Üstümde birden çiçek açmış özgüvenle bana haritayı hediye eden küçük evi ve Shinra'nın büyük ihtimalle buralarda bir yerlerde bulunan ruhunu selamlayıp evin kapısını nazikçe çekip geldiğim yerden çıkmış ve bu sokaklara girdiğim ana caddeye doğru yola koyulmuştum ki tam teyzeyle konuştuğum yerde dikilmiş iki kişiye takıldı gözlerim, önce şüpheyle gözlerimi kısarak baksam da üstlerinde Konoha shinobilerinin sıklıkla giydiği flak ceketleri seçemediğimden rahatlamış hissetmiştim kendimi. Büyük ihtimalle teyze gibi, içine girildiği çok belli olan dükkanı görünce başına dikilen iki mahalleliydi. Teyzenin benim efendiliğimden şüphelenmediğinden, pişkin pişkin emin adımlarla sokağın köşesine yönelmiştim ki emin adımlarımın ardında yatan göt korkusundan olsa gerek birine çarpmıştım. Dengemi sağlar sağlamaz herifi süzerken göz bebeklerimin gittikçe büyüten görüntüyle baş başa kalmıştım; koyu mavi üniforma ve sağ omzunda belli belirsiz tanıdığım Uchiwa simgesi, siyah ve sinirli bakan gözler ve omuzlara düşen saçlar...
Nereye kaçacağımı, sorguda ne söyleyeceğimi düşünürken benle hemen hemen aynı boylardaki genç; atarlanıp dikkatli olmamı söylediğinde içimde büyüyen öfkeyi bastırmaya uğraşmaya başlamıştım bir anda. Ya sen kimsin de bana dikkatli olmamı söylüyorsun it, sadece ben mi çarptım sana; karşılıklı bir şey bu. İki erkek çarpıştığında ellerini kaldırıp "Pardon kardeş.", "Eyvallah kardeş." der kapatır konuyu. Ağzına sıçmasını bilirdim de dua et ben sizin köyünüzde vandallık yapan bir yabancıyım ve sen köyünün resmi polis gücünün bir üyesisin. diyemeden yoluna devam eden çocuğa cevap vermekle zaman kaybetmeyip yoluma devam etmiştim. Çocuğun dükkanın önüne gittiğinden emindim, ama ben gün batana kadar bu köyden çıktıktan sonra; çoktan terk edilmiş bir yere girip biraz hırsızlık yaptığım için beni kovalamazlardı. Zaten büyük ihtimalle teyzenin gazıyla mahallenin çocuklarının kulağını çekmesi için göndermişlerdi bu çocuğu da. Bize de veriliyordu böyle görevler sonuçta.
Kapıya doğru normal, eğlenceli adımlarla ana caddede yürürken gözlerime daha güzel gelmeye başlamıştı Konoha'nın renkli evleri; zira sabah güneşiyle fazla yabancı gelen renkler güneşin hafiften batmasıyla daha mat ve durgun renklere bürünmüş ve yayla çiçeklerinin görüntüsünü örtmüştü köyün üstüne. Derken burnuma harika bir koku gelmişti bir anda, onu takiben sabahtan beri açım diye guruldayan midem ayaklarıma yön vermiş ve beni Konoha'nın Mutlaka Görülmesi Gereken On Yeri kataloğuna girecek kadar tanınan Ichiraku Ramen'in tezgah önü sandalyelerinden birine otururken bulmuştum kendimi bir anda. Mantarlı yumurtalı ramenimi şapırdatarak sömürdükten sonra ustanın ellerine sağlık dileyerek köy kapısının yakınlarındaki kervansaraylardan birinde önceden de not aldığım Ten'ei kasabasına nasıl gideceğime dair bilgi toplarken tombalak bir beyamcanın "Ten'ei'ye gitmez hiç kimse yeğenim, Chiten var yakınında. Oraya uğrayacağız, yolda bize yardımcı olursan oraya kadar götüreyim seni." demesiyle kas gücümü güvenli bir kervan yolculuğu karşısında satmıştım bile. Gitmek istediğim yere hiç bir kervan güzergahının olmaması beni işkillendirdiyse de, herkesin ticaretle uğraşmadığını kendime hatırlatıp rahatlamıştım kendi kendime.
Uzun ve hafif bel ağrılarıyla süslenmiş; aynı zamanda güvenli ve insanlarla sohbet ederek yolculuğumun ardından adının sonradan Moshu olduğunu öğrendiğim tombalak amca Chiten'e vardığımızı söylemişti, uzaktan çok da büyük görünmeyen kasabada son kez yük taşıdıktan sonra yol arkadaşlarıma veda edip kasabaya döndüm yüzümü; ne yapsaydım ki şimdi ben?