Görevde aldığım bir kaç sıyrık düzelmişti sonunda, sırtımda hala belli belirsiz bir ağrı vardı, iyileşmesi zaman alıyordu bu tip yaraların. Geceleri doğru düzgün uyuyamayan birisinin vücudunu dinlendirmesi zordu ancak bu gibi durumlarda yapacak fazla bir şey yoktu. Sadece gözlerimi tavana diker odamı serinletmesi için aldığım pervanenin yavaş yavaş dönüşünü izlerdim. Etrafı iyi temizlememiş olduğumdan hafif sararmış duvarlarım ve üstünde tek tükte olsa tozlar zerreleri olan bir masam vardı. Pervane dönerken havasız odanın içerisinde bu tozlar döner dururdu. Bir birine bileklerimden kenetlediğim ellerimle tozların havadaki dönüşünü izlerdim. Yorgun ve bitmiş gözlerle bu hortuma benzer yapının dönüşünü izledim tüm gece, sabaha karşı bir kaç kere sızmıştım ancak o kadar rahatsız rüyalar görmüştüm ki her seferinde tekrar ve tekrar yarı uykulu bir şekilde karabasan görmüşcesine yatağıma uyanmıştım. Sonunda rahatladığım da tek istediğim şeyin rahatsız rüyalarla olsa da uyumak olduğuna karar vermiştim.
Uyuyamadığınızda her şey otomatikleşir. Hiç bir şey bir biriyle etkili değilmiş gibidir, sanki bir dizi resmi hızlı hızlı geçiyormuşsunuz gibi. Hayatı yaşayan iz dğeilde hatta yaşadığınız şey bir hayat dğeilde otomatikleşmiş resim dizileri olmuş gibi garip bir duygu veriyordu insana. Ellerini ayaklarını tam olarak hissedemiyorsun çünkü oyrgunsun, gözlerini kapamak istiyorsun ancak kapasan bile geri açtığında her şey aynı şekilde devam ediyor. Kafanı duvara vurup param parça etsen bile dünya ynı şekilde otonom bir sistem gibi işlemeye devam edecek. Tozların her birisi etrafındaki havaya biner gibi tutunmuş ve uçuşuyordu etrafta. Korkunç bir güzelliği var uyumamanın. Gördüğünüz şeylerin gerçek mi hayal mi olduğunu tam olarak bilemezsiniz, gözlerini bir anlığına kapadığınızı sandığınızda aslında dakikalar belki saatler geçmiş oluyordu.
Ben gözümü kapadım; beş dakika geçti, tek gördüğüm karanlıktan dha da siyah olan bir ekran olmuştu. Gözümün içinde hareket eden beyaza yakın sıvıyı gördüğümü sanmıştım. Bunu benden başkası göremez düşüncesiyle kendimi biraz üstün görüp geri açtığım gözlerimle etrafa baktığımda hala tozlar bir birini kovalıyordu.
Gözümü kapadım;kaç dakika geçtiğini bilemiyordum ancak zifiri karanlık gök yüzü yoktu ortada. Küçücük odamın içinde uyuyordum yine, tozlar yine dalgalanıyordu. Yattığım yer dikdörtgen şekilli bir odayı düşündüğünüzde küçük bir yer yatağıydı. Hemen yanı başında bir iki adımlık balkona açılan camdan bir kapı vardı, oradan dışarıyı izleyebiliyordum, sadece bakacağım yer kadar kısmı silinmişti. Gece belki de daha önce de bakmak istemiştim ve bakmıştım bunun için silmiştim orayı. Dışarıya baktığımda tek tük yanan lambalar ve gece mavisinden artık turkuazın açık tonlarına ve gök yüzü mavisine yavaştan çalan bir gök yüzü vardı karşımda. Hala bir kaç yıldız görünüyordu bu duru havada. Kulağımda garip bir keman melodisi vardı, hala rüya görüyor olmalıydım. Sesler duyuyordum, üzgün bir keman melodisi, hoş hep bana üzgün gelmiştir keman sesi. Ağlayan insanları çağrıştırdı hep bu zamana kadar. Bir birine sarılıp ağlamış insanlar, bazıları tek başlarına bileklerinden ellerini gözlerine dayamış burnundan gözlerinden damlayan yaşlara aldırmadan hıçkırıklar içerisinde seslerini herkesin duymasını ister ancak istemez bir biçimde ağlıyorlar. Acı verici bir ses. Ne hüzünlü. Orada kendimi gördüm. Acılarının bağımlısı olmuş kendimi.
Gözlerimi kapadım ve başka bir dünyadaydım, burası benim evim değildi ancak hiç evim olmuş muydu bu Kusagakure? Benin asıl sorunum shinobi olmamamdı. Shinobiydim ancak gerçek bir amacım var mıydı? Koruyabileceğim bir aile ve dostlar. Sevdiklerimi korumak ancak ben neredeydim. Korumaya çalıştığım ve uğruna savaştığım kişiler kim? Ben ne olduğumu bile bilmez bir şekilde sürünen bir kertenkele veya uçan bir yaratıktım ama hangisi? Önce neredeydim ben? Taşların üstünde mi yeşil çimenliklerde mi?
Uyandığımda sonunda sabah olmuştu, biraz ağırlaşmış vücudumu zorla kaldırdıktan sonra bir iki kere kedi gibi gerinerek sırtımı kütlürdettim. Sağl elimle başımı karıştırarak sol elimle üstüme giyecek bir şeyler çıkarttım masamın altındaki dolaptan. Ben fakirdim her şey bir yerde olmalıydı. Evden çıkmadan önce yolumun üstündeki dolaptan bir şişe süt ve elma aldım. Elmayı genişçe olan cebime tıkıştırdıktan sonra sütü içerek yürürken gök yüzüne takıldı gözüm sonrasında uzakta görünen ormana, sonra yerdeki taşlara. Nerede olduğumu ve neyi koruduğumu bilmiyordum. Bunu öğrenmek istiyordum.
Elimdeki elmayı büyük ısırıklarla çekirdeklerine kadar yedikten sonra araştırma yapmak için bir yerden başlamam gerektiğine karar vermiştim. Akademi binasından içeriye girip danışabileceğim birisini bulacaktım sonrasında gülümseyerek selamlayacak ve "Günaydınlar. Sabahın bu saatinde rahatsız ediyorum ama, köyün geçmişini araştırmak için kitaplar arıyorum acaba akademinin kütüphanesinde işime yarayacak şeyler bulabilir miyim?" diyecektim bu yetkiliye. Bakalım buradan bir şeyler çıkacak mıydı, belki bir insan? Gerçi benim asıl konuşmak istediğim kişi Chou-sama'ydı ancak hiç bir şey bilmiyorken ve ciddi bir sorunsalla karşılaşmamışken yada bir önceki seferde olduğu gibi kendimi bir şeylere ihanet boyutuna getirmemişsem yüzünü görerek onun vaktini çalmaya hakkım yoktu. Bakalım ne olacaktı.