi insanın köy dışına adım atması bile yasaktı. Öncelikli planım kitabıma devam etmekti. Çünkü en azından gerçekleşme ihtimali vardı. Kitabımı yazabilirdim ama tek başıma koca dünyayı dolaşmak imkansızdı neredeyse. Bu gezi düşüncelerini aklımdan atıp yola devam ettim. Aklıma ilk gelen yer köy meydanıydı. Matsuoka-sama ağırlardı belki beni.
Meydanın ortasında bulunan görkemli ağacın etrafında daha sabahın körü olmasına rağmen birkaç kişi bulunuyordu. Matsuoka-sama'nın gördüğü saygı köyün ileri gelenlerinden bile fazla gibiydi. Görkemli ağacın dibine çok sokulmadan yakın bir yerlerine oturdum ve çantamı açıp defterimi içinden aldım. Her şey aynı gibi gözüküyordu. Yine ben deftere bakıyordum, o da bana. Öylece bakışıyorduk yani. Arada bir şeyler yazacak gibi oluyordum...sonra yine dalıyordum. Yeni bir yer...pek işe yaramamış gibiydi. İç geçirdim ve yüzümü ağaca döndüm. Gülümsedim. ''Yardımcı olmuyorsun Matsuoka-sama.''