Aniden burnuma yediğim yumruğun etkisiyle, bir anlığına gözlerim karardı. Acı büyük bır hızla yayılırken ağzımın hemen üstünde hissettiğim sıcaklıkla birkaç damla kanın burnumdan döküldüğünü farkedebilmiştim. Hafifçe soldan ve aşağıdan gelen tekmeyi yana kayarak savuşturduktan sonra, geriye doğru sıçradım ve öfke dolu gözlerimle rakibimi süzdüm. Sağ karın boşluğumda hafif bir sızı ağrı vardı. Burnum sızlıyordu ve giysilerim, yağmur ve terin ortak etkisiyle sırılsıklamdı. Derin derin soluk alıp veriyordum. Yorulmuş sayılmazdım aslında, belki de yalnızca kötü bir günümdeydim. Amegakure'nin loş havasına büyük binalar arasındaki bu ara sokakta olmamız da eklenince iyiden iyiye karanlıkta olduğumuz söylenebilirdi. Çakan her şimşekte keskin ve hınç dolu yüz ifademi görüyor olmalıydı rakibim, aynısı benim için de geçerliydi elbette. Ani parlayan ışıkta kıpkırmızı bir alev gibi yanan o yara izi.
Pek yeni bir şey değildi aslında bu, çok eski olduğunu da söyleyemezdim. Yalnızca, nefret güdümün anlaşılmaz bir şekilde beni kavurmasından kaynaklanıyordu belki de. Genel olarak düşündüğümde, karşımdaki rakibimi- düzeltiyorum, artık iyiden iyiye birbirimizi öldürmeye niyetlendiğimizi kabul edersek düşmanımı doğru dürüst tanıdığım bile söylenemezdi. Sıradan bir amegakure shinobisiydi, akademide bir üst dönemim. Geninliğim esnasında ise doğru dürüst karşılaşmadığım rastgele bir insan. Nereden temellendiğini bile doğru dürüst hatırlayamadığım şekilde, kanlı bıçaklı düşmanlar haline gelmiştik. Ölümsüzlük müydü? Sanırım. Saçma bir şekilde, ölümsüzlüğü aradığını iddia ediyordu. Yaşam prensipim, herkesin olabildiğince gereksiz aktivitelerden uzak durması ve işine odaklanması üzerine olduğu için; bu anlamsız arayışını sonlandırmasını tavsiye etmiştim kendisine. Hassas bir damarına basmış olsam gerek, aldığım ters bir cevap işleri son derece kızıştırmıştı. Kendisiyle olabildiğince karşılaşmamaya, muhattap olmamaya çalışsam dahi mecburi durumlarda her iletişimimizde ilişkimiz çöktükçe çöküyor, iyiden iyiye dibe batıyordu.
Dudağıma damlayan kanı, sevimsiz bir ifade takınarak yaladım ve bir an bile beklemeden rakibimin üzerine fırladım. Fiziksel olarak çok daha iyiydim, bu şüphe dahi götürmezdi. Birebir dövüşte kolaylıkla olmasa bile eninde sonunda avantaj sağlayabilecek bir konumdaydım, ancak buna gerek bile kalmayacaktı. Havada, sağ kulağına doğru savurduğum tekmeyi iki kolunu birden kullanarak bloklamayı başarmış ve beni hafifçe yana doğru savurmuştu. Beklediğim bir hamleydi, kendimi özellikle yere doğru fırlatarak normalde düşeceğim zaman dilimini yaklaşık yarıya indirdim ve bir kurbağa misali bacaklarımdan güç alarak sol yumruğumu çenesine yapıştırdım. İşte, bu oldukça iyi hissettirmişti. "Buna ne diyeceksin peki, kevaşe?" Yumruğun etkisiyle birkaç adım sendelese de, toparlanmayı başarmıştı. Wakizashi'sini çekerken, hafif bir metal sesi geldi kulağıma. "Dalağını siktiğim." diye mırıldanırken, sol elimle belimde asılı olan katanamın kınını kavradım sakin bir şekilde. Başparmağımla kılıcı hafifçe yukarı ittirip güvenlik klipsinin açıldığını belirten sesi duymamla birlikte katanamın kabzası, sağ elimle buluşmuştu. Ardından, dağınık ve gürültülü metal seslerinden ibaretti her şey. Ve kıvılcımlar uçuşuyordu.