"Düşündüğün kadar çok aklın olsaydı sen de yaşıyor olurdun." diye mırıldandı kız. Tek odalı evinin ortasında ne kadar sessizce konuşmuş olduysa olsun söylediği saçma argüman duvardan sekip ona başka birinin sözleriymiş gibi geri gelmiş ve istemsizce kendi kendiyle dalga geçmesine sebep olmuştu. Elbette duvarında asılı tek defter parçasında yazılı olan şeyi yazmış olan adam düşündüğü kadar zekiydi, tam olarak da düşündüğü kadar. Bu yüzden yetimhaneye giderken evi ateşe vermeden önce aldığı tek şey buydu ya.
Babasının tembihlerini eksiksiz uygulamıştı o gün, kendi ayaklarıyla Saklı Yağmur köyüne göre sıcak evinden yetimhaneye bile yürümüştü ama o zamandan beri babasını sevmesin sağlayan tek şeye, tek düşünce parçasına arkasını dönememişti. Babası hikayedeki ağustos böceğiydi ve kaçıp gittiği için Tama onu suçlayamazdı.
Üstündeki tek şey olan nemli, kalınca ve genç kızın vücudunu bir kaç kat daha büyük gösterecek kadar pofuduk bornozunu kabuk değiştirir gibi çıkarıp yere doğru kollarından aşağı süzdü. Bir anlık çıplaklık güzel vücuduna saldırmak isteyen ama aslında çoktan kalorifer peteğine yenilmiş soğuk esintileri harekete geçirmiş ve kabuk değiştirmiş ağustos böceğine en zayıf anında saldırmıştı. Babası gibi metafor yapabilir ve bornozdan özgür oluşunda, bornozun ona yararından da özgür ve soğuğa karşı savunmasız olduğunu yazabilirdi bir kenara. Bunun yerine tek penceresinin altındaki peteğin yanına oturdu ve gökyüzünü görebildiği tek yerin keyfini çıkardı hava kararmadan önce. Daha ikindi olmamıştı, ama yarım saat sonra yağmur yine yağmaya başlayacak ve zaten bulutlu gökyüzünü tamamen saklayacaktı. Penceresi, başka bir evin penceresini bir metre kadar öteden görüyordu ama tam minderi koyduğu yerden; tam da şu an oturduğu yerden bakınca iki devasa apartmanın çatılarının arasından ince bir şerit gibi görebiliyordu gökyüzünü işte. Tabi gökyüzünü dışarı çıkıp alabildiğine görebilirdi, günün yarım saatlik güneşini tenine alabileceği bir yer de bulabilirdi; ama huzurlu hissetmediği bir özgürlük istemiyordu. Ve dışarıda; diğer insanların yanında bırak çırılçıplak oturmayı, konuşurken bile zorlanıyordu. Şükür ki insanlar da görmedikleri birinden konuşmasını beklemiyorlardı. Düşününce... Baya yetenekli bir shinobi'yim sanırım. Doğuştan farkedilmezlik yeteneğim bile var. diye kendiyle konuştu dudaklarını kıpırdatmadan. Pencere camının ıslanmasıyla kaybolan gökyüzüne veda ediyor olmasa gülümseyecekti bile kendi kendine yaptığı dandik latifeye. Derken pencere camını titreten gök gürültüsüyle yerinde sıçradı.
İşareti almıştı, giyinmeye koyuldu. Her boş gününde yaptığı gibi yağmur yağmaya ve hava kararmaya başlayınca dışarı çıkacaktı. Tam da insanların içeri girmeye başladığı zamanlarda, ne tesadüf! Hayatın en boş çelişkisiydi belki de; babası tarafından silik bir tip olarak yetiştirilmek ama babası tarafından yetiştirilmediği için farkedilmek istemek. Mesela gök gürültülerinden hala korktuğunu söyleyebileceği kimse yoktu, korkması için hiç bir sebep de yoktu aslında. Güçlüydü, akıllıydı ve gök gürültülerinin korkunç yaratıkların bağırışları olmadığını bilecek kadar büyümüştü; en azından çoğunun.
Babasına sarıldığını, babasını öptüğünü, babasının onun başını okşadığı zamanları hatırlamıyordu Tama. Tek bildiği şey babasının babası olduğu, çoğunlukla evde olmadığı ve evde olduğu zaman da küçük kıza oyalanacağı bir şeyler bulup- çoğunlukla sıkıcı şeyler- odasına kapandığıydı. Ama çok iyi hatırladığı bir şey vardı; ne zaman bir gök gürültüsü duyarsa duysun babası yanında belirmişti. Ne kadar uzun süredir gitmiş olursa olsun, o gün odasına girip dikkatini dağıttığı için Tama'ya ne kadar kızmış olursa olsun küçük kız gök gürültülü gecelerde babasının kolları arasında uyumuş ve pencereler titreyip gecenin bir yarısı uyandığında babasını hemen yanında bulmuştu.
Korkma bu gece,
Kaybolmazsın.
Gölgeler düşse de her yere,
Yıldızlar bulur yollarını yine.
Ve sen her zaman güçlü olabilirsin,
Yüksek sesle söyle şarkını şafakla.
Şafak bir kalp atışı kadar, kızım,
Umutsa gün doğumu kadar yakın.
Annesi daha güzel söylerdi bu ninniyi, yaşlı adamın söylediğine göre. Genç kızın annesiyle ilgili bildiği şeyler de tam bu kadardı. Yine de babası hakkında bildiklerinden fazla gibiydi. Apartmanın dış kapısından çıkarken izin verdi başka diyarlardan gelen yağmurun yüzünü okşayıp saç tellerinde gezinmesine. Sonra şemsiyesini açtı ve köy meydanına doğru yürümeye koyuldu küçük adımlarla. Biraz erzak alır, ardından köyde kaybolana kadar yürür, ardından yolunu geri bulana kadar daha çok yürürdü büyük ihtimalle bugün. Belki kütüphaneye de uğrardı. Yapacak hiç bir şeyi yoktu, birazdan sokak lambaları yağacak ve hayatını tek bir metaforla özetleyebilecekti Tama; Sokak lambası ışığında yağan ince yağmur damlaları var ya, işte onlar hızlı geçtiklerinden sanki beyaz ipek iplermiş gibi görünüyorlar. Rüzgarda karışınca da örümcek ağına benziyorlar, odamın kuzeydoğu köşesinde bir örümcek ağı var. Eğer örümcek yakaladığı sineğe doğru hareket ediyorsa ağ titrer. Yağmur ne kadar sağanak yağıyorsa benim hayali ağlarım da o kadar çok titriyor. İşte o kadar çok korkuyorum baba.