Siyah ayakkabılarının burnunu ormanın ilk ağaçları arasındaki hafif nemli çimenlere değdirdiğinde, şimdiden kendini daha iyi hissetmeye başladığını düşünmüştü Megumi. Uzun, toplu, pembeye çalan saçlarına her zamanki gibi tantousunu sokmuştu ve genellikle giydiği klasik şeyleri giymişti, omzu açık siyah bir kısa kollu, toz pembe bir etek, siyah, dar ve kısa bir şort ve belinde wakizashisi vardı. Bu seferler ek olarak sırtına çokta büyük olmayan siyah bir çanta takmıştı, henüz saat öğleden sonra bir civarındaydı, ve hava kararana kadar çekmek istiyordu içine çim kokusunu, bu yüzden yanına ekstradan yiyecek bir şeyler almıştı. Evden çıkarken aç olmamasına rağmen bol bol almıştı, içindeki küçücük, narin bir ses fısıldamıştı ona bunu. Çok acıkacaktı belki de. Belinde her zamanki gibi minik çantası yoktu, onun yerine ne olur ne olmaz diye aldığı not defterini sırt çantasının içine tıkıştırmıştı.
İlk adımında durup, derin bir nefes aldı. Ormanın balta değmemiş odun ve nemli çimen kokusunu akciğerlerinin en ucuna kadar çekti, ayaklarının parmak uçlarına basarak, yukarıya doğru iyice gerdi vücudunu ardından, ince parmaklarını birbirine geçirip avucu ters bir şekilde tepesindeki dallara bakarken. İyi, bedenini tekrar açacak tempolu, güzel bir yürüyüş yapmayı düşünüyordu kendine güzel bir yer bulmadan önce, ne kadar orman girişine kadar bol bol yürümüş olsa da, kendini havaya sokmak için eğildi ve dizlerini kırdı. Bir bacağını bir tarafa atarak bir miktar bacaklarını gerdi sırasıyla, ardından zıplayarak eski konumuna döndü. Sabah, mektup arkadaşının sevimli mektubunu alması zaten psikolojik modunu yükseltmişti, sıra vücudunun modunu yükseltmedeydi.
Koşmadan fakat tempolu ve hızlı bir yürüyüşle ormanın derinliklerine daldı. Uzun zamandır girmemişti bu her daim yeşil yaprakların altına, uzun çimenlerin arasına. En son geldiğinde yanında takım arkadaşları vardı ve rotasını tam olarak hatırlamasa da güzel, küçük bir göl ve göle akan minik bir şelale bulmuşlardı. Ormanın içinde öyle bir tepe bulması için baya yürümesi gerekiyordu ama bunu çoktan göze almıştı. Saat biri çeyrek geçiyordu, ormana girdiğinde...
Tempolu yürüyüşünü koşmaya dönüştüren kız, ağaçların arasında makul bir hızda ilerlemişti. Bir kaç kere kendini ormanın doğal haytıyla yarışırken bulmuştu, beyaz, hayatında gördüğü en yumuşak görünümlü tavşanlardan birini yendikten sonra minik bir yaban domuzu katılmıştı ona ama yavru olduğu belli olan domuzu rahatsız etmemek için hızını arttırmış ve izini kaybettirmişti. Annesini rahatsız etmek istemiyordu. Saat ikiyi biraz geçmişken şaşırtıcı bir şekilde karnının hafifçe guruldadığını hissetmişti. Garipti, daha yiyeli bir kaç saat olmuştu ama şimdiden acıkmıştı. Belki yeme miktarını ve antremanlarını bir düzene sokması gerekiyordu. Düzgün, ağaçlardan bir miktarda olsun arınmış bir yer bulmak için biraz daha koşmuştu, bir kaç dakika sonra ise minicik bir düzlüğe çıkmıştı. Çimenlerle dolu düzlük, etrafındaki ağaçların devasa, uzun dalları ile örtülüydü. Sert dalların ucundaki yemyeşik yaprakların her küçük esintide hışırdamaları, sürekli kızın kulağına doluyordu. Çok yorulmamıştı, fakat dinlenmek ve atıştırmak için güzel bir yerdi. Hala gölü bulmak istediğinden çok vakit kaybetmekte istemiyordu, fakat oturmaktan zarar gelmeyeceğine karar verdi. Düzlüğün etrafını çeviren ağaçlardan birinin altına doğru seğirtti ve ağır olmayan çantasını hafifçe ağaç altına bıraktı. Kendini de ağacın altına attı tek celsede, ve çantasını açmaya başladı yavaşça...