Acımasız bir baş ağrısıyla uyandım gene. Ağrının sebebi, birkaç gün vakit vermemi isteyip, bir hafta olmasına rağmen hala beni siklememeye devam eden sevdiceğim miydi? Yoksa gene akşamdan kalmış olmam mıydı? Bilmiyorum. Camı açık unutmuşum, o da olabilir bak sebebi. Boynum falan da tutulmuş zira. Tamam Ishi sıcak falan ama gecesinin soğuğu da çok acımasız. Bir rüzgar esiyor ki sormayın, sanki suratını kesiyor. Bazen düşünmüyor değilim psikopat birkaç fuuton kullanıcısı birlik olup, hava mı üflüyor diye. Olmayacak iş değil, her türlü deli var bu kodumun köyünde. Neyse, başımı iyice acıtacak düşünceler bunlar. Boynum, sırtım felaket. Kahretmesin ya! Aslında birkaç gevşeme egzersiziyle halledebilirim şu tutulma olayını ama kafam on ton olmuş gibi hissettiriyor. Ayağa kalkarsam, ayaklarımın değil kafamın çektiği yöne ilerlemek zorunda kalabilirim gibi geliyor. O yüzden el mahkum, atacağım elimi bir çekmecesi açılmayan komidinimin ilk çekmecesine…. Alacağım
“Majeziku” kutusunu içinden. Atacağım bir, belki iki ağrı kesiciyi ağzıma ve uyuyacağım tekrar akşama kadar, alkolle birleşen ağrı kesicinin etkisi yüzünden. Fakat… Bu kutu… Boş. Birden koyverip ağlamaya başlamama yetecek kadar boş hem de! Ne olduğunu, neden olduğunu çok da kavramamış bir şekilde kontrolsüzce hıçkırıyorum. Hıçkırırken sallanan kafam baş ağrımın daha da artmasına sebep olduğu için de, ağlayışımın şiddeti daha çok artıyor, bağırmaya da başlıyorum! Kaç dakika geçiyor böyle, bilmiyorum… Gözyaşlarımın kuruyup gerdirmeye başladığı suratımla aval aval boşluğa bakar halde buluyorum kendimi.
Yok abi ben yapamıyorum galiba ya, en ufak moral bozukluğunda götü başı böyle dağıtarak düzen oturtamam ki kendime, evime, hayatıma! İki ay öncesine kadar emaneti çeken, adaleti siken haşin bir bebeydim ben, neden böyle oldum? Tam aşk acım geçti derken, neden gene aynı acıyı hissetmeye başladım? Hem de çok saçma bir sebepten! Terk etti de diyemiyorum ama, bir belirsizlik var içimi kemirip duran. Boşveremiyorum. Kapısına gidip konuşmaya zorlayacak deli cesaretim de bir türlü gelmiyor. Belki, sarhoşken giderim diyorum ama tam tersi, cesaret vermek yerine evde depresyona girmeme sebep oluyor alkol, bu aralar.
Oldukça yavaş bir şekilde sümüğüm akıyordu, ben hala öyle aval aval bakarken. İyice üst dudağıma yaklaşmıştı. Birazdan dudaklarımdan fırsat bulursa ağzıma girecek ve o tuzlu tadını hissettirecekti bana. Bunu istiyor muydum? Sanırım, istemiyordum. Yorganı kaldırdım ben de ucundan. Kılıfını kullanarak acımasızca sildim, çektim sümüğü suratımdan. İyice burnumu ve etrafını temizledikten sonra da, sümüğün yavaşlığıyla yarışır bir hızla kalktım yatağımdan. Dolaba ilerledim acılı bir şekilde. Kırmızı bir pantolonla siyah bir tişört çıkardım, temiz iç çamaşırı falan da çıkarıp yatağın üstüne attım bunları. Sonra, duşa girdim. Girdim girmesine ama, ağlayarak kusmaya başlayınca duşta da, adam gibi durulanmadan çıktım ordan da. Kurulandım, üstümü giyindim. Tişörtü ters giydiğimi, kapıdan çıkmadan fark ettim. Fakat, düzeltmedim…
Nishi’min kapısına hüzünlü bir bakış attıktan sonra, attım kendimi Ishi sokaklarına, eczane bulmak amacıyla. Eczane bulup, bütün ağrı kesicileri satın almak istiyorum. Bağımlı hale gelene kadar hepsini içmek istiyorum. Ölmek istemiyorum ama, daha çok gencim bence. Neyse, şu ışıklı mışıklı, cafcaflı dükkan eczane olmalı. Yani delice parlayan ışıklı tabelalar bir eczanelerde olur nasıl olsa, değilse de beni en yakın eczaneye paket yapıp göndermelerini, şuracıkta bayılmak istediğimi söyleyebilirim. Dalıyorum o yüzden içeri. Garip bir koku var, güzel mi çirkin mi bilemedim ama ağrımı arttırmıyor en azından. Rafların arasında ilerliyorum, bir sürü ne olduğunu anlamadığım kutu olduğuna göre etrafta, evet burası bir eczane. Bence burada aranmak yerine, direkt kasaya gidip istemeliyim ağrı kesiciyi. Evet, bunu yapmalıyım fakat dikkatimi bir şey çekiyor. Biblo yapmışlar. Eczanede biblo satıyorlar. Neden? Önüne gelen heykeltıraş olduğu için köyde, artık her dükkanda biblo falan mı satmaya başladılar, fazlalıkları böyle mi eritiyorlar? Dahası da var, bu biblo, normal biblo da değil. Hangi arıza heykeltıraşın eseri ise artık bunlar, çük şeklindeler. Artık adam nasıl sıkılmışsa taş oymaktan. Helal olsun doğrusu, eczanede satsam satsam ben de böyle bir biblo satarım herhalde, başka organlısı var mı acaba diye arkasına bakıyorum ama, arkada da alabildiğine çük var! Karaciğer, böbrek dalak biblosu yapmaya kasmamış adam, resmen dalga geçer gibi full çük yapmış! Eğrisi, düzü, kırmızısı moru, şeffafı. Tövbe kami, bunların niyeti başka mı acaba? Adam hiç üşenmemiş, titreşimlisini de yapmış!
Elimi atacaktım çüklere, hangi arıza beyinin eseriymiş bunlar, inceleyeyim bir diye. İğrenç bir çığlık beni yerimden sıçrattı. Tüylerimi diken diken ederek beynimin kafatasımın duvarlarına çarpa çarpa içerde oynamasına sebep oldu. Ani sancıyla iki elimi kafama götürdüm. Ses… Ses
“Kicchan!” diyordu, a’sını gereksiz şekilde uzatarak. Beynimi iyice tırmalıyordu onu özleyip özlemediğimi sorarken. Karşımda Riko duruyordu! Maho ayısı tarafından hunharca si-öhöm, hamile bırakılan, yardım amaçlı abime götürdüğümde beni orda sik gibi bırakan Riko duruyordu! Nishi’min paranoyasını azdırıp beni terk eder gibi yapmasına sebep olan, beni aşk acısına sürükleyen Riko’ydu bu! Deli Riko, hain Riko!
“Sus… Ne olur sus…” dedim titreyen ellerimi kafamdan indirirken. Dahası da var… Yanımıza biri yanaştı. İkimizden epeyce uzun, çok ince olmasa da kalıplı olmayan bir figür. İnceleyince, Natsu olduğunu fark ettiğim bir figür. Üstüme işemesiyle tanışmıştık bu çocukla. Sonra, görev falan yapmıştık. Oradaki davranışlarıyla, üstüme işemesinin intikamını almaktan vazgeçirmişti beni farkında olmadan. Bir yanımda şımarık Riko, bir yanımda işemeli sıçmalı Natsume. Of ulan, of!
Biraz bekledi Natsume yanımızda ilk, sonra sordu bana
“Kiyo buraya biri girdi mi?” diye. Şöyle bir düşünüyorum, bu soruyu neden sorar biri? Birini arıyorsan, kovalıyorsan, senden kaçan biri varsa sorarsın değil mi? İzini kaybetmişsindir birinin, onun için sorarsın. Yakalayınca iyi şeyler yapmayacaksındır. İyi amaçla sorulmaz yani bu soru, iyi amaçla olacaksa da böyle bir ortamla bu ifadede olmaz. Aklıma bir fikir geldi bu yüzden. Doğru düşünmüşsem ve Natsume istediğim tepkiyi verirse, Riko’dan intikam almamı sağlayacak bir fikirdi bu. Natsu’nun, sırf kadın dükkanını denetlememize izin vermedi diye birden atarlandığını hatırlıyorum, o yüzden tuttum Riko’yu sağ kolundan, sol elimle. Etrafında fırıldak gibi çevirdim sırtı bana gelecek bir şekilde. Sonra, diğer elimle de diğer kolunu tuttum. Natsu’ya yönelttim kızı ilk,
“Bu girdi Natsu.” Diyerek. Kollarından tuttuğum kızı, kaldırdım havaya sanki bir paket kaldırıyormuşum gibi. Bir-iki adım yükseldi yerden bu, ayakları fıtı fıtı ediyor, hafif de bir şey zaten kaldırmam zor olmuyor. İyice uzattım Natsu’ya doğru bunu, hediye veriyormuşum gibi.
“Koşa koşa içeri girdi. Birinden mi kaçıyor ne? Geldi bana al dedi Kiyo git dedi çocuklarımı dedi naparsan yap dedi, koru beni dedi ama tanımıyorum bunu, ismimi nereden biliyor onu da bilmiyorum.”