gönderen Kouichi Natsume tarih 05 Şub 2015, 00:19
Kendimden asla beklemeyeceğim kararlar vermiştim bugün. Beni değiştirecek, hatta değiştirmiş bile olabilecek kararlar. İçten içten bakıyordum kendime. Tartıyordum yaptıklarımı. Doğru muydu tüm bunlar? Olması gereken miydi? Yoksa yalan mıydı? Boş sorular değildi bunlar benim için. Her zaman kendim için ben kötü biri değilim demişimdir. Ama iyi biri de değildim. Kendini seven, sıradan bir insandım. Biraz küfürbaz, biraz abaza. Ve evet, bu bir itiraf. Abazayım amına koyayım. Neyse, bu itirafı şimdi bu zamanda yapmak çok ilginç. Bir o kadar da kafamı sikeyim dedirten cinsten. Cidden o cinsten. Az önce korkudan altıma sıçacaktım az daha. Şimdi yine öyleyim. Heyecanlıyım. Az önce ölen adamın evini yakmaya gidiyorum. Ulan ne kadar normal bir durummuş gibi geliyor bu bana. Şaka gibi mi? Belki şaka gibi. Ama ciddi bir olayın söz konusu olduğu kesin.
Doktorun kanı ile kirlenmiş, baştan aşağı virüslü olan o eve tekrar giriyordum. Bu sefer elimde, Kanaye'den aldığım zippo vardı. Onunla aleve verecektim lanetlenmiş olan bu evi. Her türlü kötülüğün, pisliğin başladığı yer olan bu evi. Biraz korkuyordum hala. Orası kesindi. Ama korkunun ecele faydası yokmuş. Öyle demiş zamanında biri. Ne alakaysa artık. Her neyse, alevliyordum halıyı. Sonra Fuujin no Jutsu kullanıyor ve de körüklüyordum melun alevi. Doktoru ve laneti kırıyordum. O şeytanı kovuyordum. Bu bir ritüeldi. İnsanları o pislik, şeyten azat eden bir ritüel. Günahkarları ve de şamanları bizlerdik. Kanaye ve ben. Sanırım ebedi dost olacaktık bu olaydan sonra. Çünkü paylaştıklarımız ve de yaşadıklarımız, inanması güç ama bağlayıcı şeylerdi. Ortak bir paydada bizi birleştirmişti. Fikirlerimiz benzerdi. Ama misyonumuz birdi. Bizi bağlamıştı bu etkenler. Her neyse, alev alıyordu ev. Cayır cayır yanıyordu, şeytanı çıkarmaya başlıyordu. Sadece geriye hiçbir şey kalmayacak şekilde yakmak lazımdı. O zaman ortaya çıkan şeytan ölecekti. Ve herkes kurtuluşa ermiş olacaktı. Amaç buydu. Başka bir şey değildi. Tüm bu insanlar bilseydi ne halde olduklarını. Onlarda bize hak verirlerdi. Buna eminim. Ama artık bırak zekice bir şeyler düşündüklerini, bir şeyler hissetiklerini bile pek sanmıyordum. Belki yanılıyordum. Ama kendimi buna inandırmıştım. Sonradan yaşayacağım vicdan azabını dindirmek için.
Ev alev almıştı. Ben de pişkinliğin son noktasını yaşayarak, evden gerile gerile çıkmıştım. Dumanlardan her yerden yayılıyordu. Herkes görüyordu köydeki. Sonra toplanıyorlardı tabii. Bir bir geliyorlar ve doktorun evinin orada birikiyorlardı. Şimdi yapmam gerekenleri dikkatle seçmeliydim. İnsanları panikten kurtarmalı, onlara yol göstermeli ve onları sakinleştirmeliydim. Her şeyi basitçe ifade etmeliydim. Basitçe diyorum, ana nasıl? Tüm bu şeyler bu hastalıklı halka nasıl basitçe anlatılırdı? Nasıl? Zor bir soru. Zor, hem de çok. Bu sorunun muhattabı ben değildim. Ama cevaba ihtiyacı olan kişi bendim. Sadece denemeli miyim bu insanlara durumu anlatmayı? Belki anlarlar? Belki ne demek istediğimi kavrarlardı? Doğaçlama yapardım. Belki de kozmos yardımcı olurdu. Vahiy gönderirdi beynime. Neden olmasın ki? Evet, şimdi konuşacaktım. Onlara anlatacaktım. Sakin bir dille. Tane tane. Söyleyecektim olanları. Sinirlenmemeli ve onların canını yakmamalıydım. Eğer onları kurtarma amacından başka bir amaç güdersem, bence bu o zaman katliam olurdu. Ben onları kurtarmak istiyordum. Ve diğer insanları. Herkese huzur ve mutluluk vermek istiyordum. Çoktan ölmüş insanlara huzur. Bu iyi bir şeydi. Evet, kesinlikle iyi bir şeydi! Ben buna canı gönülden inanıyordum. Hem de bayağı bağı bir şekilde inanıyordum! Sıkı sıkıya. Her şeyden öte, buna inanıyordum.
Konuşmaya: "Herkes bizi dinlesin!" diye bağırarak girecektim. Sonra kalabalığa doğru gözlerimi dikip, derin bir nefes alarak: "Kıpırdamayın, bu hayat memat meselesi." diyerek bağırışıma devam edecektim. Evet sakin olacaklar mı meçhul bir durumdayım. Ama eğer kıpırdamaya, üzerime gelmeye başlarlarsa geriye doğru çekilmek durumunda kalacaktım. Daha fazla sürdürürlerse, kaba güç kullanmak zorunda bile kalabilirim. Her neyse, ondan sonra şöyle devam edecektim: "Doktor iyi biriydi. Evet, gururlu ve de onurlu biriydi. Ama bulaştığı kötü şeyler vardı. Pis kokulu bazı şeyler. Bu onun sonunu getirdi. Doktorun bilmediğiniz, yaptığı şeylerin boyu bir dağı geçmişti. O derece kötü şeylere bulaşmıştı. Sonucunda herkesi ölüme sürekledi." diyecek ve tükürüğümü yutacaktım. Sonrasında da: "Gerçeği cidden bilmek istiyor musunuz? Eğer istiyorsanız size seve seve anlatırız. Ama hoşunuza gidecek şeyler değil. Bana inanmıyorsanız, Kanaye anlatsın size. Ya da direkt Kanaye anlatsın. Ama şunu unutmayın. Biz Ishigakure shinobisiyiz. Bize bağlı olan bir köye asla zarar vermeyiz. Ben Ishigakure'ye bağlıyım, Ishigakure adı altında buradayım." diyecek ve cümlemi tamamlayacaktım. Son kısımları biraz daha sert söyleyecek ve dikkati oralara çekecektim.
İnsanlar bu şekilde yapılan konuşmalardan her zaman etkilenirler. Bu klasik siyaset politikasıdır. Biraz sesini yükseltirsin. Biraz aksiyon katarsın ve insanlar direkt olarak senden etkilenirler. Konuşmanın başında senden nefret etseler bile, konuşmanın sonu geldiğinde hepsi seni sevmeye başlar. Verdiğiniz güven duygusu, onları adeta met eder. Mayhoş bir tavır takınırlar konuşma bittikten sonra. Adeta artık diyeceğiniz her şeye inanır gibi olurlar. İnsanlar böyledir. Her insanın doğasında aynı şey vardır. Başkalarına inanmak, başkalarına güvenmek. Ve en önemlisi de başkalarından etkilenmek. İnsanlar böyledir işte.
