Neyse, Ishio bilir böyle şeyleri. Ona sorarım ben de.
Ishio; sakin, normal ve kültürlü bir tipti. Bachuru her ne kadar kabul etmese de örümcekten çoğu konuda daha üstün olmayı başarmıştı tanıştıkları zamandan beri. Örümcek, yediği yumruktan beri iki yıl önceden dünyayı tanımaya başlamış gence ağını takmış; onun yardımıyla ve ondan aldığı şevkle daha çok çalışmaya vermişti kendini. Şimdi aynı yumruğu atmaya çalışsın pezevenk.
Kageri'yse, Ishio'yla yaşıt olmasına rağmen ikiliden iki yıl önce mezun olmuştu akademiden. İş arkadaşlığından çok, muhit arkadaşlığıydı onun üçlüye üçüncü olarak girmesinin sebebi. Büyük ihtimalle görev dönüşü, Ishio'yla Bachuru'nun Yumasaki sohbetini duyduğundan katılmıştı aralarına. Bachuru'nun heyecanla "DEV ÖRÜMCEKLER DİYORUM LAN!" dediğini duyduktan sonra indiği bir gerçekti; Kageri'nin diğer ikisinden hep sakladığı ve açıkça ifade etmediği bir gerçek. Zira o günkü sohbette ilgi çekici iki şey vardı ve örümceğe göre Dev Örümcek konsepti köydeki güzel kızlar konseptinden çok daha üst düzey bir şeydi. O zamanlar Bachuru daha ergenliğin tatlı şerbetinden içmemişti.
Örümcek düşünceler aklından uçuşurken götü çime dayamış, güneşi arkasına almış ve anıtın yanında köyü izlemeye koyulmuştu. Bilerek erken gelmişti, yapacak pek bir şeyi yoktu; zira büyükannesi yine her zamanki gibi kahvaltıdan sonra uyku moduna geçmişti. Yaşlı bunak pekâla bir vampir olabilirdi, Bachuru bir gün manavın ve kasabın geceleri de çalıştığını duysa o gün eve tahta kazıkla giderdi. Köy, güneş tepeye tırmanmaya çalışırken güzel ve canlı görünüyordu. Çatılarda dolaşan genin'ler uzaktan da olsa seçilebiliyordu, bir takım kedi kovalama görevinde gibiydi; ikisi kediyi kovalamaya devam ederken biri ev sahibiyle tartışmak için durdu kısa süre sonra. Ustalık gerekiyor işte, çatıda hepimiz koşuyoruz. Önemli olan çatı kiremitlerini aşağı dökmemek.
Gözü büyüdüğü köyden anıta çevrildi. Gün ışığı biraz sert saldırsa da gözlerine, çekik olmalarından dolayı anıtı görmesini engellemeyecekti. Anıt, yarım duruyordu; yarımdı da. Bir zafer anıtına yakışmayacak, köye gelen yabancıların dalga geçeceği bir anıttı kahvehanedeki bunaklara göre. Sadece bunaklar değil, Bachuru'nun yaşıtları da aynı şeyi mırıldanıyordu bazen. Sebebi o olmasa da, anıtın yarım olmasındaki sembolcülük de burada devreye giriyordu işte; zafer öyle çabucak olup biten bir şey olmamalıydı, zaferi kutlamak için yapılan anıt da aynı şekilde sabah ereksiyonu gibi kalkmamalıydı bir anda. Yoksa insan rezil olurdu.
Genç adam diğer köylere hiç gitmemişti, ancak Gün Işığında Saklı Köy'ün geri kalmışlığı ve fakirliği su götürmez bir gerçekti. Kesilmelerden patlayan ampüller de bunun büyük bir göstergesiydi, köye doğru düzgün bir elektrik kaynağı gerekiyordu. Akademi zamanlarından beri köyün çocuklarına köyü ileriye getirmesi gerekenlerin onlar olduğu söyleniyor ve onlara umut yükleniyordu. Bachuru'yu harekete geçiren şey de her şeyden çok bu yük oluyordu üzerindeki, köydeki bir çok kişinin isteğiydi köyün ileri gitmesi ve her birinin iyi hayatlar yaşaması; yaşlıların ve orta yaşlıların da bir savaş esnasında yeterli bir şekilde korunmak olsaydı en temel istekleri. Hepsi savaş görmüştü gençliklerinde ne de olsa, bazıları Bachuru'nun akademiye başladığı yaştan bile küçüktü. Asıl zaferi kazanalım, söz en ünlü ülkelerden taş ustası çağırıp kendi cebimden bitirtmezsem bu anıtı lan.
Arkadaşları kola ve çekirdekle geldiğinde asıl önemli sohbeti açacaktı, uzun zamandır planladığı köyün geleceğini değiştirecek önemli planını en güvendiği iki arkadaşından başkasına anlatamazdı zira. Ciddi bir pozisyon alacak, gözlerini açacak ve "Beni evlendirin müminler bıktım artık bu yalnız hayatımdan." diye konuşmaya girişecekti. Ha belki önceden selam falan verebilirdi, ama yani zaten daha dün selamlaşmamışlar mıydı?