1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

Bitmemiş Anıt

MesajGönderilme zamanı: 14 Haz 2016, 13:53
gönderen Yumasaki Bachuru
out: İki sarışın ve bir Kageri free konusudur. Dalmak isteyen bir tur geçtikten sonra falan dalabilir. Pas atalım biraz.
İzleyin youtube.com
Ah, sembollere ve sembolcülüğe bayılıyorum. Ehe; cülük, tavuğun küçüğü. Ishio ve Kageri buluşma yerinin ne olacağı hakkında beyin fırtınası yaparken; "Bitmemiş anıta çıkalım, çekirdek kola yaparız." deyivermişti heyecanlı bir mahalle çocuğu havasında. Sıkıcı bir devriye görevi sırasında, her yolun çıktığı köy meydanında karşılaşmışlar ve izin günlerinde ne yapacaklarını kararlaştırmaya çalışmışlardı; hepsi de kendi hallerinde başarılı şinobilerdi, kendilerine ait hayalleri ve ceplerinde yeterli miktarda paraları vardı. Bu konuda nereye varmaya çalıştığımı anlamışsınızdır; üçü de dibine kadar saptı ve bir cumartesi gününde bu küçük köyde yapabilecekleri en iyi şey anıtın orada buluşup çekirdek-kola yapmaktı. Öyle de yapacağız lan. diye iç geçirirken anıtın dibine varmıştı bile Günışığı'nın Sarı Örümceği... Günışığı Tarantulası?.. Elektrik Örümceği??. Günörümceği!!! İnsan Nikkougakure gibi hem güneşli hem serin bir köyde doğunca karanlık, mistik isimler bulamıyor ki anasını satayım.

Neyse, Ishio bilir böyle şeyleri. Ona sorarım ben de.

Ishio; sakin, normal ve kültürlü bir tipti. Bachuru her ne kadar kabul etmese de örümcekten çoğu konuda daha üstün olmayı başarmıştı tanıştıkları zamandan beri. Örümcek, yediği yumruktan beri iki yıl önceden dünyayı tanımaya başlamış gence ağını takmış; onun yardımıyla ve ondan aldığı şevkle daha çok çalışmaya vermişti kendini. Şimdi aynı yumruğu atmaya çalışsın pezevenk.

Kageri'yse, Ishio'yla yaşıt olmasına rağmen ikiliden iki yıl önce mezun olmuştu akademiden. İş arkadaşlığından çok, muhit arkadaşlığıydı onun üçlüye üçüncü olarak girmesinin sebebi. Büyük ihtimalle görev dönüşü, Ishio'yla Bachuru'nun Yumasaki sohbetini duyduğundan katılmıştı aralarına. Bachuru'nun heyecanla "DEV ÖRÜMCEKLER DİYORUM LAN!" dediğini duyduktan sonra indiği bir gerçekti; Kageri'nin diğer ikisinden hep sakladığı ve açıkça ifade etmediği bir gerçek. Zira o günkü sohbette ilgi çekici iki şey vardı ve örümceğe göre Dev Örümcek konsepti köydeki güzel kızlar konseptinden çok daha üst düzey bir şeydi. O zamanlar Bachuru daha ergenliğin tatlı şerbetinden içmemişti.

Örümcek düşünceler aklından uçuşurken götü çime dayamış, güneşi arkasına almış ve anıtın yanında köyü izlemeye koyulmuştu. Bilerek erken gelmişti, yapacak pek bir şeyi yoktu; zira büyükannesi yine her zamanki gibi kahvaltıdan sonra uyku moduna geçmişti. Yaşlı bunak pekâla bir vampir olabilirdi, Bachuru bir gün manavın ve kasabın geceleri de çalıştığını duysa o gün eve tahta kazıkla giderdi. Köy, güneş tepeye tırmanmaya çalışırken güzel ve canlı görünüyordu. Çatılarda dolaşan genin'ler uzaktan da olsa seçilebiliyordu, bir takım kedi kovalama görevinde gibiydi; ikisi kediyi kovalamaya devam ederken biri ev sahibiyle tartışmak için durdu kısa süre sonra. Ustalık gerekiyor işte, çatıda hepimiz koşuyoruz. Önemli olan çatı kiremitlerini aşağı dökmemek.

Gözü büyüdüğü köyden anıta çevrildi. Gün ışığı biraz sert saldırsa da gözlerine, çekik olmalarından dolayı anıtı görmesini engellemeyecekti. Anıt, yarım duruyordu; yarımdı da. Bir zafer anıtına yakışmayacak, köye gelen yabancıların dalga geçeceği bir anıttı kahvehanedeki bunaklara göre. Sadece bunaklar değil, Bachuru'nun yaşıtları da aynı şeyi mırıldanıyordu bazen. Sebebi o olmasa da, anıtın yarım olmasındaki sembolcülük de burada devreye giriyordu işte; zafer öyle çabucak olup biten bir şey olmamalıydı, zaferi kutlamak için yapılan anıt da aynı şekilde sabah ereksiyonu gibi kalkmamalıydı bir anda. Yoksa insan rezil olurdu.

Genç adam diğer köylere hiç gitmemişti, ancak Gün Işığında Saklı Köy'ün geri kalmışlığı ve fakirliği su götürmez bir gerçekti. Kesilmelerden patlayan ampüller de bunun büyük bir göstergesiydi, köye doğru düzgün bir elektrik kaynağı gerekiyordu. Akademi zamanlarından beri köyün çocuklarına köyü ileriye getirmesi gerekenlerin onlar olduğu söyleniyor ve onlara umut yükleniyordu. Bachuru'yu harekete geçiren şey de her şeyden çok bu yük oluyordu üzerindeki, köydeki bir çok kişinin isteğiydi köyün ileri gitmesi ve her birinin iyi hayatlar yaşaması; yaşlıların ve orta yaşlıların da bir savaş esnasında yeterli bir şekilde korunmak olsaydı en temel istekleri. Hepsi savaş görmüştü gençliklerinde ne de olsa, bazıları Bachuru'nun akademiye başladığı yaştan bile küçüktü. Asıl zaferi kazanalım, söz en ünlü ülkelerden taş ustası çağırıp kendi cebimden bitirtmezsem bu anıtı lan.

Arkadaşları kola ve çekirdekle geldiğinde asıl önemli sohbeti açacaktı, uzun zamandır planladığı köyün geleceğini değiştirecek önemli planını en güvendiği iki arkadaşından başkasına anlatamazdı zira. Ciddi bir pozisyon alacak, gözlerini açacak ve "Beni evlendirin müminler bıktım artık bu yalnız hayatımdan." diye konuşmaya girişecekti. Ha belki önceden selam falan verebilirdi, ama yani zaten daha dün selamlaşmamışlar mıydı?

Re: Fantastik Yaratıklar ve Güzel Kızlar

MesajGönderilme zamanı: 07 Ağu 2016, 02:32
gönderen Yakkai Umaru
Garip bir rüya görmüştüm gece. Buzdan bir şatonun içindeydim rüyamda. Şatonun içinde pek çok buzdan heykel vardı. Heykellerin bazıları çocuk şeklindeydi. Bazılarıysa yetişkin. Her heykeldeki insanın çeşitli kusurları vardı. Örneğin bir heykeldeki insanın elleri yokken, başka bir heykeldeki insanın gözleri yoktu;fakat her heykelin bir ortak noktası vardı. Tüm heykellerin yüzleri,yüzü olmayan heykeller hariç tabi, bana doğru çevrilmişti. Korkarak da olsa buzdan heykellerin arasından geçip buzdan yapılmış spiral merdivene ulaşmıştım daha sonra. Merdivenleri çıktığım sırada, tüm heykellerin,başı olmayanlar hariç, başlarını yukarı kaldırdığını görmüştüm.
Merdivenlerin sonuna ulaştığımda tüm vücudu buzdan oluşan çok ama çok güzel bir kadın görmüştüm. Abartmak gibi olmasın ama abim ne kadar yakışıklıysa bu kadın da o kadar güzeldi. Kadın gülümseyerek yanıma gelmişti. Eğilip göz hizama gelen kadın ''Sen kusursuzsun.Ölmelisin.''' demişti korkunç bir ses tonuyla.Hemen ardındansa buzdan zemin ortadan ikiye ayrılmış ve aşağıya doğru düşmüştüm.


Uyanmamı sağlayan şey ise abimin beni dürtmesi olmuştu. Abiciğimin güzel yüzünü görerek uyandığımdan gördüğüm korkunç rüyanın etkisinden hemencecik çıkıvermiştim; fakat abimin beni uyandırmasının ardından söyledikleri... en korkunç rüyadan bile daha korkunçtu benim için. ''Umaru. Bugün bütün evi temizleyeceğim. Kalkıp toparlan. Kahvaltıdan sonra da ayak altında dolaşmayıp dışarı çık. Akşama doğru eve gelirsin.''
Sabahın köründe uyandırılmama mı yanayım; yoksa bütün gün abiciğimden ayrı kalmak zorunda olup eve giremeyeceğime mi! Oysa bugün için harika planlarım vardı benim. Akşamüstüne doğru kalkacaktım ben. Sonra da akşam saatlerine kadar kitap okuyacak, kitap okurken de abur cubur atıştıracaktım. Belki siz bilmezsiniz diye söyleyeyim.Abur cuburlar, başka bir şeyle uğraşılırken yenildiğinde normalinden bir milyon kat daha lezzetli olurlar!

Her ne kadar abime evde kalıp ona yardım etmek istediğimi söylesem ve bu konuda ısrarcı davransam da abim bunu yememişti. Benim yaklaşık on dakika çalışmamın ardından tembelliğe başlayacağımı biliyordu çünkü. Ne kadar da kardeşinin huyunu suyunu bilen bir abi. İşte abiciğimin sevdiğim bin iki yüz yetmiş altı özelliğinden biri.
Abimi ikna edemememin ardından hazırlanmaya başladım. Önce sıcak bir duş aldım. Duştan çıkıp kurulanmamın ardından da üzerime beyaz renkli kısa kollu tişörtümü geçirdim. Havanın soğuk olabileceğini düşündüğümden de tişörtümün üzerine pembe renkli hırkamı giydim. Altımda dizlerime kadar uzanan gri bir etek vardı. Uzun sarı saçlarımı üşendiğimden toplamamıştım. Saçlarımı toplamak yerine daha faydalı bir şeyle uğraştım. Abur cubur aşırmak!

Evden çıkmadan önce dolaptan dört şişe kola, birkaç paket çekirdek, birkaç paket cips ve bir tane çikolata alıp büyük kırmızı çantama koydum. Nihihihihi! Madem tüm gün dışarıda olacağım, yiyeceğe de ihtiyacım olacak. Değil mi?
Abur cuburlarımı çaktırmadan yanıma almanın gururuyla dışarı çıkmıştım; fakat şimdi ne yapacağım hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Devriye ya da görevler dışında dışarı çıkmazdım ki ben. Bir tane bile arkadaşım yoktu. Daha doğrusu, arkadaşım olsa da hiçbiri ile hafta sonu dışarı çıkıp gezecek kadar samimi değildim. Abim de benimle gelmeyecekti. Bu da tamamen yalnız olacağım anlamına geliyordu. Gerçi abim ile yan yana olmadığım her an tamamen yalnızdım zaten. Pek fazla sorun olmasa gerekti. Bu düşünceler eşliğinde köy meydanına doğru yürümüştüm.

Köy meydanında bir iki saat zaman öldürmeyi başarmıştım;fakat o bir iki saat bir iki gün gibi gelmişti bana. Bu süre zarfında neden insan içine çıkmayı sevmediğimi hatırlamıştım. Kardeşimi kaybettiğimden beri kalabalık içine çıkmaya korkar olmuştum çünkü. Ne zaman insan içine karışsam üzerime üzerime gelirdi insanlar. Birlikte eğlenen kardeşleri gördüğümde içimde bir şeyler kırılırdı sanki. Anne ve babamı kendilerini hatırlayamayacak yaşta kaybettiğimden anne babası ile birlikte olan çocukları pek fazla kıskanmazdım. Anne baba sevgisinin ne olduğu hakkında bir fikrim yoktu çünkü. Aynısı birlikte dolaşan arkadaşlar ve sevgililer için de geçerliydi. Onlar da benim için sorun değildi. Ne olduğunu bilmediğimden neyi kaybettiğimi de umursamazdım. Ben: ''Bu dünyada yalnızlıktan yana olanlar vardır;fakat yalnızlığa katlanabilenler yoktur.'' sözüne inanmayan tiplerdendim sanırım. Kalbimi ortadan ikiye ayrılacakmış gibi acıtan tek şey birlikte eğlenen kardeşlerdi. Kız kardeşim gözümün önünde ölmüştü. Abimse o günden sonra bana hep soğuk davranmıştı. Ben ona ne kadar sıcak davranırsam o benden o kadar uzaklaşıyordu sanki. Garip, acaba rüyamdaki buzdan kadın benim halimi görse hala kusursuz olduğumu düşünür müydü?


Aklımdan bunların geçmesinin ardından elim çantama gitmişti. Bir şişe kola almıştım çantamdan. Ne zaman karamsar olursam kendimi abur cubura vururdum. Böylece ruh halim hemen düzelirdi. Ruh halim düzeldiğinde ise, bunu kutlamak için bir daha abur cubura abanırdım! Kolamdan bir yudum içeceğim sırada, yanımdan geçen iki çocuğun aralarında geçen konuşmaları işittim istemeden. ''Kanka duydun mu? Anıtın oraya ihtiyar bir satıcı gelmiş. İki metre uzunluğunda pamuk şekerler satıyormuş. Şekerden tadan arkadaşlar çok beğenmişler. '' diyordu çocuklardan biri. Bunu duyduğum gibi kolamı içmeden çantama koymuştum. Hemen anıta doğru gitmeli ve o şekerlerden almalıydım çünkü!
Olanca hızımla ilerlemiş ve bir süre sonra anıta ulaşmıştım. Nefes nefese kalmış bir şekilde, çevrede iki metre uzunluğunda pamuk şekerler satan amcayı arıyordum gözlerimle; fakat çevrede yemek için can attığım pamuk şekerlerden eser yoktu.


Aradığım şekerleri daha erken bulmak için pamuk şeker satan amcayı çevredekilere sormaya karar vermiştim. Çevreme bakındığım sırada; anıtın yakınındaki çimlere oturmuş, dalgın bir şekilde çevresini izleyen sarışın bir adam dikkatimi çekmişti. Benim yaşlarımda olan bu adamın yanına gitmiş ve ona: ''Rahatsız ettiğim için kusura bakmayın. İki metre uzunluğunda pamuk şekerler satan yaşlı adamı gördünüz mü?'' demiştim.

Re: Fantastik Yaratıklar ve Güzel Kızlar

MesajGönderilme zamanı: 08 Ağu 2016, 23:11
gönderen Shirou Makano
Birkaç kanat sesi ile açmıştı gözlerini yeni yeni aydınlanmak üzere olan güne. Camların olması gereken yerde birbirlerine çapraz çakılmış tahtalar vardı ve bu tahtalar serin rüzgarın çıplak üst bedeni ile buluşmasını da engellemiyordu. Refleks olarak elleri ve ayakları ile yatağın en ucuna kadar ittirdiği battaniyeyi almak için rast gele hareket ediyorlardı. Fakat çok geçti. Uykusunu bölen kanat sesleri yerini uzun bir gaklamaya bırakmıştı ve gözlerini iki tahta arasından kara gözlerini ona doğru diken kargaya karşı açmıştı.

Elleri ile destek alarak doğrulmuştu yatağın üzerine. Oturur pozisyona geçip artık gözleri açık olduğu için rahatlıkla nerede olduğunu bildiği battaniyeye uzanıp üstüne sarmıştı. Hala karga ile karşılıklı birbirlerine bakışıyorlardı fakat onunla arasında girmeyi içeri girmeyi başaramayacağı kadar dar delikler vardı sadece. Tüm gücü toplayıp ayaklandığında ise tekrar geldiği yere olması gerekenden çok daha uzaktan tekrar yola koyulmuştu.

Arkasından sürüklediği battaniye ile gıcırdayan ahşap zeminden adım adım salona doğru ilerlemişti. Ayağının temas ettiği yumuşak halı gıcırdamaları azaltıyordu fakat zaten o aylardır bu evde yaşıyordu normal sıradan bir ses gibi geliyordu artık ilk defa karşılaşıldığında insanı çıldırtma noktasına getiren bu sesler. Makano önce guruldayan midesini düşünüp ocağın yanında duran mermer tezgah üzerinde geceden kalan tencereleri ve dolapta kalan yemeklere bakınıyor. Bir veya iki tabak kadar çıkacak noodle, açıkta kalmış ve bir kısmı küflenmiş kaşar peyniri, üstünden dumanlar tüteli iki gün geçmiş tencerenin yarısına kadar dolu Ramen. Bunları kestirmişti gözüne. Peynirin küflü kısmını kesip ayırdıktan sonra onu her ne kadar uyumlu olmasalarda noodle'ın üzerine ince ince dilimlemiş ve ramenle birlikte ocağa yerleştirip altlarını orta derecede açmıştı.

İyi bir aşçı değildi fakat yıllardır yalnız yaşamakla birlikte alışmıştı kendi hazırladığı yemeklere alışmıştı. Aslında iyi bi aşçı olup olmadığını sorabileceği biri bile olmamıştı çünkü kimseyi evinin bu durumuna çağıramıyordu.

Yemeklerin olmasını beklerken zamandan tasarruf etmek amacıyla banyoya geçmiş ve yüzüne birkaç kez soğuk su vurmuş ve havluyla yüzünü kuruladıktan sonra ensesine iğne gibi tek tek batan saç telleri yüzünden ocağa koyduğu yemeklerin yanma ihtimali bile varken kendini duş başlığının altına atmış ve suyun saçları ile buluşmasına ve rahatlamasını umut etmişti.

Tüm işleri bittiğinde beline ve saçına bağladığı birer havlu ile yemekleri kontrol ediyordu. Fokurdayan ve hoş kokular salmayan rameni lavabodan dökmek zorunda kalmıştı kendisinden pişman bir yüz ifadesi ile. Geri kalan makarnayı da bulduğu kirli çatallardan biri ile ayrı bir kaseye bile almaya gerek duymadan ocağın başında ağzına gelen yanık kaşar tadıyla, sadece ihtiyacı olduğu karbonhidrat için yemişti.

Unuttuğu bir şeyler vardı. Evet battaniyesi. Banyoda unutmuştu. Bunu ancak soğuk rüzgarın hala ıslak tenine değmesi ile kavrayabilmişti bu sefer. Fakat daha kesin bir çözüm olarak üstüne çıplaklık kadar olmasa da rahat edebileceği bir şeyler geçirip yeniden uzanmıştı aynı cama karşı. İzin günleri artık monotonlaşmış bir uyku töreniydi gözünde. Yapacak hiçbir şey bulamayan bir adamın kendini tatmin etmek için uydurduğu bir tören.

Uynandığında uyuduğunu bile hatırlamıyordu. Saat hakkında ise genel olarak bir fikri olmuyordu zaten. Çünkü günü iki parçaya ayıran insanlardandı, Güneşin olduğu zamanlar ve olmadığı zamanlar. Olduğu zamanların içindeydi ve kendini tekrar uykuya kaptırabilmesi için kendisini yoracak bir eylem arıyordu. Tırmanmak iyi bir fikir gibi duruyordu. Ayağına bir çift çorap geçirip dışarıya çıkmaya hazır olduğunda ise başını köyün kuzeyinde yüzlerce metre yükseklikte olabilecek bitmemiş anıta baktı. Bitmemişti hala fakat ne sebeple. Ne anlamı vardı yüzlerce metre bu taş yığınını göğe çıkarıp ta bitirmemekte anlamıyordu. Zaferi temsil ediyor diyorlardı ama bitmemiş bir ve adı zafer olan bir anıt nasıl bir zaferi temsil edebilirdi. Yoksa ülkenin içinde bulunduğu savaşın sadece askeri kısmı filan mı bitmişti?..

Bu düşüncelerle dolu bir yolu tırmanmış ve azından anıtın gölgesinde saklanabildiği bir yol üzerinde ilerleyebiliyordu. Anıtın önünden geçen patika yol yerine yerine ayakkabılarını eline alıp çıplak ayakla çimler üzerinde yürümeyi de tercih etmişti. İlerisinde biri sabit diğeri hareketli iki tane insan silüeti görebiliyordu görebilmişti sadece. Git gide yaklaşıyordu. Sarı saçlı bir oğlan ve turuncu kafalı ufak boylu bir kız olduklarını anlayabilmişti. Kızla tam tersi istikamette ilerliyordu. En sonunda artık net bir şekilde her şeyi görebildiğinde Makano'nun bile çok konuşmayan yapısını konuşturacak bir soruya kulak misafiri olmuştu. İki metre boyunda pamuk şekerler satan yaşlı bir adam. Acaba bu kız yanlış anlamış olabilir miydi. Şeker mi 2 metreydi yoksa adam mı?

Kendini bir anda heyecana kaptırıp normalde sadece iyi günler gibisinden bir kafa selamı ile geçip gideceği yoldan bir anda ''Gerçekten iki metre boyunda pamuk şeker mi varmış?'' gibi bir soruyla kızın sorduğu soruyu turuncu ve sarı kafanın ortasına atı vermişti. Heyecanı sesinin tonundan ve kelimelerin ağzından çıktığı hızdan rahatlıkla belli olabiliyordu.

Re: Fantastik Yaratıklar ve Güzel Kızlar

MesajGönderilme zamanı: 09 Ağu 2016, 17:37
gönderen Yumasaki Bachuru
Sahi, diye iç geçirdi derin bir nefes çekerken, Ben çok edebiyat bir insan değilim. Bu kadar felsefeye girmemin ne gereği var kendi kendime. uzunca bir süredir nefes almamış gibi tekrar derin bir nefes çekti öncekini verip, Yani tamam köy, şinobi, Umigawa felsefesi de köyün bir sonraki hamlesini ve insanları sorgulamak bana düşer mi? Kafasını kaşıdı ardından, elini indirdi ve çekirdek paketine soktu bir avuç daha almak için. "Hassiktir!" deyişiyle tatlı sessizliğini bozarken sinirlendi, Bugün de sattı pezevenkler. Kafasını bir şeye odakladığında dünyadan kopuyordu işte böyle, kafası hemen deli gibi kaşınmaya başlamıştı. Çekirdeği yediği yağlı eliyle kafasını karışmak güzel bir fikir değildi, aklı yerinde olsaydı silah zoruyla bile yapmazdı. Taze çekirdek yemeyi isterdi, ama köye ancak böyle dandik aşırı tuzlu ve yağlı imalat çekirdekler geliyordu; bu bir çok kişinin düşünebileceğinden daha büyük bir sorun teşkil ediyordu ve birilerinin aceleyle köydeki ticari faaliyetleri hızlandırması lazımdı.

Ishio, büyük ihtimalle anasına saçını ördürüyordu. Kageri'yse uyanamamıştı belli ki, rüyalar alemi onun için daha çekiciydi yaşamaktan. Ishio'yu bilmem ama ben şahsen bu Kageri'nin kurt adamlı anka kuşlu hikayelerinin cinsel bi yönü de olduğunu düşünüyorum. diye iç geçirdi tekrar. Avucundaki çekirdekleri tekrar pakete yerleştirirken eliyle getirdiği su şişesini aradı, saçlarının parlaması güzel bir fikir olsa da yağın verdiği kaşıntı hissi dayanılmazdı. Kaşıntıdan kurtulmak için, öğrendiği ilk tekniği kendi üzerinde uygulamak istediğini daha sonra bu konudan bahsederken mübalağa yapmak için kullanacaktı kuşkusuz. Ama ARKADAŞ BİLDİĞİ İKİ ŞEREFSİZ ONU SATTIĞINDAN ŞİMDİLİK ANLATACAK KİMSESİ YOKTU.

Plastik şişeyi açıp önce elini yıkarken, farklı bir köye bakmanın nasıl hissettireceğini düşünüyordu. Daha haşmetli, daha ışıklı, daha kalabalık ve daha güçlü bir köye. Sonra kıçındaki titreşimlerden, birinin ona doğru hızla yaklaştığını hissetmiş olmalıydı ki- aslında gördü- kafasını gelenin kim olduğunu öğrenmek için kaldırmak zorunda kaldı kişisel temizliğinden. Başta açık rekli uzun saçlarından dolayı gelenin Ishio olduğunu düşünmüştü, ancak göz bandı olmaması onun sadece başka bir tahta göğüslü olduğuna uyandırdı genç örümceği. Biraz daha yana gözü kaydığında tenha mabedinin kalabalıklaşmış olduğunu fark etti; siyah saçlı, kendi boylarında bir çocuk da kulak mesafesinde dikilmiş etrafa bakınıyordu. Kızın sorusu geldi önce, ardından oğlanın sorusu düştü ortaya ve Bachuru bilinmeyenle, insanın en karanlık fantazileriyle başbaşa buldu kendini bir anda...

Öncesinde İki metre şeker mi olur ehüehü demek istemişti ancak kafasındaki kaşıntı öyle dayanılmaz bir hal almıştı ki ona bakan iki kişiye dönük ifadesiz kafasının üzerine dökmeye başladı. Ardından boş bakan gözlerini ikiliden alırken kafasını eğip diğer eliyle ıslattığı saçlarını karıştırmaya başlayacaktı. Bir buçuk litrelik suyla saçlarını yıkadıktan sonra tekrar şaşırmış olabilecek ikiliye çevirdi kafasını ve tekrar o kurnazlık akan gülümsemesini suratına yerleştirdi.

Kageri mi söyledi sana bunu? diye lafa girdi saf kıza bakarak, sessizce "Demek artık kızları tenha yerlere böyle kandırarak çekiyor şerefsiz." diye mırıldandıktan sonra kıza yönelen konuşmasına devam edecekti; "Ben iki metrelik pamuk şekerlere inanmayı sekiz yaşımda bıraktım. Yok öyle bir şey. Öyle bir şey vaat eden yaşlı bir amca görürsen, hemen devriye gezen bir şinobiye bildir zaten." Konuşmasına çekirdek paketini uzatmak için ara verdi ardından; "Çekirdek var ama isterseniz."

Re: Bitmemiş Anıt

MesajGönderilme zamanı: 09 Ağu 2016, 19:11
gönderen Yakkai Umaru
Sarı saçlı adama sorduğum soruyu yüksek bir sesle sormuş olmalıydım ki mavi gözlü bir adam bir anda aramıza dalıp bana iki metre boyunda pamuk şekerler olup olmadığını sormuştu. Masmavi gözlerindeki ışıldamadan pamuk şekerler konusunda heyecanlı olduğunu anlayabiliyordum. Tüh, dikkatsizliğim yüzünden şekerleri hedefleyen kişi sayısını arttırmıştım. Oysa ki o amcayı bulduğumda kalan tüm şekerleri almayı planlıyordum. Muhtemelen abim tüm şekerleri aldığımda beni haşlayacaktı ve günlerce ot yiyecektik. Yine de ne derler bilirsiniz: ''Canın ne isterse onu ye.''

Her ne kadar bunu yapmak istemesem de, abur cubur rakibimi başım ile onaylamıştım. İnsanların abur cubur yeme hakkını kısıtlayacak değildim sonuçta. Ben kimim ki insanların abur cubura ulaşmalarını engelleyeyim? Mavi gözlü adamı başım ile onaylamamın ardından sarı saçlı adamın garip hareketlerine ilişmişti gözüm. Koca bir şişe suyu kafasına döken adam, hızlıca saçlarını karıştırıyordu. Ne yalan söyleyeyim adamın yaptıkları garibime gitmişti. Acaba kızlarla konuşamayıp heyecan yapan tiplerden miydi? Yoksa iki metrelik pamuk şekerler onu da mı heyecanlandırmıştı? Çılgınca saçlarını karıştırdığından bitli de olabilirdi! Belki de sadece sıradan bir deliydi. Ne olursa olsun biraz... ürkütücüydü.

Garip davranışlar sergileyen adamın kaşıntısı geçmiş olacak ki başını kaldırıp bana ve yanımdaki çocuğa gülümsedi. Bu bilgiyi Kageri adındaki birinden öğrenip öğrenmediğimizi sordu hemen ardından. Ne yazık ki bu sorunun cevabını bilmiyordum. En fazla 10 yaşında olan iki çocuğun konuşmasını gizlice dinlemiş olduğumdan iki metrelik şekerleri nereden duyduğumu da söyleyemezdim. Gerçi çoktan kendi kendine mırıldanmaya başlamış sarı saçlı adamın da iki metrelik şekerler satıldığını kimden duyduğumu umursadığını sanmıyordum.

Bu kadar garipliğin benim için bile fazla olmasından dolayı bu iki erkeği yalnız başlarına bırakıp şekerleri kendi başıma aramaya devam etmek istiyordum. Tam arkamı dönüp gideceğim sırada sarı saçlı adamın beni kızdıran cümlelerini duymuştum. Neymiş pamuk şekerlere inanmayı sekiz yaşında bırakmışmış! Neymiş öyle bir şey yokmuşmuş! Neymiş öyle bir şey vaat eden birini görürsem devriyeye bildirmeliymişim! Var arkadaşım, iki metre uzunluğunda şekerler var! Buna inanıyorum ben. Gelecekte çok güçlü bir Shinobi olduğumda değil iki, iki yüz metre uzunluğunda şekerler yapacağım ve bütün köye dağıtacağım;fakat bugün ki davranışından dolayı sana şeker vermeyeceğim!

Tam adama çemkireceğim sırada adamın bana çekirdek uzattığını görüp sakinleşmiştim. Çekirdek yemeyi sevdiğimden çekirdek de benim için abur cubur kategorisine giriyordu ve tanımadığı biri ile abur cuburlarını paylaşan biri kötü olamazdı. Evet, buna abur cubur ile çocukları kandıran insanlar da dahildi. Herkes o tarz adamların çok kötü insanlar olduklarını söylese de ben onların paylaşmayı bilen düzgün insanlar olduğuna inanıyorum. Yine de bir gün biri beni abur cubur ile kandırmaya çalışırsa bu tuzağa düşmem. Çünkü Umaru abur cuburlarını kendi seçer! İşte bu, Umaru'nun abur cubur dinamiğine giriş kanunudur!

Adamın bizle çekirdeklerini paylaşmak istemesinden dolayı sakinleşmiştim sakinleşmesine;fakat hala ona söylemem gereken şeyler olduğunu hissediyordum. ''Hayaliniz kalbinizdeyken hiçbir hayal fazla büyük değildir.'' yazıyordu okuduğum kitaplardan birinde. Nasıl ki köyümüzde yaşayanların çoğunluğu gördüğün dev anıtın bir gün biteceğine inanıyorsa ben de iki metrelik dev şekerlerin olduğuna inanıyorum. Hem benim inandığım şeyin gerçekleşmesinin ihtimali daha fazla.'' demiştim, adamın yaklaşık dört metre sağına geçerken.

Adamın birkaç metre sağına geçmemin ,malum;bitli olabilir, ardından önce büyük çantamı çimlere bırakmış, sonra da çimlere oturmuştum. Çimlere oturmamın ardından çantamdan üç tane bir litrelik kola şişesi çıkarıp birini sarışın adama, diğerini de mavi saçlı adama doğru yuvarlamıştım. Aslında bunu yapmayı hiç istemiyordum;fakat aradığım şekerleri hala bulamamış olmamın verdiği stresten dolayı kola krizim tutmuştu ve acilen kola içmeliydim. Diğer ikisinin gözü önünde tek başıma içecek halim de yoktu.

Daha sonra, kendi payıma düşen şişeyi açmış ve bir litrelik kolayı tek dikişte bitirmiştim. Sanki cennette gibiydim. Kami-sama'nın neden koladan daha fazla su yarattığına anlam veremiyordum. Bana göre kola dünyanın en iyi sıvısıydı!