Dolunay

Moderatör: Game Master

Dolunay

Mesajgönderen Obi tarih 07 Mar 2015, 22:51

Bu havaları seviyordu gerçekten. Karanlığın içinden mi doğduğunu yoksa karanlığın içinde mi doğduğunu bilmiyordu. Bunu sorgulama derdine de hiç girmemişti zaten. Her iki durumda da mutlu olduğu yerdeydi ne de olsa. Tek aradığının huzur olduğunu söyleyecek kadar mütevazi olmamıştı hiçbir zaman, ama huzurdan da kaçmamıştı. O değil miydi, sırf istemediği için ele geçirmesi gerekenleri ardında bırakan? Bu düşünceler bile gülümsetiyordu onu. Her zaman yüzündeki sabit bir hor görme ile tanınıyordu. Oysa şimdi, yüzünde çocuksu bile denebilecek bir tebessüm vardı. Gözleri tamamen kapalıydı. Ancak ayın ışığı istediği şeyi görmesine yetiyordu... Karanlığı görüyordu.

Sırtını dayadığı ağaç birkaç asırlık gibi duruyordu. Sağlam, neredeyse yıkılmaz bir şekilde onca yıla meydan okumuştu. Birkaç metre yanındaki derenin onu fazlasıyla beslediği belli oluyordu. Hafif rüzgar ile usul usul kıpırdayan yapraklar, yıllar sonra bile hatırlanacak bir beste gibiydi. Burada kaç insan aynı beste ile dinginleşmişti ve daha kaçı dinginleşecekti acaba? Bu da önemsiz bir detaydan öteye gidemeyen bir düşünceydi. Tıpkı yaprakların karanlıktan nasıl daha yeşil olabildiği sorusu gibi...

Şırıltılı derenin yaprakların bestesine eşlik edişi ile ortam daha da güzelleşiyordu. Arada bir tıpkı kendisi gibi ay ışığı altında huzur arayan balıkların ufak zıplayışlarını idrak ediyordu. Onların bu hareketliliğine karşın, kendisi hareketsiz bir şekilde duruyor. Hiçbir şeyi düşünmek istemeden, bir sonraki adımını hesaplamadan... Sadece bu dinginliğin tadını çıkarmaya çalışıyordu. Her ne kadar diğer insanlar kendisine başka başka vasıflar ve sıfatlar yüklemiş olsa da, o da bir insandı. Her insan gibi dinginliğe muhtaçtı ruhu. Ruhunun yaşamı dinginlik, yiyeceği ise müzikti. Tam bu noktada, aradığı iki şey bir aradaydı.

Karanlığın içinde gözlerini yavaşça araladı. Gözleri kapalıyken gördüğü manzara ile açtığında gördüğü manzara arasında bir fark yoktu. Zaten fark olmamalıydı da... Aksi bir durumda dinginliği hırçınlığa mağlup olacaktı. Kendisini daha çok sevdiği anlardaki kişi olacak ve şimdi çocuksu parıltı ile parlayan gözleri yine karşısındaki insanı kim olursa olsun küçümseyecekti. Küstahlığını esirgemeden konuşacak ve her bir cümlesi ile daha çok nefret kazanacaktı. Oysa niyeti başkaydı. Ne nefrete talipti ne de küstahlığa. O sadece bir insandı... Her insanın ihtiyaç duyduğu şeylerin dışında bir arzusu yoktu.

Başının hemen arkasında olan iki elini saldıktan sonra, temiz hava ile ciğerlerini doldurdu. Kendisini bu halde gören düşmanlarının şaşıracağına adı gibi emindi. Ama ziyanı yoktu... Şu an olmak istediği yerde, olmak istediği şekildeydi. Ayaklarını uzatmış, vücudunu rahatlatmakta olan bir insandı. Hepsi bu...
Resim
Kullanıcı avatarı
Obi
Yalgın
Yalgın
 
Mesajlar: 4
Kayıt: 08 Eyl 2014, 20:12

Re: Dolunay

Mesajgönderen Saitou Shinn tarih 07 Mar 2015, 23:11

İnsanlar bu dünyaya huzuru bulmak için gelmemişlerdi.

Herşey kan lekeleriyle kaplıydı. Anılarının neredeyse tamamı. Doğuşu, kendini keşfedişi ve batışı. Kimliğini kanlar akan bir nehre bırakmak zorunda kalmıştı. Herşeyiyle, tamamıyla o derenin üzerinde bulunan bir değirmeni döndürmek adına herşeyini harcamıştı. Ki o değirmen dönsün ve tanrılar kan ile dövülen buğdayları ile karınlarını doyursunlar. Pisliklerinin içinde haykırarak boğulsunlar. Sonsuz yıkım ve katliam içinde zevkten dört köşe olsunlar. Onlara karşı çıkanları binbir parçaya ayırsınlar.

İnsanlar bu dünyaya kan akıtmak için gelmişlerdi.

Akan kanın hesabını ise soracak olanlar ortada yoktu. Kılıcını kavradı. "Ben varım artık." Sesi, ay ışığından daha solgun, fakat sevdiğini delip geçen metalden daha keskindi. Bir şeyleri çözüme kavuşturmak gerekliydi. Kan mı istiyordu dünya? Ona bahşedecekti. Nefret şarabıyla sarhoş mu olmak istiyordu tanrılar? Uyanamyacakları bir keyif uykusuna gömecekti onları. Değirmeni başlarına yıkacaktı. Herşeyiyle, tüm benliğiyle...

Bir kaç gündür takip ettiği adamın ise bu yolda önemli bir araç olabileceğinden emindi. Karanlığın içinden, çalışır olan tek gözü ile onu izlemeye devam etti. Sakindi. Çok sakin... Nefes alışı bir canlıyı andırıyordu, lâkin ciğerlerinden çıkan nefes ortamı yavaş yavaş öldürmeye yetiyordu. "Sen de bir tanrı mısın?" Düşüncelerini dizginleyip, onu süzmeye devam etti. Mutlaka bir şeyler biliyor olmalıydı, mutlaka.

Bir şekilde iknâ etmeliydi onu. Bildiklerini anlatmaya, ona yardım etmeye. Gerekirse bütün gücünü onun yoluna adamaya hazırdı, kendi amaçlarına hizmet ettiği sürece. Cennetin öfkesini sırtında taşımak onun misyonuydu, bunu gerçekleştirene kadar durmaya niyeti yoktu. Sadece... Ona yol gösterecek birileri lazımdı. Sadece yol gösterecek, parmağıyla hedef belirleyecek biri. Gerekten tek şey bu. Ve yıkım onları bulacaktı. Kana susamışları kanla boğacaktı.

Sakinliğini korumaya devam etti. Avını izleyen bir panter gibi gecenin karanlığında adamı süzmekten başka yapabileceği bir şey yoktu. Doğru anda, kendini gösterecek ve anlaşmayı yapacaktı. Cennetin savaşçısı, cehennemin ustasıyla bir araya gelecek, ortak dilleri ile anlaşacaklardı; Ölüm.
Resim
Kullanıcı avatarı
Saitou Shinn
Yalgın
Yalgın
 
Mesajlar: 8
Kayıt: 07 Eyl 2014, 22:08

Re: Dolunay

Mesajgönderen Obi tarih 07 Mar 2015, 23:33

Bir bebek annesinden ayrıldığında, ciğerlerine dolan oksijenin verdiği acı ile ağlamaya başlar. O ilk nefes, ciğerlerini adeta kavurur. Yeni doğan bebek o kadar güçlü nefes alır ki, bir inanışa göre o ilk nefes aslında son nefestir...

Her bir nefesin son nefes haline gelmesine sebep olmak büyük bir zorluğu simgeler. İnsanlara ilk nefesini son nefes olarak verdirmek tercihleri arasında olmamıştı hiçbir zaman. Bu yüzden gerek olmadıkça son nefeslere şahitlik etmemişti. Ancak gerek duyduğunda da kılı kıpırdamadan yapmıştı bunu. Elleri, ayakları, gövdesi... Vücudunun her yerine bulaşmış kanlardan arınmıştı, ancak ruhuna işleyenlere bir müdahalede bulunamıyordu. Buradaki çelişki, zaten bir müdahalede bulunmak istememesiydi. Her ne kadar bir insan olsa da, biri ölmesi gerekiyorsa bunu yapabilecek kudrete sahip olduğunu biliyordu. Öldürmek son çare olmasa da çare kavramıyla iç içe geçmişti.

Bir anda gözlerinin büyüdüğünü gördü. Az önceki dinginliğinin birden ölüm havasına girmesine anlam verememişti. Yüzüne yayılan tebessümün yarattığı gerginlik, bir anda hain bir pusunun içine düşmüş adama ait bir gerginliğe dönüşmüştü. Kaşları yavaşça çatılırken, duruşunu yavaşça düzeltmeye çalışıyordu. Az önce kendisi anmıştı düşmanın adını ve şimdi birden karşısına mı çıkıyordu? Bu kadarına bir insan olarak muktedir değildi elbette. Ancak havaya yayılan koku, iliklerine kadar işliyordu. Oldukça saftı... Kendi yaptığı ve insanların kötülük olarak nitelendirdiği şeyleri düşündüğünde bile, bu derece saf bir karanlık kokusu almamıştı. Ay ışığını söndürmeye yetecek kadar karanlıktı, siyahtı...

Kendisini bekleyen sona dair birkaç senaryosu vardı her zaman. Fakat hiçbirinde çizdiği tablo bu kadar siyah tonda değildi. Aksine, tek siyahlık insanların onu boyamaya yeltendiği siyahtan ibaretti. Fakat içine düştüğü bu siyah tek bir şeyi çağrıştırıyordu kendisine. Adını yerli yersiz anmaktan bıkıp usandığı dört harf: Ölüm.

Daha fazla yerinde duramazdı. Kendi istemediği sürece ölmek istemiyordu. Bu yüzden az önceki dinginliğine geri dönmeye çalıştı. Bu onun için çok zor olmamıştı aslında. Hissettiği renk cümbüşü içinde siyahı tatmıştı, şimdiki kadar karartıcı olmasa da. Kafasını çevirme ihtiyacı bile duymadan, sadece gözlerini devirerek çok da uzak sayılmayan siyahın kaynağını görmeye çalıştı. Hiçbir şekilde onu göremiyordu, ancak siyahın rengi kendisinden gizlenemezdi. Bakışlarını ay ışığına çevirirken "Her insan, en azından ömrünün birkaç saniyesinde görünmez olmayı diler. Bazıları bunu başarır. Ancak gerçek farklıdır. Onlar sadece başardığını sananlardır. Çünkü o gafiller bilmezler ki kendilerini görmeye yetecek kudrette insanlar vardır. Gafiller sadece kendilerini kandırırlar." dedi kendine has ses tonuyla. Yerinden doğrulurken hiçbir şüpheli harekette bulunmadan ve son derece rahat bir şekilde siyahın kaynağına doğru döndü. Yüzünde o her zamanki hor gören, küçümseyen ifade bulunuyordu. "Peki sen..." dedi duraksamadan. Hafif bir tebessüm yüzündeki ifadeyi tamamlarken "Sen de o gafillerden misin?" diye sordu. Cevabın ilgisini çekmesi için yalvarıyor olsa da, bunu yüzüne yansıtamazdı.
Resim
Kullanıcı avatarı
Obi
Yalgın
Yalgın
 
Mesajlar: 4
Kayıt: 08 Eyl 2014, 20:12

Re: Dolunay

Mesajgönderen Saitou Shinn tarih 07 Mar 2015, 23:47

Hırladı kendi kendine, bulunduğu karanlığın içinde. Zırh gibi kuşandığı gölgelerin arasından izlediği avı, sanki çıplak bir bebekmiş gibi onu yaralamayı başarmıştı. Avcı, av olmuştu bir diğer değişle. Bu kadar basit olmasını beklemiyordu, bundan fazlasıydı öngördüğü şey. Daha sinsi, daha hırçın. Daha kanlı. Fakat bununla yetinecekti muhtemelen. Şimdilik. Taviz vermesi gerekecekti. Hiç bir zaman bir anlaşma düşük fiyata açılmamalıydı, lâkin bu özel durum için bir kıyak geçebilirdi herhalde.

"Belki..."

Gölgeler titredi, ağaçlar hüzünle sallandı, ırmak ağladı, çimenler saygıyla eğildi. Esen soğuk rüzgârın nefesi onu taşımaktaydı. Bir gölgeden diğerine geçerken ondan gözünü ayırmadı. Fakat ne yaparsa yapsın, avını izlediği gibi, avı da onu izlemekteydi. Benliğini tekrar rüzgâra bıraktı ve avının yaslandığı ağacın gölgesinde bitti birden. Ağzını kapatan ve nefesini gizleyen kumaşın arkasından konuşmaya devam etti.

"Sende bu gafili farkedecek kudret olabilir. Fakat o, bu öfkeyi göğüsleyecek kadar heybetli mi?"

Kelimeleriyle bertaraf etmeliydi belki de önce. Nasıl düşündüğünü çözmeli, öyle saldırmalıydı. Önce zihinde gerçekleşen bir savaş gibi. Anlayışları başka bir seviyede olan iki varlık gibi. İdeolojilerin çarpışmasını hissetmek her zaman için iki tarafa da bir şeyler katardı, lâkin bu sadece üstünlük yarışı gibi olacaktı. Karşısından beklediği şeyler belliydi aslında, istediği şeyi alabilecekse kendini ona bırakmaya hazırdı; lâkin kendini olması gerekenden aşağıya da satmayacaktı.

"Seni arıyordum Obi. Bana lazım olan şeyler var sende."

Ağacın dibinde, ay ışığı gölgesinde, sadece gözlerindeki nefret kızılı görülen bir silüetten ibaretti. Aralarında üç dört metre vardı şimdilik, fakat benlikleri daha yakındı. Kılıçlarını tokuşturacak kadar yakın. Birbirlerinin nefretini hissedecek kadar yakın. Fakat avınınki daha sakindi, onunki gibi öfkeli ve yakıcı değil. Buna rağmen güçlüydü, hemde aşırı güçlü. Bir uzlaşmaya varılamazsa, ayı kızıla boyamaları gerekeceğinden korkmaktaydı bu yüzden. Zıt güçlerin karşılaşması, hiç bir zaman iyi bitmezdi zira.
Resim
Kullanıcı avatarı
Saitou Shinn
Yalgın
Yalgın
 
Mesajlar: 8
Kayıt: 07 Eyl 2014, 22:08

Re: Dolunay

Mesajgönderen Obi tarih 08 Mar 2015, 00:15

Siyahın sözleri deliciydi ve renginden çok daha karanlıktı. Oysa beyaz saçları koca bir tezattı bu dünyada. Hep beklenen siyahın siyah kalmasıydı, fakat siyah bile yenilebiliyordu beyaza. Tercihi bu yönde olmasa da takdir duygusu depreşmişti içinde. Her zaman alışık olduğu cüretkar cümlelerin sahibi olma konumunu şu an bir karanlıkla paylaşıyordu. Bu yüzündeki o horlayıcı ifadeyi daha da azdırıyor gibiydi. Bir Tanrı kompleksi değildi bunun sebebi, çünkü Tanrı bile kaç parçadan oluştuğu ispatlanamamış bir şeydi. Oysa kendisi tekti ve tek olmalıydı. İdealleri için yapay tahtına bir misafir kabul edemezdi. Bu yüzden de karşısındaki karanlığa taviz verme niyetinde değildi. Herkesin bir yeri vardı ve karanlık ulaşamayacağı karanlıklara inmeye yelteniyordu.

Karşısında normal bir karanlık olsa, ilk düşüneceği şeyler bunlar olurdu. Fakat şu an için adamın sözlerinden çok daha dikkat çeken bir durum vardı ortada. Karanlık, kızılın içindeki bir figürana dönüşüyor gibiydi. Bu da siyah gibi, daha önce hiç görmediği türden bir kızıllıktı. Kızılı bir renkten çok bir günah olarak nitelendirebilirdi hiç çekinmeden. Algısı kızılla dağılıyordu, ancak bu dağılma sadece kendisine has değildi. Ağacın yeşil yaprakları da kızılın hakimiyetine boyun eğiyordu. Ay bile artık ışığını kızıl saçıyordu. Yüzündeki küçümseme ifadesi de kızıla boyun eğmeye çalışıyordu. Böylesine bir günah, bu dünyaya ait olamazdı. Bu kızıl, bu günah besbelli ki doğadaki en büyük sapkınlıklardan biriydi.

Yüzündeki tebessümü korumak hiç bu kadar zor olmamıştı. Bir katananın günahı ile irkilmiş olmak, az önceki sarf ettiği cümleler ile kesiştiğinde, ortaya devasa bir patlama çıkabilirdi. Elbette bu patlama kızılı gözle görülür bir hale getirirdi o vakit. Bir insandaki en güzel ve doğanın sahip olamadığı tek gerçek kızıla... Kanın rengi bu günahınki kadar vahşi olmasa da, her zaman insanı sarsan bir faktördü ne de olsa. Şimdi, günahın hegemonyasının altında kanın kızılını tasvir etmekte bile zorlanıyordu...

"Sana lazım olan şeyin ben de olduğunu bilmen takdir edilesi..." diye söze girişti. Tavrını bozmaması gerekiyordu, aksi halde günahın bir parçası olacağına inanmaya başlamıştı. Bu yüzden keskin ifadelerini koruyarak "Ancak benim gördüklerim istediklerinin ötesinde. Varlığının yapısı olması gerekenden farklı... Bunun adına ne dememi istersin? Ben karar veremedim, doğrusunu sen söyle. Sapkınlık mı yoksa günah mı?" dedi. Cümlelerinin muhatabı artık tek bir siyah değildi. Siyah, kızılın içinde varlığını idame ettirmeye çalışıyordu sadece. Bu yüzden kızılla kaynaşmak istiyordu. Onu tanımak, onu hissetmek ve onu yok etmek... Daha önce hiç hissetmediği bu varlığı bir daha hissetmek istemiyordu.
Resim
Kullanıcı avatarı
Obi
Yalgın
Yalgın
 
Mesajlar: 4
Kayıt: 08 Eyl 2014, 20:12

Re: Dolunay

Mesajgönderen Saitou Shinn tarih 08 Mar 2015, 00:36

Katana sırtında titredi bir an, gölgeler de onunla birlikte dans etti. Ay ışığı kızıla döndü, yapraklar kanla bulandı. Ateşin metali kor rengine çevirmesi gibi, ruhundaki siyahlık da kızıllığı saklayamamıştı. Farkedilmişti, perdeler inmiş, ortaya çıkmıştı sırrı. Tedirginliğini gizleyemeyen kızıllık onu ele geçirmeye çalışmaktaydı, belki de kurtulmak, yükselip uçup gitmek istiyordu, fakat onu bırakacak gücü yoktu daha. Şu anda değil. Vakti vardı hala, daha tüm taşlar yerine oturmamıştı.

"Sakin ol, Sukki, herşey yoluna girecek. Sana dokunmasına izin vermem."

"Cennetin basamaklarına adanmış bir tuğladan ibaret, bence, daha fazlası değil."

"Sana zarar vermesine izin vermem."

Avının gözleri artık onunkilerin içine değil, daha derine, onunla birlikte olan başka bir beline bakmaktaydı. Onunla bağ kurmak, anlamak istediği barizdi. Herşeyiyle kavramaya çalışmak... Fakat buna izin veremezdi. Başına ne geleceğini bilemez, sonuçlarının ne olacağını bilemezdi. Olabildiğince ikisinin arasında girdi, göğüsledi bütün meraklı bakışları, korudu bir taneciğini. Ona hiçbirşeyin ulaşmasına izin vermeyecekti, ta ki zaman gelene kadar. O vakit, herşey onun olacaktı, herşey kızılın, tek ve hür.

Belki de buraya gelmesi bir hataydı. Onu tehlikeye atacağını hiç düşünmemişti. Kaybetme ihtimalinin olacağını... Kendine fazla mı güvenmişti? Yetenekleri düşündüğü kadar iyi değilmiydi? Belki de herşey bir illüzyondan ibaretti. İnanması gereken, uğruna savaşmaya kendini kandırdığı bir sanrıdan ibaret sadece. Tüm yaşamı bir yalgından öteye gidememişti.

Fakat kızılın yolunda anlık bir yalgın, saniyelik bir sanrı olmak ona yeterdi bile. Herşeyiyle geçici, hatırlanmayacak bir gölgeden ibaret olmak. Onun için buna bile katlanabilirdi, kabul edebilirdi. Herşey sonuca ulaştığında, zaten sonsuza dek onunla beraber olacaktı. Sadece biraz daha dişini sıkması gerekiyordu, biraz daha.

"Kokudou'ya ulaşmak istiyorum. Herşeyini elde etmek istiyorum. Beni doğru yola göndereceğinden de hiç bir şüphem yok."

Bakışların kızıldan ayrılıp siyaha geri döndüğünü hissedebiliyordu. Tekrar odağını kazanmıştı avının, tehlikeyi atlatmıştı. Titreme durmuş, gölgeler eski sakinliğine dönmüş ve ay uykuya tekrar dalmıştı. Üzgün nefesiyle üfleyen rüzgâr aralından kayıp giderken, gelecek cevabı bekledi. Herşey buna bağlıydı, söylenecek tek bir söz, verilecek tek bir ipucu. Boşa çıkmayacağından emindi çabalarının.
Resim
Kullanıcı avatarı
Saitou Shinn
Yalgın
Yalgın
 
Mesajlar: 8
Kayıt: 07 Eyl 2014, 22:08

Re: Dolunay

Mesajgönderen Obi tarih 08 Mar 2015, 19:53

Tek kelime ile sarsılmıştı. Yüzündeki o küçümser ifade yerini korusa da, içinde büyük bir deprem olmuştu. Hissettiği kızıllığın Cennet ile bir alakası olmadığını adı gibi biliyordu. Saf kötülükten ibaret olan siyahlığı yarıp geçebilen bir kızılın Cennet ile bağlantısı olamazdı. Ancak karanlığın cümleleri, tüm bu bilinenleri yıkıp geçiyordu. Her ne kadar bugüne kadar gördüğü en derin karanlık olsa da, siyahın içinde çok daha karanlık bir siyahın olduğunu görebiliyordu. Şimdilik sadece ortaya çıkacağı tabloyu bekliyordu, fakat yine de kızıllığın cazibesine erişemezdi. Kızıllık yok olurken, oyuncağı alınan bir çocuğa dönüyor gibiydi. Ayın eski ışığına kavuşması, artık huzur verici değildi. Siyah arttıkça kızıllığa olan hasreti artıyordu.

Kızıl kendini siyahın içine gizlerken, kızıl ile arasındaki tek engelin bu kendini bilmez karanlık olduğunu biliyordu artık. Ona ulaşmak için tek yapması gereken, bu siyahlığı içinde barındırdığı siyahlık ile yok etmekti. Bunun için harekete geçmeye başlayacaktı da. Karanlığa, daha önce tatmadığı bir karanlık ile cevap verecekti. Şu an sadece tatlı bir mordu muhtemelen. Hem güzelliği hem de korkuyu barındıran bir mor. Bu mor, giderek kızılı emecekti! Ama önce karanlığı arındırması gerekiyordu.

Kendisine engel olmak için elini bir parça oynattığı esnada gelmişti karanlığın cümlesi. Aradığı şeyi açık saçık beyan ediyordu. Bugünlerde bahsettiği şeyi bilen kaç kişi vardı ki? Her ne kadar cezbedici kızıla ve karanlıktan daha karanlık bir siyaha sahip olsa da, Kokudou'nun varlığından haberdar olması ikinci bir şok etkisi yaratmıştı. Oysa karşısında bilinçsiz bir siyahlık bekliyordu sadece. Bu yüzden harekete geçen elini sabitleyip, pantolonun cebine soktu. Diğer elini de aynı şekilde cebine sokarken, kızıllığa ulaşması ve onu yok etmesi için bu siyahlığa gerçeği göstermesi gerektiğini düşündü. Yüzündeki ifade artık sadece küçümseyen bir insana ait olan bir ifade değildi. Sinsilik yüzündeki her kasa ve hücreye yayılıyordu.

"Bunu söylemek istemesem de, beni daha ne kadar şaşırtacağını merak ediyorum." diye girişti cümleye. İki elini cebinden çıkarttı yavaşça ve kollarını yere paralel bir şekilde açtı. Karşısındaki siyahlık için tehdit oluşturmayacak şekilde davranıyordu. Onu ürkütüp kaçırmak istemiyordu, zira kızıllığı kaybedemezdi. Kafasını hafifçe yukarı kaldırırken, kendi morunu salıyordu hiç çekinmeden. Karşısındaki karanlık bunu fark edemiyordu elbette, zira Kokudou'yu sadece ismen biliyordu. Zaten geliş sebebi de buydu. Morunu yaymaya devam ederken devam etti konuşmasına. "Kokudou'nun adı bile unutulmuşken, onun varlığına inanıp peşinden gitmek mi istiyorsun?" dedi sinsiliğine merak ekleyerek ve "Peki ya Kokudou'ya ulaşma saçmalığı nedir? Ulaşmak, senden uzakta duran bir şeye karşı yapılır. Zaten sana ait olan bir şeye nasıl ulaşacaksın ki?" dedi. Evet, şu an için karşısındaki karanlığı küçük görüyordu, ancak sadece bir saniye sonra kafası önüne doğru düştü. Kaşları giderek çatıldı ve o küçümseyen yüzü bariz bir tehdide dönüşürken "Ama eğer ulaşmak istediğin karanlığından çok kızıllıksa, buna açgözlülük denir! Sen ki kendini bile bilemezken, nasıl bu kadar heybetli olduğunu düşünüyorsun?" dedi. Bu hem bir savaş narasıydı hem de iki arkadaş arasındaki bir dayanışmaydı. Zaten istediği de buydu. Kızıllık bu kadar cezbediciyken, onun taşıyıcısını silip atmak ahmaklık olurdu.
Resim
Kullanıcı avatarı
Obi
Yalgın
Yalgın
 
Mesajlar: 4
Kayıt: 08 Eyl 2014, 20:12


Dön Role Play Arşivleri

Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir

cron