Amagekureli pek yadırgamaz bu durumu, ha gündüz; ha akşam... Dinmek bilmeyen yağmurun ortasında hapsolmuş, bir garip topluluktan birisiyseniz; yo hayır... Ha akşam, ha gündüz... Daracık sokaklara gelmez ki gün ışığı! Kasvetli bulutlar geçit vermez ki gün ışığına, yo hayır! İnsanlığın ve açgözlülüğün dehşetiyle örülmüş ağların, elektriğin, altında yaşıyorsanız, yo hayır; fark etmez! Fare labirenti olarak tasarlanmış, dolambaçlı sokaklara hapsolan bir fareyseniz, hiç far etmez dostum; hem de hiç! Aslında iyi de bir şeydir, fare olmak... Otostopçunun Galaksi Rehberini düşün ve hatırla, her şeyin efendisi farelerdir! 42, dostum, 42... Hayat, evren ve yaşama dair nihai sorunun cevabı!
Sadece tecrübeli gözler, sadece farkında olan gözler... Akşamın sırrına mahzar olur. İnsanların bakıp göremediği onca şeyi görür... Elinde yarım yamalak damıtılmış içkiyle, yalpalayanları görür; gözleri kanlı... Kapanmaya başlayan masumane dükkanları görür, kütüphane, fırın; hatta silah satıcısı... Hepsinin de amacı, üç aşağı beş yukarı... Bir parça ekmeği evine götürebilmek, ayaklarını uzatmak ve bir sonraki günü beklemek. Yada bir önceki, ne fark eder sanki? Gözler görür, fakat anlamazdan gelir; fakirleri ve dilencileri, fahişeleri ve telekızları... Sokakların gerçek efendileri onlardır halbuki. Herkesten daha sert olan, herkesten daha dayanıklı olan onlardır. Kim bilir, ne sır saklarlar; kirli berelerinin altında... Kimse görmez ama, herkes işine bakar. Damızlık bir hayvandır herkes, tepelerindeki shinobilerin -gardiyanların- farkında olmayan... Ben deniz gardiyan da onlardan biriyim, fakat bugün izinliyim. Sizden farksızım. Bir gardiyan ve bir fare... Rus kitap isimleri gibi, ha?
Kehribar rengi bir trençkot giymeseydim, kötü yapılmış bir Ninjutsu'nun sonucu sanılırdım, hiç şüphe yok! Gümüşi saçlar ve bembeyaz bir ten, ha? Hayalet! Eh, en azından opera salonuna gitmiyorum. Çok klişe olurdu, hah! Ne me lazım, opera salonu... Ben, gerçeğin bardakların dibinde bırakıldığı bir yere gidiyorum; bara! Herkes görülmek, duyulmak, bilinmek ister! Çok konuşuyoruz vesselam. Kimimiz bir duble viskiye tav oluyoruz, kimimiz kahramanlığa, kimimizse bir çift narin bacağa... Eh. Bu hayaletinde bir iki ufak numarası vardı, gerçeği bardakların dibinden söküp alabilmek için. Evet, Amegakure'de bulabildiğim en işlek bara doğru gidiyordum. Sürüyle farklı insanın gelip geçtiği yerlere... Yalanların ve nefretin, kinin ve kibirin yaşattığı hikayeleri dinlemeye... Hep yapardım aslında bunu, dünden farklı değildi; yarından farklı olacağı kesin!..
Ame Hito, diyorlardı kendilerine... Pek çok olaya karışmış, pek çok can almışlardı. Fakat hala anonimdiler! Kehribar rengi trençkot giyen hayalet için, tapılası!.. Gerçekten bir fark yaratıyorlardı. Savaşta her şeyin mübah olduğuna inanırım. Aslında öyledir de. Bunu inkar eden shinobi yenilmeye mahkumdur. Bunu inkar eden insan, başarısızlığa mahkumdur! Fakat hala hak ve hukuk, yasa ve kural vardı. Ame Hito nasıl yönetiliyor, bilmiyorum. Fakat ellerini kirletmekten korkmayan bir örgüttü. Beni yanlış anlamayın, Ame Hito'yu arıyorum; evet. Amaçlarına saygı duyuyorum, evet. Ama ben önce pragmatistim, sonra ideal adamıyım. Gerçekten bir fark yaratan adamlara ulaşmak, Ame Hito'ya katılmaktan geçiyor. Dahasından değil...
İlerledim, bulabildiğim en kalabalık, en gürültülü, bara doğru... Ayyaşlardan sıyrıldım, içeriye girdim. Huyumdur, en arkalarda ki masalardan birine doğru ilerledim. Arkamı duvara verebileceğim bir masaya... Paranoyak masası derler buna. Eh. Biraz da, konuşacaklarımın duyulmamasını istiyorum. Biraz da, aydınlatmanın yetmediği bu masaya gizem katmak istiyorum; anlarsın ya...
Elimle barmeni çağıracak ve ardından da jutsumu yapmaya koyulacaktım. İşi şansa bırakmaya hiç gerek yoktu. Tek gerekli olan, biraz şans ve birazda chakra'ydı. İkisinden de bende bolca vardı, yani, sanırım... Elimi masanın altına soktum ve jutsunun çalışması için gerekli olan tek mührü girdim. Derince bir nefes daha aldım ve 'Teishi no Jutsu'
Yakın zamanda öğrendiğim Genjutsu numarasını kullanmaya çalışacaktım. Tabii ki siparişimi almak için gelecek olan barmen üzerinde! "Bana yeşil çay, kendin de ne almak istiyorsan. Tabii benim masamda içmek şartıyla. Konuşacak bir arkadaşa ihtiyacım var." Hafifçe kıkırdayacak ve elimle oturduğum masanın yanı başındaki sandalyeyi gösterecektim. Buraların tek ve gerçek efendisi, barmenlerdir. Çok konuşan ayyaşları dışarı atarken, boşboğazlarla beraber içerken... Bazen Kage'den bile daha çok şey bildiklerini düşünüyorum. Muhtemelen de öyleler!