İnsan derdine kadar koyarmış rakıyı
Yoksa anılarınız bir duble rakının ağzında
Küçük küçük gözyaşları bırakın masanın bir kenarına
Bugün babamın ölüm yıl dönümü. Dürüst olmak gerekirse babamı kaybetmemin ardından kaç yıl geçtiğini tam olarak hatırlayamıyorum. Belkide bu detayın bana zarar veriyor olmasından dolayı bildiğim halde bilmiyormuşum gibi davranıyorumdur. Herneyse. Gecenin bir vakti ve ben hafif bir esintinin altında babamın mezarının başına dikilmiş öylece izliyorum. Sabahları oldukça canlı olan bu yerin geceleri bu kadar sessiz ve ürkütücü olması beni korkutmak yerine rahatlatıyor. Nedense insanların beni bu haldeyken görmesini istemiyorum. Böyle derken sanırım ağlarken, evet bu lanet yere her geldiğimde ve babamın ölüm anını kafamda her canlandırdığımda bu oluyor. Bu sefer göz yaşlarım babamın kanına değil, toprağına karışıyor. O gece ile bu gece arasındaki bir elin parmak sayısını geçmeyecek farklardan biride bu sanırım. O gün mezarlığa annemi görmeye gidiyordum, bugün babamı. O gün babam yanımdaydı bugün pişmanlığım. Farklar bunlar işte, bir kaç tane daha var ama kafa yormaya gerek yok şimdi. Daha önemli mevzular var, aradan kaç yıl geçtiğini bilmesem de (!) epey bir zaman geçti. Ve ben hala ne babamı gururlandıracak bir shinobi oldum nede onun intikamını aldım. İşe yaramaz bir çöp parçasından ne farkım var bilmiyorum, hatta şu zamanda işe yaramaz bir çöp parçası bile bir şeylere yarıyor; ama ben yaramıyorum.
"Ah baba, özledim seni cidden. Kel kafamı okşayışını, benden hiç umudunu kesmeyişini, ne bileyim ben seni özledim be baba. Senin gibi bir adama niye kıydılar, kim kıydı hala bilmiyorum. Şimdi sorsan bana, 'Oğlum bana kıyanları bulsan bile ne yapabileceksin ki?' inan baba ben onuda bilmiyorum. Hoş o günden bu yana güçlenmedim değil, güçlendim. Yüzün gülsün, aptal oğlun gün geçtikçe güçleniyor. Arkadaşın bana iyi baktı. Günde 100 mekik, 100 şınav ve iyi bir beslenme ile bu hale geldim. Yumruğumla dağları, bakışımla da köyün genç kızlarını dağıtıyorum. Şaka şaka."
Acaba bu söylediklerimi duyuyor mudur? Kim bilir. Ama umarım duyuyordur. Toprağın altında çürümüş bir insan bedenine değilde babama konuşuyorumdur.
"Neyse baba. Artık ben gideyim, belki seneye iyi haberlerle gelirim. Jounin olmak falan, öhm öhm. Tamam uçtum yine ama iyi haberle gelirim işte. Hadi görüşürüz..."
Gözyaşlarımla sulanan mezarlığa son bir bakış attıktan sonra yavaşça attığım adımlarla ellerim sweatshirt'ün ceplerinde bir şekilde yürüyorum öylece. 19 yaşımdayım artık ve son dört yılımı sadece yaşlı bir adamla idman yaparak, çalışarak geçirdim. İyi bir gelişim gösterdim ama bunun yeterli olmadığını içten içe biliyorum. Arada sırada aldığım o düşük seviyeli görevlerle gücümü testte edemedim, bir ara şöyle dişli bir rakip gelsede az ciddi ciddi daşak yarıştırsak. Şu ay bir bitsin zorlu bir görev alırım belki.
Mezarlıktan çıktık, yürüdük köy meydanına geldik. Gecenin bu vakti benim köy meydanında ne işim var bende bilmiyorum ama hazır gelmişken şöyle güzelinden bir ramen yesekte gönlümüz gönlümüz açılsın diyeceğim tam, bu saate açık ramen yapan bir yer var mıdır ki? Sanırım var. Bizim dayı yedi 7/24 açığım diyordu. Bu arada bizim dayı derken eskiden babam ölmeden önce düzenli olarak ramen yediğimiz bir esnaf vardı, iri yapısı ve pala bıyığından ötürü dayı derdik ona. Dört oğlu ile birlikte işletiyor orayı, anasını satayım adamlarda nasıl bir gen varsa yemin ediyorum hepsi dayının kopyası. Hani bir ninjutsu vardı ya, neydi adı? Ha! Kage Bunshin, sanki adam onu yapmış. Birde rameni hangisi yaparsa yapsın tadı da aynı. Adamın daşakları sağlam çalışıyor, haklarını vermek lazım.
Neyse işte öyle böyle dayının mekana doğru gidiyoruz. (Esner ve etrafına şöyle bir bakar) ne kadar da karanlık la... He doğru ya gece vaktinde idik dimi. (Elini yüzüne götürüp kendi aptallığına güler ve elleri ceplerinde bir şekilde yürümeye devam eder) Dayının mekana gitmek için şu sokaktan dönüyorduk dimi la? Dönüyorduk galiba, neyse dönelim sokak yani, en fazla 19 yıldır yaşadığım yerde kaybolurum, ne ki yani. (Sokağa girer.)