Kapıdan içeriye doğru adımlarken, dudağımın bir kenarı hafifçe büküldü istemsizce. Daha basit bir şey istiyordum, aslını sorarsanız... Bir avuç adamın, bir başka avuç adamın hain olduğunu göremediği; hatta onları kolay kolay yenemediği bu kentte, böylesine bir düzeneği göreceğimi tahmin etmemiştim. Benim dahi okuyamayacağım bir seviyede işlenmiş mühürlere, kısa bir süre için, hayranlıkla göz attım. Keyiflendim de, bir yandan... Yeni bir şeyleri görmek, daha yüce ve güçlü!.. Her zaman keyiflidir. Bu mühürleri işleyebilecek birileriyle tanışmak ise pahasını kolayca hesaplayabileceğimiz bir şey değil. Inaba Keiji? Muhtemelen. Ben de krallığımın girişine böyle bir sistem yaptırmalıyım. Eğer yeterince düşmanları olmayan bir kral olursam, bu benim ayıbım olurdu. En azından şuana kadar bunu öğrendim.
Düzeneğe alıcı gözüyle son bir bakış daha attıktan sonra, zihnimi göreve döndürdüm. Birkaç saniye önce bulunduğum yerden gözlemleyemediğim shinobiyi fak ettim. Toz... Bir metafor değil, hayır, gerçekten! Adam sadece toz içinde kaplıydı. Ne yaralı, ne de başka bir halt. Ama kulenin, yeniden yamandığı belli olan duvarını düşününce; çok da garipsenecek bir şey gibi gelmedi. O da Inaba Keiji değildi, besbelli. Korumalardan bir başkası, ikinci ve son müdafaa hattı. Eğer düzeneği atlatıp, kitap okuyan shinobiyi bile halledersek, ortaya çıkacak son adam. Pür dikkatle bizi izleyişine karşılık, aynı duruşumu korudum. Tebessüm görmedim ve ben de göstermedim. Dosdoğru baktım sadece, o benim ruhumun derinlerini okumadan önce; ben onunkine ulaşmayı denedim. İyi olan kazansın ve fethetsin.
Ben daha size, metal bir kapı ve üzerindeki dört kilidin ne kadar paranoyakça olduğunu anlatamadan... İlk görevli, söylediklerimi tekrarlayarak dikkatimi ona celp etmişti. Görevlinin konuşması ve arkadaşına dönüşü, öteki adamı da harekete geçirmişti. Kısa bir an için, ben de yanımdaki dostuma baktım, bir şey söylemek için değil elbette. Orada olduğunu bilsem de, diğerlerine bunu gösterme gereği duymuştum. Eşitiz. Bana soracak olursanız, biz kazanırdık demek için. Tabii bir farklı teori de, bu düzeneği yazacak kadar komplike adamların, bizzat karşımızda olabileceği gerçeğiydi ki... Hadi ama. Eğer riskleri konuşacak olursak, bu hayat bu kadar eğlenceli olmaz. O yüzden... Devam edelim!
Ardından tekrar buyurdu, ilk shinobi. Sorguladı bizi, bir kez daha. Cevabı düşünmeye koyulmadan önce, hangisinin daha çok beni rahatsız ettiğini sorguladım. Adamların bezginliği mi, yoksa sorgulanıyor oluşum mu? İkincisini pekala anlayabiliyordum, rütbeden veya saygınlıktan daha önemli bir şeyin motivasyonuydu bu: ölüm korkusu. Ama peki ya ilkine ne demeli? Heh. Dünyamızda hiç saygı kalmamış. Belki başka bir hayatta, başka bir bedenin içine hapsolmuş olsaydım farklı bir şeyler yapardım. Saygıyı kazanmak için, et ve kanı biçerdim. Fakat, saygıyı kazanmanın doğru yolunun bu olduğunu artık düşünmüyorum. Farklı bir yöntem izlemeye karar verdim. Beni ben yapan hammaddenin, hayat almak olmadığını buldum. Umarım haklıyımdır.
"Cevaplamaktan memnuniyet duyacağım sorular." Gayet sakince cevapladım. Ne alayla, ne de öfkeyle... İçine düştüğümüz durumun ciddiyetini, her ne kadar karşımdaki adam göstermese de, ben gösterecektim. "Sadece Inaba Keiji'nin önünde elbette."
Bizi içeri almayacaklardı, besbelli. Güven, iki taraflı şeydir diye duydum. Doğru mu, ben bilmem. Hiçbir zaman güvenmeyi ihtiyaç haline getirmedim. Güven basit ve geçici bir şeydir. Anlıktır. Güney rüzgarının önünde duran bir mumdur ve dahası değildir. Ama insanlar böyle düşünmez genelde. Güven kazanılır. Haklıdırlar belki de, haksız olduğum çok şey var dostlarım. Belki de biraz sonra yapacağım şey, sadece beni değil, dostumun da başını belaya sokacak. Risk almaya karar verdim. Ufak bir tane, neyse ki...
İki adamın da görebileceği şekilde ve olabildiğince yavaş bir şekilde, belimdeki shinobi çantamı sökecektim. Her iki adamın da ne yaptığımı görüp endişelenmemeleri için, olabildiğince sakindim. Çantamı ne açacaktım, ne de bir hamlede bulunacaktım. Çantamı belimden söktükten sonra ise, bizi ilk karşılayan shinobinin hemen önüne bırakacaktım. İki elimi arkada birleştirecek ve neler olacağını görecektim. Ben adamlara güvenmeyi tercih etmiştim, onlara nazaran. Ve ilk güven hareketinin de benden gelmesi gerekmişti. Ha tabi benim gibi bir shinobi için, bir avuç kunai ve shuriken, çok büyük bir kayıp olmaz tabi... Onu çaktırmazsanız sevinirim!