"Seninle konuşmuyordum."
Size daha önce söylemiştim, burası bir akademi değil. Siz düştüğünüz zaman, kimse sizi kaldırmakla uğraşmayacak. Yapamadığınız bir beceriyi, yarın tekrar denemek üzere rafa kaldıramazsınız. Bir yarınınızın olacağının garantisi bile yok. Burada... Sadece tek şanslarınız olur. Onları iyi değerlendirebiliyor musunuz? Tebrikler. Ama benden başka kimse sizi tebrik etmeyecek, hatta belki ben bile!.. Onları iyi değerlendiremiyor musunuz? Öleceksiniz, yeterince talihli olanlarınız için konuşuyorum. Sonuçta... Ölümden daha kötü sonlar da vardır. Tüm bunlar size çok mu ağır geliyor? Üzgünüm. Artık geri dönüşü olmayan bir noktadayız. Son durağı kaçırdın.
Ruhunun köklerindeki hainlerini sürekli ve hiç durmadan kusan dallamaya doğru, küçümseyen bir bakış attım. Onu, yeteneklerini, planını, Kurataları, becerilerini ve geriye kalan her şeyini yerin dibine sokan cinsten... Dalga geçen ve büyük ihtimalle de, dallamayı daha çok sinirlendiren bir bakış. Hain olması ile hiçbir problemim yoktu aslında. Hayat... Herkes yapmak zorunda olduklarını yapar ve yapacaktır. O hain olması gerekiyordu, ben ise onun celladı... Hayatın düzenine karşı gelmek, benim asla çiğnemeyeceğim bir tabuydu. Sadece... Shinobi ünvanına bu kadar leke sürülmesini hazmedemiyordum. Dikkatsiz, duygusal ve pervasız. Hoş. Kagami'de tüm bu sıfatları taşıyordu. Fakat o dışarıda, ben ise içerideydim, bu iki salak ile birlikte. Birbirlerinden ayıran şey neydi? Eğer sadece yetenekleri ve amaçlarıysa, çok üzülürüm.
İki salak... Aslında bu yanlış bir tabir. Bir tanesi salak olabilir. Fakat yanındaki... Hayır, değil. Deminden beri elemanı kontrol altında tutmaya çalışan ve kısmen de olsa başaran bir adama aptal diyemem. Şimdiye kadar tüm hareketlerimi izledi ve bir şeyler yapabileceğimi tahmin ediyor olmalı. Elimin altında yanan demirleri tahmin ediyor mudur? Eh, heyecan verici bir rakip olurdu. Bir yandan da planım suya düştüğü için hayal kırıklığına uğrardım. Ama bir şeyler değişmezdi. Olması gereken, olacaktı. Şimdiye kadar işe yarayan tek plan üzerinde yoğunlaşacaktım. Öfkeli dallamayı tahrik etmek ve daha çok kendini kanıtlamasını sağlamak!
"Söz sahibi olan sensin, öyle değil mi?" İfadesiz adama doğru sorumu yöneltecek ve bakışlarımı, daha çok, onun üzerinde yoğunlaştıracaktım. Sürekli orada olduğunu göstermek için ağlayan bir bebeği, daha çok ağlatmanın tek yolu buydu. Öfkeli adamı görmezden gelecektim. O da daha çok kızacak ve bana bilmem gerekenleri anlatacaktı. Yada... Öfkeli bir heriften çok daha tehlikeli olduğunu düşündüğüm ifadesiz adama odaklanacak ve onu tartacaktım. O da mı işe yaramadı? Pekala. Sadece birazcık daha zaman kazanacaktım. Burada, ayaklarım ve sırtım kuru; karnım (eh) pek olabilirdi. Peki ya Bachuru? Peki ya Ishio? Hatta Kagami... Ama az kaldı. Elimin altında gevşeyen demiri hissediyordum. Sadece, dayananın, olur mu dostlarım...
"Planınızın sadece Kagami'yi ve bizleri ortadan kaldırmak olmadığı açık. Neyi hedefliyorsunuz? Nikkougakure'mi? Onu size verebilirim. Her küçük sırrını, gizlerini ve zayıflıklarını... Sadece sormanız yeter."
Sırıttım. Bu sırıtışın gerçek olup olmadığını, ben bile bilmiyorum. Karanlık zindanlarda, bir masanın başına toplanıp, tüm insanlığın kaderini değiştirenlerden pek bir farkım yoktu aslında. Nikkougakure hakkında, altın nesilden bir Chuunin olarak, Umigawa gibi çürümüş bir liman kentindeki tüm shinobilerden daha çok şey biliyordum. Sadece bunları kullanarak yapılacak bir saldırıda, kayıplar, onları hatta yüzleri bulabilirdi. Yüzlerce can! Düşünebiliyor musunuz? Eğer benden bu bilgileri söküp alabilselerdi... Ne yazık ki, efsanelere ve klişelerle alakalı fetişim; sadece kahramanlık öyküleri üzerine. Gizli kapılar arkasında dolaplar çevirmek bana yasak bir haz veriyor, bunu kabul edebilirim. Ama hepsi bu. En azından, şimdilik. Tüm ülkeyi satacak adam olmaya, hazır değilim.
Peki ya hazır olacak mıydım? Bu, başka bir günün konusu.