Oh Sister, Where Art Thou? Ne zaman uyuyakaldığını hatırlamıyordu, ancak karanlığın ortasında, yatağında sigara ve pasta keyfi yapmaya başladığı vakitten uyuyakaldığı ana kadar, tek bir şey düşünmüştü. Kansız bir velet olmanın gerektirdiği soğuk parmak uçlarını bile ısıtan, orman meyveli sakızın verdiği mutluluğu hissettiren, masum bir düşünce: Yeni bir yuva yaratmak. Başarabileceğinden emindi elbette. Sabah güneşini en güzel şekilde alan oturma odasında, balkonun hemen önünde egzersiz alanını yaratmak ne kadar zor olabilirdi ki? Peki ya Nishiyama'yı da düşünerek, tabak çanak miktarını biraz arttırmak? İkinci el de olsa güzel, kahverengi bir koltuk almak, en üç kişilik olanından? Duvarları rengarenk boyayıp, yerdeki sehpanın etrafına bir kaç minder atmak hiç zor değildi zaten. Biraz para biriktirirse, uyanmamak için şımarabileceği büyük boy bir yatak alabilirdi de!
İşin içine Kyou girene kadar, her şey bu kadar basitti işte. Daha yeni mortu çekmiş, ölmek için çocuğun eski evini seçerek, omuzlarına anlamsız bir yük bırakmış kız kardeşi Kyou; Shiomiya Kyou. Kendisinden on bir ay büyük olan abisi ile aynıydı her şeyi kızın; oturması kalkması, konuşması kahkahası... Tek farkı, madde bağımlısı olması.
"Neden tekrar karşımda ki şimdi?" Diye düşündü çocuk, "Neden burada?"
"Ev hayaletli!" denilmişti zaten de, hayalet neden Kyou'ya ait olmak zorundaydı?
Hayaletler gerçek miydi ki?
Sigara yerine mazot mu içiyordu bu çocuk?
Yoksa deliriyor muydu?
Belki de sadece hayal görüyordu, kötü bir hayal.
"Tuvalet takıntın mı var senin?" "N-nası' bir soru bu?" "Hani... Şu an işiyorum da, ve arkamdasın."
Bu manyağın hayaletini bana musallat etmek hangi tanrının fikri acaba öğrenebilir miyim? Cenabet de dolaşmıyorum ulan, reva mı bu bana? Sabah kalkar kalkmaz gördüğüm şey aha bu sikik hatunun hayaleti oldu. Altıma sıçıyordum şerefsizim! Bir bağırdım, bir bağırdım... Nishi, Daichou binasına gitmemiş olsaydı o saatte,
"Ahanda suikast!" diye kapımı kırıp beni kurtarmaya gelebilirdi sanırım o bağırışlarımda. Neyse açıklayayım ben size durumu; aha bu puştress var ya, puştun dişi hali yani; eskiden bu evde 'yaşayan' hayaletle karşılaşmış da, benim ayarlarımı iyice bozup 'azıcık' eğlenmek için anlaşma yapmış onunla. Tabi Kiyo kim ki amına koyayım, herkes uğraşsın benle, yaşayanlar yetmiyor ölülerle de uğraşayım peki. Uyandığımdan beri peşimde dolanıyor, arsızca sigarama sulanıyor, duvarları boyarken elimdeki fırçayı ittiriyor falan. Gariptir ki ben ona dokunamıyorum, ama o bana dokunuyor! Bir ara genjutsuda olup olmadığımı düşündüm kendi kendime, çok da bilmem bu konuları, ama biraz sesli düşünmüşüm ki duydu kevaşe.
"Deneyelim genjutsu da mısın değil misin?" diye atladı üstüme kafamı duvara çarpmaya başladı ceviz kırar gibi. Artık mutfak duvarlarımdan birinde kan lekeleri var, çok hoş.
Sifonu çekip üstümü başımı toparladım ve ellerimi yıkadım. Tamam pasaklının tekiyim de iğrenç değilim amına koyayım, tabii ki de yıkayacağım. Arkamdaki tipsize kötü kötü bakmak için döndüm biraz, ama göremedim. Onun yerine, tuvaleti şöyle bir gözlerimle taradığımda yerdeki şok edici görüntü ile karşılaştım. Bu mal gitmiş, ben ellerimi yıkarken sanırım, klozetin yanına yere atmış kendini. Ellerimi yıkarken diyorum zira ben işerken yere uzanmış olsa hem dünyanın en rahatsız açısından çükümü görecektir ki bunu ikimiz de istemeyiz, hem de fark etmemem imkansız. Neyse, efenim atmış kendini yere, gözlerini de nasıl becerdiyse donuklaştırmış. Sanırım hayalet olunca gelen default yeteneklerden biri olabilir. Saç baş dağınık. Tabi onu böyle görünce nedensiz yere tırstım, ufak bir hayret çığlığı koptu ağzımdan. Ama çabuk toparlayıp azarlamaya başladım.
"AMINA KODUĞUM! BİR KERE YERLER O NUMARAYI!" Bu sikik gitmiş, benim onun cesedini bulduğum sahneyi canlandırıyor, aklı sıra benimle eğleniyor. Fake ceset işte.
"Tuvalet dediğinde aklıma geldi. Beni bulduğunda bööööleydim di' mi? Hah!" Tamam, böyleydin de, daha taze ölüsün, insan öldüğüne biraz üzülür? Ölümünle dalga geçmen için bir kaç yüz yıl daha beklemen gerekmiyor mu? Bu kadar çabuk mu kabullenir insan? Her şeyi geçtim, hayaletsin sen, demin dediğim default özellikler sayesinde, benim eski evimden sırf bu sahne yüzünden taşındığımı biliyor olmalısın.
"Kalan son dozumdu o bir de biliyor musun? Yazık oldu kafasına varamadan nalları dikmem." Dedi, oflaya poflaya kalkarken yerinden. Karıya bakar mısınız? Pazarda gördüğü tişörte para yettirememiş de onu anlatıyor sanki kevaşe, çok normal bir şeymiş gibi. Yahu duymak istemiyorum uyuşturucu ile alakalı bir şey, hayaletsin sen edebinle korkut insanları. Arkadan
"Bö!" yap mesela, neden mental saldırı yapıyorsun? Tekme sallamak geldi içimden, nitekim salaklık yapıp salladım da ama tabi içinden geçti tekmem ve ben dengemi kaybederek bir güzel tuvalet kapısına yapıştım. Ensemden tutup, yere oturttu beni zorla. Lan çok büyük haksızlık ama ya, benim de ona dokunabilmem lazım, neden dokunamıyorum? Valla bir şey yapmayacağım. Döveceğim sadece, birazcık.
"Tekme mi? Aşk olsun be aaaabi, atmayan kalbimi kırdın cidden!"
Suratına tip tip bakmakla yetindim kalkmaya çalışırken, ama oturur vaziyette kalmam için ısrarla omzumdan bastırıyordu arkamda dururken. Tekrar konuşmaya başladı ve konu daha da rahatsız edici vaziyete girmeye başladı. Anlaşılan zihnimi daha fazla nasıl rahatsız edebileceğini buldu.
"Biliyor musun? Senin gece devriyenden dönmene dört saat kala girmiştim o tuvalete. Tam dört saat bekledi cesedim yerde, çok üşüdüm!" Omuzlarımı bırakıp karşıma geçti ve abartılı hareketlerle üşüyen bir insanı taklit etti. Cidden, onu bulduğumda bayağı bir soğuktu da, bunu neden söyledi şimdi bana? Zaten yeterince suçlu hissediyorken neden daha fazla suçluluk yüklüyor bana? Hem cesedinin beklemiş olması konusunda cidden hatam da yok.
"Ne yapsaydım lan?! Vahiy geldi sanki bana o saatte öldüğünle ilgili de, gecenin beşinde arkadaşlarıma 'Canlarım, benim kız kardeş mortingen oldu sanırım, ben kaçar!' demedim. O işe kalkışmadan düşünseydin." Hazır omzumu da bırakmışken, fırsattan istifade yerimden kalktım hızlıca, suratımda sinirli bir ifade ile.
"Göte gelme ihtimalinin olduğunu illa ki biliyordun, işten kaçta çıktığımı da." Dedim tuvaletten çıkarken, hafif yüksek bir sesle. Kaçta evde olacağımın bir önemi var mıydı acaba? Düşünmeden söyledim sanırım. Ne yapacaktı, onu kafası kıyak ve can çekişir bir şekilde bulmama sebep olacak bir saatte mi alacaktı dozunu? Ve ben onu, o şekilde yakalasaydım ne yapacaktım? Öyle bir durumda nasıl müdahele edeceğimi bilecek medikal bilgim de yok ki. Düşünmek istemediğim konular hakkında düşünür haldeyim şu an.
Oturma odasına ulaşıp, yarım kalan duvarı boyamaya devam etmek için fırçayı elime aldım. Parlak, mor renk ile, kırmızı duvarın karşısını boyamaya başladım. Tabii ki de peşimden geldi kitapsızın kızı, Mızmız Miritu değil ki tuvalette oturup ağlasın etrafa su sıçratarak. Görmemeye, duymamaya çalıştım ama dibime sokularak konuşmaya başladı. Alaysız, biraz hüzünlü bir ses. Tıpkı bana o gün, bağımlı olduğunu itiraf etmek isterken takındığı ses tonu...
"Anlatmama izin verseydin, beni o halde bulmazdın belki." Boya kokusu kafa mı yapmıştı acaba?
Yoksa deliriyor muydu? Hayal de görüyor olabilir elbette.
Belki de vicdanı ve azabı, ona bir oyun oynuyordu. Kötü bir oyun...Bir elimde mor boya kovası, bir elimde fırça, bir süre donmuş vaziyette kaldım kurduğu cümleden sonra. Ölüler neden ölü olduklarını açıklayamamalı. Ölüler adabıyla mezarlarında yatmaya devam etmeli. Abilerinin evlerine musallat olup, onları delirtmemeli.
"Neden benden nefret etmekte bu kadar ısrar ettin?"
"Neden söylememe izin vermedin?"
"Neden kaçtın hep benden?"
"Neden?"
"Neden?"
"Neden?""ELİNİN KÖRÜ YÜZÜNDEN!" Elimdeki fırçayı tüm gücümle kıza fırlattım. Kıza temas etmeyeceğini unutmuş muydum, yoksa sadece elimdekini atmak mı geldi içimden bilmiyorum ama fırça kızın içinden geçerek karşı duvara gitti. Güzelim kırmızı duvarımda parlak mor lekeler bıraktı. Sinirli olmasam, tam ortaya isabet ettirişimle gurur duyabilirdim.
"Neden"li soruları benim sormam lazım. Neden bana bunları soruyor? Ben daha kendimi adam gibi tanımıyorum ki, hiç birinin cevabını bilmiyorum! Madem bu kadar önemliydi bu itiraf meselesi, neden benden izin istedi? Neden pat diye söylemedi? Söyleseydi şu an hastanede kırık çıkıkla uğraşıyor olacaktı işte hala. Dayak yemekten mi korktu acaba? Ben dayak yemekten hiç bir zaman korkmamışımdır, Kyou da benim kalitesiz bir çakmam olsa da, yara bere içindeydi her zaman, korkmamış olması lazımdı. Fazla mı saf bir şekilde baktım olaya? Belki de kendisinden utanacağımdan, tiksineceğimden korkmuştur, bilmiyorum. Ama güzel bir dayak sonrası yardım ederdim, buna eminim. Düşüncelerimden sıyrılıp, beni izleyen kıza baktım. Ne kadar zamandır beni izliyordu acaba bilmiyorum da, meraklı bir ifade vardı suratında. Ne düşündüğümü mü merak ediyordu? Göz göze bir kaç saniyeden sonra, gülümseye başladı pat diye. Sanki bir zafer elde etmiş ve kendisiyle gurur duyuyor gibi bir gülümseme. Bir de bunu onaylarcasına kafasını aşağı yukarı sallıyor.
"N-Ne sırıtıyorsun be?""Bebek adımlarıyla da olsa ilerliyoruz sanırım, abi." Dedi pişkin pişkin.
Ulan... Yok abi ben çok yanlış gelmişim sanırım. Ben hatun mental saldırı aracılığıyla eğleniyor sanıyorum. Meğer karının amacı beni düşünmeye zorlamakmış. Tamam düşüneyim de, düşüne düşüne nereye varacağım? Neden düşünüyorum, neyi düşünüyorum? Yok yok, ben cidden deliriyorum, burada neler dönüyor bilmiyorum! Yerdeki boya kovalarından birine tekme atmak istedim, ama çıkacak rezalet ve benim onu temizleyecek olmam aklıma gelince vazgeçtim. Sinirimi bile çıkaramıyorum! Sinirle mutfağa yönelip tezgahtaki cüzdanım ve sigaramı aldım, ceplerime tıkıştırdım. Dışarı çıkmak eminim iyi gelecektir bana. Hem almam gereken malzemeler, yapmam gereken alışverişler var. Evde içecek su yok lan, yiyecek yemek yok. Onun yerine Kyou var ve biraz daha onunla kalırsam bu şekilde, yemek niyetine kafayı yiyebilirim.
"Çıkıyorum ben, ekmek alacağım, su alacağım. Ivır zıvır alacağım. Alacağım bir şeyler işte amına koyayım. İnatçı orospunun önde gideni olduğun için gitmeyeceğini biliyorum. Ben yokken duvarlara çük çizme, yönetici ile aramı bozma. Karşı daireye biri girerse kaçta geldiğini not al, bir boka yara. Karşı dairenin yanındaki dairede abuk subuk bir teyze var, hah işte onun kedilerine işkence edebilirsin. Tuvalette abuk subuk işlere kalkışma, eve erkek atma. Adabınla otur, çok sıkılırsan kalk duvarı boya. İki dal sigara bırakıyorum, boyaların yanında çakmakla uğraşma, patlar yanar bir boklar olur, sana olmaz bana olur. Boşuna masraf. Gidiyorum ve gittim.""Yumurta da al, süt de al. Protein önemli."
"Sikik."
"ULAN O ZAMAN DÜN GECE BİZİ ELLEYEN DE SENDİN!" diye böğürerek girdim eve. Doğru lan, dün gece paranormal olaylar döndü bu evde, masum sevgilimin götünü falan ellemiş bu mokar hastası kevaşe. SEN KİMİN SEVGİLİSİNE ELLİYORSUN KADIN? Koydum ellerimdeki torbaları yere. Kırılacak şeyler olmasa içlerinde, atardım da. Üstüme atlayan kart sesli bir Kyou yoktu ortalarda, yarım kalan duvar da boyanmamıştı. Bir boka yara dedik iyi ki, o kadar üzerime geldin lan, acı bana! Hem sevgilimi de ellemişsin! Arıyorum evin içinde, ev sanki çok büyük amına koyayım. Bir oturma odası var işte büyükçe, odanın içinde birleşik bir mutfak, bir tuvalet bir de yatak odası. Böyle anlatınca büyük gibi oldu ama büyük değil. Ev zaten bomboş, saklanacak yer yok, tuvalet haricinde her yere baktım ilk başta. Tuvalete girmekten biraz korktum açıkçası, en son Kyou'yu evde ararken cesedini buldum malum. Gerçi, ölüler tekrar altın vuruş yapamazlar değil mi? Farkındayım da, işeyebilirler sanırım. İşerken yakalarım hoş olmaz, ama o zaman da
"İşiyorum lan! Bekle az!" diyebilirdi, o yüzden tuvalete de baktım, orada da yok. Hah, alın size bir
"The Vanishing of Shiomiya Kyou".
Bağırarak girince puf olup kaçtı mı acaba? Hayaletler
"Puf!" diye yok olurlar sanırım. Neden kaçsın ki? Hatuna temas edemiyorum, dövemem de. Ama kızabilirdim, saniyede yediyüz altmış beş kelime ile azarlayıp çalışmayan beynini sikebilirdim. Ortada bir sevgili elleme meselesi var sonuçta. Belki de... Ben yokken Nishi gelmiştir eve, o yüzden kaçmıştır? Olumsuz. Nishi gelmiş olsaydı fırsattan istifade paranormalliğin dibine vurabilir, eğlenebilirdi. Şu an bağırmakta ve ortalıkta
"Suikast! Cidden suikast!" diye bağıra çağıra koşturan bir Nishi olmadığına göre... Kararmakta olan havaya baktım, bir de sabahtan beri yaptığım işlere. Aslında az iş de yapmamışım ama Kyou olmasaydı elbette daha hızlı bir iş çıkarabilirdim. Peşimde dolanıp dururken, bir duvar haricinde bütün duvarları bitirmiştim, çıldırıp evden kaçmasaydım o duvarı da bitirebilirdim.
"Olsun, zaten alışveriş yapmak planlarım arasındaydı, bazı ufak tefek malzemeleri de aldım. Hem akademiye uğrayıp Akemi'den anamgilin evindeki bazı eşyalarımı da istedim..." diye avuttum kendimi, odanın ortasındaki yatağa atlarken.
Ne yapacağım şimdi? Düşüncelere mi boğulacağım, Kyou'nun istediği gibi? Neyi düşüneceğim? Düşünmem neyi çözecek? Bunları düşünürken bile Kyou'nun istediğini yapmıyor muyum zaten? Düşünmemeliyim. Düşüneceksem de kedi, kuş, Nishi düşüneyim. Beynim ağrıyor. Beyin ağrır mı? Bilmiyorum ama benim ki ağrıyor. Biraz uyuyabilir miyim acaba? Amına bile korum bence! Hatta biraz değil, abartıp sabaha kadar uyuyabilirim ama, zamana yazık olur. Evle uğraşmaya devam etmeyeceğim kesin de, biraz uyuduktan sonra belki dışarı çıkabilirim. Belki Nishi'me uğrayabilirim. Belki bana yemek yapar. Belki olanları ona anlatıp tırstırabilirim. Dün geceki gibi öper mi acaba? Dudakları yumuşacıktı. Başka yumuşacık ne var biliyor musunuz? Hayır popom ve poposu değil. Bu yatak yumuşacık, ve sanırım yumuşacıklık kat sayısı gittikçe artıyor. Bir de böyle üstüme üstüme bir ağırlık çöküyor. Hava daha mı hızlı kararmaya başladı, yoksa gözlerim mi kapanıyor?
Sanırım gözlerim kapanıyor...