Hastanede yoğun bakımda iken bir inancının olması ne kadar da zor, değil mi ? Kendine gelip de "Olsun, Tanrı beni kurtarır, iyi günler getirir." diyemiyorsun. Kalbinin atışını duyduğunda ne kadar şanslı olduğunu anlayabiliyorsun. Yaraların iyileştiğinde mutlu oluyorsun. Ama aynaya baktığında, yüzünün bir parçasının senden alındığını görüyorsun. Sağa doğru baktığında, bir şey görmüyorsun. Kolunun yokluğu ve yüzünün dağılmış hali, Tanrı'nın bir cezası gibi geliyor. Tanrı eğer var ise, Tanrı'nın ne kadar cani, ne kadar kötü bir yaratık olduğunu düşünüyorsun. Düşüncelerinde boğulurken, çoğu felsefi akım aklına geliyor. İnanmak istediğin şeye inanmak yerine, kendini başka düşüncelere gitmeye zorluyorsun. Sonra da, ana felsefeni hatırlayıp gücünü, inancını, klanını sorguluyorsun. Gökyüzüne baktığında, aynı yağmur, aynı bulutlar. Sokağa bakıyorsun, aynı ışıklar, aynı topluluk, aynı hüzün. Hastanenin içine göz atıyorsun, hüzün artışı yüksek, depresif insanlar dolu, acının getirdiği duyguları ortaya çıkarmış bir topluluğun içindesin. Bu topluluktan çıkmak istiyorsun, ama çıkamıyorsun. Eninde sonunda geri dönüyorsun. Tanrı'nın, ya da herhangi bir insanın senden götürdüklerine bakıyorsun. Uzun bir süre element kullanamayacaksın, insanların sana olan bakış açıları değişecek. "Wakahisa klanı bu mu ?" gibi sözler duyacaksın. Bunların hepsini kendine hazırlamalısın Yuudai. Çünkü sen bir Wakahisa'sın, ve Wakahisa'lar pes etmez. Belki de, kendimle konuşmak yerine biraz hava almalıyım.
Yağmur damlaları elimde süzülürken, eski anılarım gözümün önünde canlanıyor. Çocukken yağmurda oyun oynamayı çok severdim. Kuzenlerimle her gün oyun oynardık. O zamanlar, sağ elimde süzülen yağmuru da hissedebiliyordum. Ama artık hiçbir şey hissetmiyorum. Kolumu kaldıramıyorum, çünkü o kol artık yok. Sargı beziyle sarılmış dirseğime bakıp o dirseğe bağlı olan geçmişi hatırlıyorum. Artık katanamı tutmak için tek bir ele sahibim. O eli kaybetmemek için elimden geleni yapacağım. Hayatımda bir dönüm noktası oluştu. Ben, artık eski ben değilim. Bir yılan derisini atar ya, ondan farkım yok artık. Ama o deri çıkarken, bazı parçaları da götürdü.
Görevin üstünden bir hafta geçti. Hastaneden taburcu olduğum günden beri, babamın zamanında verdiği sözü tutmasını sağlıyorum. Bana Kendou stilini öğretmesini sağladım. Hala gelişiyorum bu konuda. Ayrıca, Chakra kontrolünün önemini farkettim. Bu nedenle yine babamın beni çalıştırmasını istedim. Görevden sonraki hafta içinde iyi bir gelişme gösterdiğimi düşünüyorum. Babam, Wakahisa klanının tasarımcılarının bana bir maske tasarlayacağını söyledi. Bunu özel olarak ben istedim. Şimdilik normalde taktığım pelerinin kapşonlu versiyonuyla geziyorum. En azından iyi hissetmemi sağlıyor, Ame havasına da uygun. Evden çıkıp biraz hava almanın vakti geldi.
Klan bölgesinden çıkıp Amegakure'de bulunan normal konutlardan meydana çıkan yolda ilerlemeye başladım. Biraz karnımı doyuracağım sanırım. Bu soğuk havada sıcak bir ramen iyi gelir mesela. Tam da meydana çıkacakken sağ tarafımda bir çöplük gördüm. Çöplükte ise hiç orada olacağını düşünmeyeceğim, Süper Elit Chuunin Yabuko yatıyor. Yanına gittim ve gülümsedim. Ama bu, mutlu olduğumu belirten bir gülümseme değil. Çektiğim acıları tek bir gülümsemeye aktarmaya çalışıyorum. Ona oldukça yakınlaştım ve konuşmaya başladım. "Kenzan benden bunu aldı, ya da attığın parşömen de diyebiliriz. Peki senden ne aldı, Yabuko ?" Sonra da içtiği içkiye, ve bulunduğu duruma baktım. "Pek de bir şey almamış anlaşılan, süper elit chuunin." Kin beslemeyi sevmem, o yüzden sohbet etmek iyidir.