Geninlerim, geninlerim diyorduk değil mi? Akira ve Shou. Kafa dengi çocuklar aslında. Birbirlerine karşı olan tutumları da -kavga kısımlarından bahsetmiyorum bu noktada- takdire şayan denilebilecek seviyede. Tabii ki kusurları ve eksikleri var, ben de bunları kapatmak için başlarında duruyorum zaten.
Birincisi, dikkatsizlikleri. Dikkatsizlik denmez aslında. Odak bozuklukları diyelim. Benden kaynaklanıyor da olabilir fakat söylediklerime kendilerini tam olarak veremiyorlar. Pür dikkat beni dinledikleri doğru, fakat bunu uygulamaya geçirme aşamasında çuvallıyorlar. Düzelecek, düzelecek. Bugün, üçümüz de birbirimize gerçek yüzümüzü göstereceğiz. Savaş suratımızı! Vakit, geldi çattı artık. Vay canına, elli elli beş yaşında, emekli, tüm günü strateji oyunları oynayarak geçiren bir shinobi gibi hissettim kendimi. Bizden geçti artık evlatlarım der gibi hissettim.
Bunu bir kenara bırakacak olursak, gerçekten de, büyüyorum anlaşılan. Yani, eskiden, takımımın olduğu zamanları hatırlıyorum da. Ah, sensei. Başımızda var olan bir senseimiz vardı, vay canına! Şimdi ben o sensei oldum çıktım! Peki, ben de onların bana güvenmesini sağlayabilecek miyim? Gülümseyerek önlerine atlayacağım zamanlar olacak mı, tıpkı o zamanlardaki gibi?
Ah hadi ama Kyuu, çocukça düşünceleri bir kenara bırak! Sonrasını hatırlasana aptal herif! Hani şu, ah evet, o hatırlamak bile istemediğin görevi bir hatırlasana! Senseilerinizin intikamı uğruna. Onu hatırla, o, gülüşü hala gözlerinin önünde değil mi? Sana gördüğün en güzel kareyi sorsalar, sanırım, onun gülüşü olduğunu söyleyeceksin.
Hala sırılsıklam aşıksın değil mi? Adı, anılarınız aklına geldiğinde vücut sıcaklığın artıyor, hafiften ter ve çarpıntı bastırıyor. Hala mı? Onu son bir kez olsun görmek isterdin değil mi? İsterdin, evet. Fakat onu görememek de senin suçun! Senin yüzünden, hepsi, hepsi senin yüzünden! Tanrım, şu haline bir baksana. Acınacak haldesin.
Tıpkı o zamanlardaki gibi, elinde kitabın açık bir şekilde duruyorsun, fakat okumuyorsun. Sadece, sadece seyrediyorsun. Belki arkandan sessizce yaklaşırmış gibi yapar, fark etmene rağmen sesini çıkarmazsın. O da senin kaldığın satırı tahmin edip, oradan sesli bir şekilde okumaya başlar diye. Fakat, olmayacağını biliyorsun. Bazen, bazen kitap okurken onun sesini duyar gibi oluyorsun değil mi? Belki de bu yüzden, belki de sadece bu yüzden sürekli kitap okuyorsun. Bunu sürekli yaparsan, o da sürekli yanındaymış gibi hissedeceksin çünkü değil mi?
Kitap okurken, kitap okurken sevdiklerin sana daha yakın. Sevdiklerine onlar gitmeden önce değer vereceğin zaman neredeydin? Kitap okuyordun, değil mi? Senin için duygular sadece öldükten sonra mı belirgin hale geliyor yani? Senin değerini kazanması için bir insanın, ölmesi mi lazım Kyuu! Bu geninler peki, onların da mı?!
Ah, her neyse. Her neyse, güzel bir sabah. Geninlerim, umarım söylediğim gibi akademiye gelirler. Bugün, ilk antrenmanımızı yapacak olmamıza rağmen onları biraz yoracağım sanırım. Biraz denemeyecek kadar belki de. Sadece birbirleriyle günlük hayat dışında, savaş gibi durumlarda da bu kadar yoğun bir uyum içerisindeler mi merak ediyorum. Katon ve Suiton, iki zıt element. Tıpkı bu ikisi gibi. Fakat, bir noktada, birleştiklerinde. Ortaya güçlü başka bir şey çıkarıyorlar. Ve işte ortaya bir şeyler çıkarmaları adına, bugün. Her neyse.
Eğitim alanına ''Sabah dokuzda, bir savaşa gelir gibi akademinin orada olun. -Kyuu'' gibilerinden, gelmeleri gerektiğine dair, ikisine de not göndermiştim. Umarım ikisinden biri almıştır. Ben mi? Ben buraya bir saat erken gelip, yapmam gerekenleri yapacağım. Her neyse, yanımda, geçen sefer de yanımda olan iki zil var. Mavi ve kırmızı iki zil. Bu ziller, içerisine bir not iliştirilebilecek şekilde iki zil. Buraya da ''Doğru'' ve ''Yanlış'' yazacağım.
Yani, normal şartlarda doğru ve yanlış yazmam gerekiyordu. Bense ikisine de ''Yanlış'' yazdım. Sınav, tam olarak bu noktada başlıyor. Öncelikle, ilk sınav için büyük bir alan belirledim. Alanın, başı olarak belirlediğim noktaya ucunda ''Sınır'' yazılı bir not olan kunai ve onun hemen bir metre gerisine yani alan olarak belirlediğim kısımda, benim bulunduğum yere yakın kısma da ''Sınırdan bir adım bile ayrılmayın.'' yazan bir not ile, kunai bıraktım.
Bu işi sevdim aslında. Yani, sağa sola ucunda not olan kunailer fırlatma işini. Sık sık yapacağım gibi görünüyor, neyse neyse.
Bunları yapalı, bir saat oluyor. Yani, buluşma saati. Umarım oraya varmışlardır. Şu an, mezarlıktayım. Dostlarımı, ziyaret etme vaktinin gelmiş olduğunu düşünüyorum. Kinjo, Tameshi, Toyo. Üçünüzü de, üçünüzü de öyle çok özlüyorum ki.
Kinjo, suskun çocuk. Gözleriyle, tüm dertlerini anlatabilecek kadar içten olan sen, benim yerimde olsan bu çocuklarla ne yapardın? Dostlukları gerçekten senin gözlerinle bahsettiğin kadar derin mi? Umuyorum, onlar en az senin kadar iyi dostlardır. En az senin kadar samimi, en az senin kadar sırdaş, en az senin kadar.
Peki ya sen, Tameshi? Onlarla ağlar, onlarla gülerdin değil mi? Sen, tanıyabileceğim en iyi yoldaşsın sanırım. Bu iki çocuğu benden daha çok hak ettiğine eminim. Ben ki, geri adım atmak nedir bilmeyen bir düşüncesizken sen, bizler için geride kalan olacak kadar fedakardın. Bu çocuklar, bu ikisi, işte böyle bir senseiye layık olurdu, benim kadar acizine değil.
Sana gelelim, sevgilim. Sana gelelim Toyo, sana gelelim ışığım. Sen, onların da karanlığına ışık olurdun değil mi? Onlara da sevgili dolu gülümseyip, içlerini ısıtırdın. Ne var, biliyor musun Toyo? Sen güneş gibisin, içimi ısıtıyorsun fakat bakılamayacak kadar parlaksın. Belki de, şu anda Güneş'te, belki de şu an güneşlesindir. Belki yanımda, belki de cennette. Fakat, söylemek istediğim tek bir şey var. Her neredeysen, umarım mutlusundur. Umarım hala gülümsüyorsundur. Umarım, sana karşı olan hislerimin hiç bitmeyeceğinin, hala farkındasındır Güneşim.
Görüşürüz, dostlarım. Kendinize iyi bakın, olur mu? Ben de size bakıyor olacağım. Ne zaman kafamı yukarı kaldırıp gökyüzüne baksam yani. Burası hala çok ıslak, hala yağmur yağıyor. Bu düşen, sizlerin gözyaşları değil, değil mi dostlarım? Ben derinlemesine mutsuzum evet, fakat sizler değilsiniz, öyle değil mi?
Görüşürüz, tekrardan görüşürüz.
Buluşma saatini yarım saat falan geçmişti sanırım. Yola çıkmıştım. Beni yarım saat beklediklerini düşünüyorum, sonuçta onlara ayrılmayın diye not bırakmıştım. Şayet ayrıldılarsa bu benim sorumsuz bir sensei olduğumu değil, onların söz dinlemeyen öğrenciler olduğunu gösterir. Her neyse, her halükarda, kaybedecek bir şeyim olduğunu sanmıyorum.
Yavaşça belirlediğim alana doğru ilerleyecek ve onları görebileceğim ana kadar bekleyecektim. Yani, hala alandalarsa.