Boynunu kütlete kütlete, ve olabildiğince ağır adımlar ata ata evine doğru yürüyordu Kusanın nemden geçilmeyen sokaklarında. Sorunsuz bir devriyenin verdiği rahatlık ile bir günü daha bitirmiş ve evine dönüyordu. Tam anlamıyla ayaklarına kara sular inmişti. Lakin bu yorgunluk onun zoruna gitmeyen bir yorgunluktu. Zira köyünü korumak onun en büyük tutkusuydu. Ne zaman gir görevi bitirse, içindeki o mutluluk pıtırcığının tomurcuklanmasını engelleyemiyordu. Onun kim olduğunu bile bilmeyen insanlar için fedailik yapıyor, onların hayatını kendi hayatının önüne koyuyordu. Himei için bu erdemli bir davranıştı ve herkesin yapabileceği bir şey değildi.
Vücudunda kalan son enerji kırıntısınıda en yakındaki çatıya zıplamak için kullandı. Eve gitmeden önce biraz keyif çatmak istiyordu aslında. Hem biraz dinlenirdide. Cebinden hiç bir zaman yanından ayırmadığı mızıkasını çıkardı. Kuru boğazını temizlemek içinse yarısı dolu matarasından biraz su içti. Kuru boğazla mızıka çalınca çıkan sesten hiç bir zaman hoşnut olmamıştı. Sanat yapmak hiç bir zaman basite indirgenmemeli aceleye getirilmemeliydi. Gerekli hazırlıklar maksimum özenle yerine getirilmeliydi. Bir şeyi atlasa yada özenmeden yapsa içi rahat etmez gerekirse baştan başlardı. Bunları düşünürken bile yüzünde oluşan hafif tebessüm bu işi ne kadar zevkle ve severek yaptığının göstergesiydi aslında.
Mızıkasını mendiliyle narince temizlemeye başladı. Parmak izi yahut başka hiç bir şeyin kalmasını istemiyordu. Pek titiz biri değildi ama iş kılıcına ve mızıkasına gelince dünyanın en temizlik düşkünü insanına dönüşebilirdi. Temizliğini yaparken sessiz sessiz mırıldanıyordu çalacağı melodiyi. Tüm bunlar aslında rutindi. Bir görev dönüşü, gün batımı, Himei ve mızıkası. Tek başına, yalnız. Sakince mızıkayı dudaklarına götürdü ve çalmaya başladı. Gözleri kapalı bir şekilde bıraktı kendini mızıkanın hüzünlü sesinin büyüsüne.