Bu havaları seviyordu gerçekten. Karanlığın içinden mi doğduğunu yoksa karanlığın içinde mi doğduğunu bilmiyordu. Bunu sorgulama derdine de hiç girmemişti zaten. Her iki durumda da mutlu olduğu yerdeydi ne de olsa. Tek aradığının huzur olduğunu söyleyecek kadar mütevazi olmamıştı hiçbir zaman, ama huzurdan da kaçmamıştı. O değil miydi, sırf istemediği için ele geçirmesi gerekenleri ardında bırakan? Bu düşünceler bile gülümsetiyordu onu. Her zaman yüzündeki sabit bir hor görme ile tanınıyordu. Oysa şimdi, yüzünde çocuksu bile denebilecek bir tebessüm vardı. Gözleri tamamen kapalıydı. Ancak ayın ışığı istediği şeyi görmesine yetiyordu... Karanlığı görüyordu.
Sırtını dayadığı ağaç birkaç asırlık gibi duruyordu. Sağlam, neredeyse yıkılmaz bir şekilde onca yıla meydan okumuştu. Birkaç metre yanındaki derenin onu fazlasıyla beslediği belli oluyordu. Hafif rüzgar ile usul usul kıpırdayan yapraklar, yıllar sonra bile hatırlanacak bir beste gibiydi. Burada kaç insan aynı beste ile dinginleşmişti ve daha kaçı dinginleşecekti acaba? Bu da önemsiz bir detaydan öteye gidemeyen bir düşünceydi. Tıpkı yaprakların karanlıktan nasıl daha yeşil olabildiği sorusu gibi...
Şırıltılı derenin yaprakların bestesine eşlik edişi ile ortam daha da güzelleşiyordu. Arada bir tıpkı kendisi gibi ay ışığı altında huzur arayan balıkların ufak zıplayışlarını idrak ediyordu. Onların bu hareketliliğine karşın, kendisi hareketsiz bir şekilde duruyor. Hiçbir şeyi düşünmek istemeden, bir sonraki adımını hesaplamadan... Sadece bu dinginliğin tadını çıkarmaya çalışıyordu. Her ne kadar diğer insanlar kendisine başka başka vasıflar ve sıfatlar yüklemiş olsa da, o da bir insandı. Her insan gibi dinginliğe muhtaçtı ruhu. Ruhunun yaşamı dinginlik, yiyeceği ise müzikti. Tam bu noktada, aradığı iki şey bir aradaydı.
Karanlığın içinde gözlerini yavaşça araladı. Gözleri kapalıyken gördüğü manzara ile açtığında gördüğü manzara arasında bir fark yoktu. Zaten fark olmamalıydı da... Aksi bir durumda dinginliği hırçınlığa mağlup olacaktı. Kendisini daha çok sevdiği anlardaki kişi olacak ve şimdi çocuksu parıltı ile parlayan gözleri yine karşısındaki insanı kim olursa olsun küçümseyecekti. Küstahlığını esirgemeden konuşacak ve her bir cümlesi ile daha çok nefret kazanacaktı. Oysa niyeti başkaydı. Ne nefrete talipti ne de küstahlığa. O sadece bir insandı... Her insanın ihtiyaç duyduğu şeylerin dışında bir arzusu yoktu.
Başının hemen arkasında olan iki elini saldıktan sonra, temiz hava ile ciğerlerini doldurdu. Kendisini bu halde gören düşmanlarının şaşıracağına adı gibi emindi. Ama ziyanı yoktu... Şu an olmak istediği yerde, olmak istediği şekildeydi. Ayaklarını uzatmış, vücudunu rahatlatmakta olan bir insandı. Hepsi bu...