Tüm mitolojiler, dinler, masallar ve söylentiler... Tüm bunlar, birbirlerinden uzak kültürlerde ortaya çıkmış olması veya birbirleri arasında yüzyıllarca fark barındırmasına rağmen, kendi içinde aynı öykünün sonsuz ekosundan başka bir şey değildir. İlginç ve hatta akıl almaz, bir çeşit deli saçması, ha? Değil aslında. Eğer bir deliyi, bu deliyi, uzun süre dinlerseniz; size, tüm mitlerde ve masallarda, bir şeytan figürünün olduğunu söyleyecektir. Fiziksel olarak bin bir farklı şekilde tasvir edilmiş olsa da, hepsinin ana fikri aynıdır. Onun nasıl birisi olduğunu biliriz, öyle değil mi? -dinler, mitler ve geriye kalan tüm yazılı ve sözlü edebiyatımız sağ olsun!- Kötü olduğunu biliyoruz. Hatta sıradan bir insanoğlunun, idrak seviyesinin çok üstünde bir kötülükten bahsediyoruz. Uzak durmalı ve asla ona yanaşmamalıyız. Onun gibi olmamalı ve onun fısıltılarına inanmamalıyız. İnanmamalıyız... İşte tam burada bir sorun var, tam bu noktada! Bu noktaya gelene kadar, kulağımıza yüzlerce şey fısıldanmış olsa dahi, gerçekten onu ayırt edebilir miydik? Tüm hayatımı, en uçarı efsaneleri keşfetmek ve büyülenmekle geçiren ben... Ben ayırt edebilir miydim? Yalanlarını, gerçeklerden ayırabilir miydim? Gerçi ben iyi bir örnek değilim, bu durumda... Ben eğer şeytanı görecek olsam, kendisiyle iki çift laf etmeye dalardım. Devlerle güreşir, tanrıların kendi biyografilerini yazmalarına yardımcı olurdum. Ama, şeytanların yalanlarını ayırt etmeye çalışsaydım... Bunca şeye rağmen, yapabilir miydim?
Kahramanların her zaman tek bir şansı olur. Nereye giderseniz, hangi öykünün içinde yer alırsanız alın... Bu böyledir! Tabii ki burada risk alacaktım. Risk alacak ve gerekirse Kagami'nin beni asması için, ona yeterince sebep verecektim. Ana karakterler, sen, ben, o... Biz bunu yapmazsak, bunu bizden başka kim yapardı ki? Bende, yapayım dedim. Yaptım. Peki ne kazandım? Aynı hikayelerdeki kahramanlar, ana karakterler, başrol oyuncuları gibi... Tüm kaderi, tüm görevin kader akışını değiştirebilecek miydim? Önümde, sonbahar rüzgarında titreyen yapraklar misali sallanan shinobilerin söyledikleri... Tüm bunları sağlayacak mıydı? Gerçekten de, tüm hayatımı adadığım hikayeler, bir şeyleri temsil ediyor muydu? Yoksa, aynı ayırt edemediğim yalanlar gibi, kendi kendimi mi kandırıyordum? Hepsini zaman gösterecekti. Sonucunda ise pişman olmayacaktım, ondan eminim. Hayat, sıradanlık için fazla kısa ve acımasız. Eğer her inandığım gerçeğin yalan olduğunu öğrenebilecek şansım olsaydı bile, bunu değerlendirmezdim sanırım. Gerçi onun yeri de, tam şuan, şu zindanda; Kagami'nin baskın yapmasını beklemek değil ya... Odaklanmalıyım.
Odaklanmalı, evet! Önümdeki iki zavallı ruhun, söylediklerine odaklanmalıydım. Doğruları mı şakıyorlardı, yalanları mı? Yoksa, sadece inandırıldıkları şeyi tekrarlayan bir piyon olmuşlardı da; ben mi gözden kaçırıyordum? Düşünelim. Tüm liman şehrinin, istisnasız bir şekilde alkol ile vaftiz edilmiş olması... Yada, Kagami'nin tüm devriye ekiplerini bizzat ayarlıyor olması... Tutarlı mıydı? Sonuna kadar! Fakat... Tüm bunlar, duymak istediklerim değil miydi zaten? Kagami'ye karşı objektif düşünmediğim için, kolaylıkla manipule edilebilirdim, şşt... Kimseye, asla bunu söylediğimi söylemeyin, olur mu? Evet, nerede kalmıştık? Bu iki zavallı, beni manipule etmeye çalışıyor olabilirlerdi. Yada çoktan zihinleri yalanla doldurulmuş olup, bana inandırıldıkları saçmalıkları şakıyor olabilirlerdi. Fakat bir noktada doğruyu söylediklerinden emindim.
Bir şey yada birileri, Kagami'nin planını altüst etti.
"Teşekkürler baylar. Size inanıyorum." Zincirlerin arkasındaki adamlara, sessiz sessiz fısıldayacak ve ardından geriye çekilip, duvara yaslanacak ve Kagami'nin teşrif etmesini bekleyecektim. Peki ya ne yapacaktım? Kagami'nin dövüş kapasitesinin çok ufak bir kısmını görsem de, benim yeteneklerimin üstünde olduğundan emindim. Üstüne üstlük, dar bir zindanda hapsolmuştum. Hayır, hayır, hayır... Böyle şeyleri aklımdan geçirmeme bile ihtiyacım yok ki! Bu iki zavallı adam, zaten bana istediğimi vermişti. 'Kagami gelmeden önce ölen shinobi dostumuz anlatmaya başlamıştı, ancak yarım kaldı.' Ben bunu itiraf olarak sayarım, baylar... Ve umarım... Ve umarım siz de ne bok yediğimi anlarsınız. Pek sanmıyorum ama, hadi neyse!
Duvara yaslanacak, yüzüme taktığım o alaycı maskeyi geriye getirecektim. Dünya umurunda değil, sakin ve ukala... Evet. Son derece rahat bir pozisyonda, Kagami'nin içeri hışımla girmesini bekleyecektim. Daha önce ki tecrübelerime göre, beni görür görmez saldırabilirdi (ki bu onun için akılsızca olsa da, karakterine tamamen uyardı) veya konuşmama bile izin vermeden, beni tutuklamaya çalışabilirdi. Eğer saldırırsa, sadece savuşturma hamleleriyle kurtulmayı planlıyordum. Onun dışında, herhangi bir saldırgan tutum göstermeyecek ve herkesi kapıda gördüğüm gibi, son derece neşeli bir tonla şakıyacaktım;
"Eveet... Artık bir sonraki hamlemizin ne olması gerektiğini biliyorum, Bachuru, Ishio... Beni dolduruşa getirmek için pek çok şey zırvaladılar ama, aralarından bir tanesinin doğru olduğuna eminim. Şu öldürülen arkadaşları... Esas casusumuz, en azından bir tanesi, oymuş."