Boğazına giren koca bir yudum suyu hatırlıyorsun. Çektiğin acıyı ufak bir anlığına söndürüyor. Soğuk değil ama cehennem gibi yanan vücudunda tarifi anlatılmaz bir ferahlık yaratıyor. Hiçbir yerini oynatamıyorsun. Dudağını açıp kabulleniyorsun sadece ağzına dayanan cam bardağı. Bulanık görüşün sana birkaç şey sunuyor. Sarı saçlar, tanıdık bir surat. Kouki. Gözlükleri olmadığı için bir garip duruyor. Birşeyler söylüyor sana. Duydukların kulağındaki çınlamayla karışıyor. Gözlerin tekrar kapanıyor.
Kim bilir ne kadar zaman sonra.. Muhtemelen bir at arabası. Duyduğun sesler, ara ara yaşanan sarsıntılar. Gözlerini hafifçe açabiliyorsun sadece. Ufak bir kabin. Etrafta çuvallar görüyorsun. Hatta bir tanesinin üzerinde yatıyor olabilirsin. Gövden kumaşımsı birşeyin üzerinde. Ve içerisinde her ne varsa, fazlasıyla sert. Sağ tarafta biri oturuyor. Saçlarından, duruşundan kız olduğunu çıkarabiliyorsun. Tam olarak açamadığın kirpiklerin görüşünü bulandırıyor. Yattığın yerin tam karşısında uzun boylu biri duruyor. Kabinin arkasında, penceremsi bir yerden dışarıya bakıyor. Yüzüne vuran günışığı onu bir melek gibi gösteriyor sana. Parlak sarı saçları... Daha fazla tutunamıyor, tekrar salıyorsun kendini.
Sarsıntılar farklı bir boyut kazanıyor. Biri, bir yerini çekiştiriyor ve garip bir şekilde kaldırıyor. Zorla gözlerini açıyorsun. Ters duruyorsun ve birinin poposuna bakıyorsun. Omzunda taşıyor seni. Pek özenli davranmıyor, karnındaki yara deli gibi acıyor. Ama rahatlatan başka bir detay var. Sağnak yağmur. Direk tenine değmiyor. Sallanan koluna bakıyorsun güçle. Sargılı. Yağmur suyu ise sargılara nüfuz etmiş. Islaksın. Karanlık bir yere giriyorsunuz. Ayırt edemediğin konuşmalar duyuyorsun. Biraz daha ilerliyorsunuz. Meşaleler var. Seni taşıyan kişi kaldırıp sertçe koyuyor. Acıyla haykırıyor ve tekrar kendinden geçiyorsun.
Yumuşak. Sabit. Oldukça rahatsın. Biraz daha kendindesin hatta. Karanlık, tek mumla aydınlatılan bir odadasın. Kapıyı görüyorsun. Hareket etmeye çalışıyorsun. Belki birkaç parmağın uyuyor zihninin verdiği emirlere. O anda üzerindeki tüm hafiflik kalıyor, karnındaki acı üzerine tonluk şeyler binmiş gibi bir acı veriyor sana. Bağırıyorsun ve tekrar karanlığa düşüyorsun.
Daha rahat. Sağ ayağının altına bir yastık yerleştirilmiş. Dizinde yoğun bir ağrı hissediyorsun. Ancak kolların bağlı. Hareket ettiremiyorsun. Bağırıp birilerini çağırmak istiyorsun haliyle. Ağzın kumaşla kapatılmış.. Kafanı tam kaldıramıyorsun, bir süre tavanla baş başa kalıyorsun. Sonrası ise bilinçli bir uykuya dalma hali oluyor.
Seslerle uyanıyorsun. Karşı duvarda sarı, uzun saçlı bir adam. Duvara yaslanmış, kolları birbirine geçmiş sırıtıyor. Sağ tarafına bakıyorsun. Mori. Suratında umursamaz bir ifade var. Seni bu hale getiren kişi. Sen ise onun karşısında elin kolun bağlısın. Küfür bile edemiyorsun. Kız sert bir tahta parçasını kumaşla dişlerinin arasına koyarak ağzını açıyor zorla. Bir sıvı döküyor. Yutmamak için zorluyorsun, burnunu kapatıyor. Mecburen içiyorsun. Odaya başka bir kadın daha giriyor. Kimdir nedir anlayamadan ağzın yüzün kayıyor. Artık ayılıp bayılmaktan bitap düşüyorsun, bayılıyorsun.
Tekrar açılıyor gözlerin. Uyuşuk bir haldesin. Her tarafında karıncalanmalar var. Tavana bakıyorsun. Kollar yine bağlı. Bacakların serbest ama onları hareket ettirecek gücün yok. Dilinle ağzın kapalı mı diye yokluyorsun. Kumaş çıkarılmış. Konuşacak enerjin olduğunu tahmin ediyorsun. Biraz zorlayarak sola yatırıyorsun kafanı. Duvara dayanmış bir sandalye. Üzerinde Mori oturuyor. Kolları birbirine bağlı, kafasını duvara sabitlemiş, uyuyor. Düşmanın birkaç kol uzaklığında, sen hareket dahi edemiyorsun.
Oda sen ve Mori dışında boş. Karşı duvarının sağ tarafında bir kapı bulunmakta, ses gelmiyor. Kolların ise zincir kelepçelerle yatağa bağlanmış durumda. Vücudun tamamen sargılı, üzerinde başka hiçbir şey yok.
Ne kadar zaman geçti ? Bilmiyorsun. Zaman kavramın yok gibi.
Aslında her şey çok yakındı. Destansı bir başka zafer, görülmemiş, görmediğim masalsı bir aşk. Zenginlik, gurur kaynaklarım, şöhret ve daha nicesi. Hepsi çok yakındı. Ancak işte karşımda Kouki, bitap bedenime acıyan gözlerle bana bakıyor. Ne kadar güzel olduklarını çok geç fark ettiğim dudaklarından ise başlamamış bir hikaye dökülüyor. Sahi, ne diyor?
"Hakettiğini buldun galiba sonunda."
Hayır canım.
"Yalnız başladın, yalnız öleceksin."
Bu Kouki'nin sesi değil. Hiçbir şey Kouki'nin sesi olamaz. Bu kadar gaddar bir ses onun olamaz. Bu... Bu lanet ses kafamı o kadar karıştırıyor ki... Sanki kafamın içinde depremler oluyor. Aslında Kouki'nin söyledikleri oldukça net, ama sözümü dinletemediğim bu lanet ses yüzünden, kendi kendime hatırlamamı engelliyorum. Zaten, Kouki de bir şeyi kafamdan çıkaramadığım, sözlerini anımsayamadığım için küsüyor bana. Çekip gidiyor, ya da ben öyle sanıyorum.
Tıpkı annem gibi beni terk ediyor ormana.
Ya da ben öyle sanıyorum.
Bir daha seni de mi göremeyeceğim Kouki? Belki senin de adını aslında hiç öğrenmemiş olacağım.
Belki de, bilirsiniz, öyle sanıyorumdur.
Bir başka kadın. Güneşin kirpiklerine dolanmasına izin veriyor ama arkasında acı çektiğimin farkında değil. Seslenişimi, cevap vermiyor diye sinirlenip küfredişimi duymuyor, şu altımdaki aptal çuvalı kaldırmıyor ki bir rahat edeyim. Belki de, ağzımı aslında hiç açamıyorumdur. Belki de yine kafamdaki ses kafasına göre takılıyordur. Belki, belki, belki. Hiçbir şeyin net olmaması o kadar acı verici ki. Bir başka kadın, ya da erkek. Melek de olabilir pek tabii, bu cinsiyet problemini de çözer. Bunun da bana yardım etmek yerine güneşle fingirdeşmeyi tercih edecek kadar gaddar olduğu gerçeği göz ardı edilmeli tabii... Evet evet, bir melek ve bir kadınla araba gibi bir şeydeyim ve kadınlarla meleklerden nefret ediyorum. Ayrıca gitmem lazım. Nikko kaçar!
*** "Kim seni ne yapsın be?" Melek hanımla kadın düşündüklerime alınmış olmalılar. Zira hatalarını telafi etmek istercesine, yağmurda koşturmama izin vermelerinin başka bir açıklaması olamaz. Sahi, nerden öğrendiler ki yağmurda ıslanmayı bu kadar sevdiğimi? Kouki'nin bile bildiğini düşünmüyorum bunu. Aslına bakarsanız, kimse bilmiyor bunu. Kimlere yağmurda gezmeyi seviğimi söyleyebilirim, kimlerle sırlarımı paylaşabilirim, pek anlayamadım şu kısa hayatım boyunca. Zaten, kundaklanıp el bebek gül bebek saklanmak, korunmak yerine sere serpe yaprakların arasına atılmamış mıydım doğduğumda? Hep ondan olmalı bunlar, hep. Gece korkunca ne yaptığımı, kavanozdaki kurabiyeleri kimin çaldığını, en sevdiğim rengi, kokuyu... Bunların hiçbirini paylaşmadım birileriyle hayatım boyunca. Paylaşamadım. Etrafım hep insanlarla dolu oldu ama hangileri hayallerimi ve dertlerimi taşımama yardım etmek isterdi, seçip anlayamadım.
"Man kafalısın da ondan. Bir de burnun kocaman."
Zaten hanımların ödülü de kısa sürdü. Hatta, üzerine bir de cezalandırıldım. Sanırım kadınlardan gerçekten nefret ediyorum. Götüne maruz kaldığım kişi bir erkekse, ondan da nefret ediyorum. Bütün insanlar benim nefretimi hakediyor. Ben böyle bağırtılmayı mı hakediyorum? Üstelik burnum kocaman da değil, tamam mı? Hem fiziksel, hem mental acıyla başedebilmek çok zor geliyor bana. Hem kafamdaki sesin, hem de kemiklerime kadar işleyen acının kesilmesi umuduyla kendimi karanlığa bilmem kaçıncı kez bırakıyorum. Belki de bir daha uyanmamacasına, ama uyanıyorum.
Bir kısmım dışında.
Sanki şu sekiz sene boyunca Kouki'nin kafasından kopardığım bütün saçlar birlik olmuştu da yatağa sabitlemişti beni. Melek hanımla diğer karının yaptıklarını az bulmuşlar, bir başka cezaya hazırlıyorlardı beni. Sanki, akademide çektiğim bütün kopyalar, Kouki'nin benim yüzümden yediği tüm azar ve dayaklar, avluda tekmelediğim bütün tavuklar birlik olup karnıma oturmuşlardı da, beni yer yüzünün en derinliklerine itiyordu. Ateşin, ağırlığın en yüksek olduğu merkeze düşüyordum, kimsenin umrunda olmazken şu yatakta çektiğim. Sanki, şu titrek mum ışığı bile benden nefret ediyordu. Üfleyip söndürecek halim yoktu ancak, zihnim bilmemkaçıncı artı birinci kez tekrar karanlığa uğurluyordu beni.
"Daha çok, ama çoooook daha fazlasını çekeceksin, Shiomiya."
Yerin dibinden çıkarılmış olmalıyım ama dizimi unutmuşlar. Bir de, ağzım bağlı. Sanırım kafamdaki orospu çocuğunu daha rahat dinleyebileyim diye. Böyle bir şey istemediğimi çırpınmak istedim ama, işte, bilirsiniz, ağzınıza kumaş verilmişken, olmuyor öyle. Tavandaki sinekler yerine, kafamın kendi kendime ettiği küfürleri saymak zorunda kaldım bir süre. Sonrası, tekrar uyku. Enerjisini benden aldığı için, ben bitince gitmek zorunda kalmıştı demek ki. Keşke hep uyuyabilsem. Ama ona da ölüm diyorlar sanırım. Kendine bile saygın kalmamışken, bu denli ızdırap çekiyorken ölmemenin bir manası mı vardı aslında. İnsan ne diye yaşardı ki? Sevgi, saygı, şöhret? Elimden kaçırdığım bütün şeyler?
Aslında hepsi, o kadar yakındı ki...
Elini bile tutmuştum Kouki'nin ve o sıcaklık içimde karanlık bir perdeyi aralamıştı sanki. Handaki sahne... Bazı kısımlarının rol olmadığına o kadar eminim ki. Sanki gerçekten bir yüzük yaptırsak ve parmağına o yüzüğü takmak istesem reddetmeyecek gibiydi. Sanki, eve döndüğümüzde çıkarmayacak, sahte yüzüklerin yanında bırakıp gitmeyecekti başka bir göreve. Ama, hepsi gibi Kouki de gitmişti işte. Yaşıyor muydu, ölmüş müydü? Beni terk mi etti, kaçırıldı mı? Nerede? Neredeyim? Neler oluyor, neden bu kadar acı çekiyorum? Acı çekmek istemiyorum. Canım bu kadar yanıyorken kafamda binbir türlü meseleyle meşgul olmak istemiyorum. Düşüncelerimi toparlayabilmek istiyorum ama zihnim neden bin parçaya bölünmüştü ki? Neden Kouki bu parçaların hatrı sayılır bir miktarını işgal ediyor? Neden geri kalanı, beni daha da parçalamak istiyor? Neden, neden, neden?
"Çünkü kazdığın kuyuya kendin düştün."
Hayatım, bana ormanda bahşedilmişti. Şu an ise hayatımı ormanda neredeyse sonlandırmış olan suratla karşı karşıyayım. Yavşak yavşak sırıtan adamı umursamıyorum bile, kıza kilitleniyor gözlerim. Ağzımı açmak, ona da "Neden?"diye bağırmak istiyorum ama yapamıyorum. Zihnim kendi kendime sayıp sövmekle o kadar meşgul ki... Zorla gene bana bir şey içirilmesine engel olamıyorum. Aslında, şu an iç huzuruma erişmiş olsam bile engel olamazdım sanırım. Saç telleri hala beni yatağa bağlı tutuyor kollarımdan. Sıkılıp bırakılmış burnumdan son bir kaç rahat nefes almaya çalışırken, gözlerim bir başka kadının görüntüsüne kapanıyor.
***
Vücudum yine benden bazı komutları almamakta ısrar ediyor. Ağzım, bacaklarım serbest ancak dermanım var mı hareket ettirmeye? Tabiki de hayır. Her şey şu an biraz daha net geliyor aslında bana. Daha sessiz, daha sakin. Ama aynı zamanda kafamdaki ses de daha net. "Aptal." diyor bana önce. "Haline bak, şu kızın seni getirdiği haline bak." diyor. Kafamı az biraz çevirince tekrar onu görüyorum. Obura'nın sulandığı Mori. "Öldürmüşlerdir zavallı çırağı..." diye üzüldüğüm Mori. Uyuyor, beni de uyuyor sanıyor. Kafamdaki orospu çocuğu uyutuyor sanki. Ellerime bakıyorum, zincirlerle bağlı. Vay be, Kouki benden epey nefret ediyor olmalı.
Aslında her şeyi kendim hakettim. Yıllarda eziyet çektirdiğim kıza karşı en ufak gardımı indirişimde, zihnimin kontrolünü kaybettim. Saçlarının rengi bu zamana kadar dikkatimi çekmemişken neden gözümü almalarına birden bire izin vermiştim ki? Neden onunla içinde olduğum mutlu aile tablosu beni birden bire bu kadar cezbetmişti? Neden onu koruyup kollama isteğiyle bu kadar yanıp tutuştum? O beni bırakıp gitti. Şu an yanımda o değil, canımı alan bu kız var. Ama ben neden hala Kouki nasıldır diye merak ediyorum?
"Çünkü kuş beyinlinin tekisin."
Hayır. Hayır, bu hakaretleri haketmiyorum. Hata yapmış, gardımı indirmiş olabilirim, ama bu saygısızlığı haketmiyorum.
"Ne sandın ki? Çiçeklerin arasından koşa koşa gelip kollarına atlayacağını mı?" Hem... Onu korumak istemek aslında hata mıydı ki? Garip bir sıcaklık sağlamıştı bana, kısa sürse de. Garip ve güzel.
"Niye sana baksın ki? Senin gibi pis, terk edilmiş bir yetime?"
Orada dur bakalım. Pis, senin anadır. Kafamın içinde olduğuna göre de bu durumda, pis benim annem oluyor. Pis, salak, acımasız bir anneye sahip olabilirim. Beni kimin doğurduğuna dair hiçbir fikrim olmayabilir. Sahip olduğum tek şey, beni ormanda bulan adamın hatıra soyadı olabilir. Ama ben pis değilim. Hem, her sabah duş alırım anlıyor musun? Banyo sırası yüzünden biz çok kavga ettik Kouki ile.
"Erkek evladı olmamış bir adamın satın aldığı bir araçtan öte bir şey değilsin."
Aslında, daha da çok kavga etmeye hazırım.
"Özgür iradesi olmayan bir köle."
Ama sen sus artık.
"Asla sevilmeyecek, yalnız bir et parçası."
"Sus..." diye mırıldandım yattığım yerde. Kendimin bile zor duyduğu bir mırıldanıştı bu. Zaten, kafamdaki sesin de umrunda olmamıştı. Vücudumdaki geçmek bilmeyen sızının üstüne, hala bana sövüp geçiriyordu. Başlarda, mantıklı karşılıklar verip kabullenmesem de, bir süre sonra baş edemez hale gelip daha yüksek bir "Sus." döktüm dudaklarımdan. Sonra, daha yüksek, daha yüksek ve en yüksek: "SUSSANA!" diye bağırdım en sonunda. Vücudum, sargıların arasında daha bir sert sızladı. Daha da çok üşüdüm.
Belki de bir şey hissetmiyorumdur. Üşüdüğümü sanmışımdır.
Motivasyon Olabileceğinin en iyisi! Nikko, terk edilmiş sahipsiz bir çocuk olarak yetimhanede başlayan hayatıyla bazı insanların gözünde dipteki bir insan olarak görülüyor olabilir. Varlıklı bir aile tarafından bakımının üstlenilmesi, ayrımcılığa maruz kalmak yerine ayrımcılık yapacak pozisyona gelebilmesi, üstüne üstlük bu ailenin kızına layık görülmesi gibi durumlar ise, Nikko'ya göre dipte başlasa bile her zaman yukarı çıkabileceğinin birer göstergesidir. Bu yüzden Nikko, işini her zaman doğru yapmak ister, açık vermemeye, bocalamamaya çalışır. Bir gün adından epey söz ettirecek güçlü bir shinobi olacağının inancıyla yaşar.
Cılız, cırtlak bir bağırış. Bağırmadan önce içine aldığın koca nefes tekrardan kunai yemişçesine acı zerk ediyor vücuduna. Hafifçe kıvrılıyorsun, kıvrıldıkça acı artıyor. Mori ise bir nevi yerinden sıçrıyor bağırmanla. Şaşkınlıkla büyüyen gözleri zamanla düşmanca bir tavır alıyor. Kısık gözleri acı çeken seni izliyor bir süre, kolları hala göğsünde birleşik.
Mori
Birşey demiyor Mori. Yavaş adımlarla odanın kapısına yönelerek açıyor ve kafasını uzatıyor. Birşeyler söylediğin işitiyorsun. Ardından yatağa, senin başına geliyor. Ufak bir anahtarla kollarını kilit altında tutan kelepçemsi şeyi açıyor. Serbetsin. Birşey değiştirmeyecek elbette. Değil Mori, basit bir çocuğun bile şu an seni ölüme itebileceğini biliyorsun. Mori yatağın başına bir yastık dayıyor. "Sırtını dayamayı dene yavaşça. Uyuşturucunun etkisi var hala, hareketlen." Sert, net bir ses tonu. Nefesleniyorsun, kollarınla kendini kaldırman, geriye çekip yastığa yaslanman zor olmuyor. Shuriken saplanan noktalarda sızı hissediyorsun. Dizin ise henüz uğraşmaya cesaret edemediğin bir alan. "Merak ediyorsan, iki hafta geçti. Sevgilin güvende, muhtemelen köye dönmüştür." Bu hale gelmeni sağlayan yardımcı oyuncu Mori. Neden içini rahatlatmaya çalışıyor ? Neden seni hayatta tutmak için çabalıyor ? Neden rahatınla ilgileniyor ? Yatağın yanındaki komidindeki şişeden boş bir bardağa su dolduruyor ve komidine koyuyor. Tekrar sandalyesine dönüyor ardından. "Neleri, nereye kadar hatırlıyorsun ?"
Kendi kendime tekrar acı çektirmeyi başarabiliyorken senin hain hain bakman, açıkçası pek de umrumda değil kadın. Sıktığım dişlerimin arasından daha da tiz bir "Amnskym." çıkardım. Gözlerimin kenarları çok, ama çok hafifçe de ıslandı kız kapıdan birilerine seslenirken. Muhtemelen "Uyandı gerizekalı salak." falan diyordu. Ya da "Şimdi mi dövelim akşama mı saklarız?" diye de soruyor olabilir. Pek tabii montunu falan istiyor da olabilir elbette, ben üşüyorum zira.
Kapıyı kapatıp bana doğru yaklaşmaya başlayan kızı seyrederken kafamdaki orospu çocuğunun, deminki sesimden de tiz bir şekilde "Yalak, yalaaak." diye cıvıldadığını duyabiliyordum hafiften hafiften. Zaten, bir süre sonra ilgimi çekmeyi keser gibisinden oldu. Zira hem hafiften hareketlenmem gerekti, hem de kız kafamın güzelliğinden bahsetti. Ne sikim uyuşturucuysa artık hem vücudumun deli gibi sızlayışını iliklerime kadar hissedebiliyorum hem de mental dengemi kaybediyorum. Gerçi, iyiliğime dokunan bir şey zerk etmelerini neden bekliyorum ki vücuduma? Sağ bacağım yokmuşcasına, hain bir topal gibi kıpırdandım yerimde, arkamdaki yastığa iyice yaslanırken. Fakat hatun kısa süreliğine eriştiğim rahatlığı tekrar bozmayı başardı.
"Ne demek iki hafta geçti?" diye mırıldandım kendi kendime, kıza değil daha çok kızın arkasında anlamsız bir yerlere boş boş bakar dururken. Ağzımı da kapatmayı galiba da unutmuştum, dudaklarımın hıpızla kurumasını başka bir şey açıklayamaz. Yani, Kouki'nin sadece adını duymak bunu yapamaz değil mi? Daha cümlenin tamamını kavrayamadan afallatamaz beni değil mi? Belki de cidden hala şu salak uyuşturucunun etkisi altındayımdır. İki hafta, koskoca iki haftadır ağzımdan yüzümden zorla sokup durdukları boktan uyuşturular. Ağzımı geri kapatıp cümleleri kafamda tekrar toparladım şöyle bir. Açıkçası, düşündüğümden de sikik bir durumun içerisindeydim diyeceğim ama, daha düşünmeye bile fırsatım olmamıştı ki. Hani... Hani ne hatırladığımı bile hatırlayamıyorum henüz doğru düzgün. Beş yaş daha da çok yaş küçülmüş de tüm dünyaya ve ağaçlara isyan ediyormuşcasına bir adapte olamama var kafamın içinde. Göz kapaklarım biraz daha düştü, kafamı öne eğdim biraz. Hatırladığım ve hatırlayamadığım onca şey, Kouki'nin beni bırakıp gitmesi, itilip kakılmam, hatta hani bir ara taşa mı ne attılar beni? Yok, çuvaldı sanki. "Yani gitti ha ciddi ciddili..." diye söylendim durduğum yerde. Çok saçma değil mi? Kızla yaşadığım tek iyi anı kısa süreliğine rol icabı el ele tutuşmaktı ama buna rağmen hayatımızın %99'unu kaplayan itişip kakışmaları hatırlamak yerine gidip kendini benden kurtarmasına içerliyorum. Peki ya daha öncesi? Şu an karşımda bana muhtemelen acıyan bu kız ve her yerime saplanan shurikenler? Neler oluyor anlamıyorum ki.
Aklım hala bin parça allak bullak olsa da en azından bu görüntüyü üzerimden atabilmek istedim. Karşımda beni bu hale soktuğu halde hala içime su serpmeye çalışan bir insan varken salak salak davranmak, iyice sinirlerimi bozdu çünkü. Hafifçe boğazımı temizleyip "Ha.. Döndüyse iyi, tabi..." diye bocaladım zoraki bir gülümsemeyle. Ardından "Hiçbir şey hatırlamıyorum." diye tekrar toparladım bin kere dağıttığım kelimelerimi. Kafamdaki sesin hala o tiz sesle "Ni kıdırını hıtırlıyısın!!" diye kızın taklidini yapmaya çalışışını es geçip "Yani, bazı şeyler..." diye tekrar cümleye başlasam da nasıl devam edeceğimi bilemedim. Beyin özürlü gibi "Iııııı....." diye ticari beklemesi yaptım. "İşte, anla, çok karmaşık kafam şu an." diye tekrar devam ettim rahatsız rahatsız gülerek. Kızın arkasındaki hiçlik yerine kıza bakmaya başlayalı bir kaç saniye olmuştu ama göz göze gelmek çok çabuk rahatsız hale soktuğu için beni, komidindeki bardağa, bardaki yansımama bakmaya başladım aptal aptal.
Motivasyon Olabileceğinin en iyisi! Nikko, terk edilmiş sahipsiz bir çocuk olarak yetimhanede başlayan hayatıyla bazı insanların gözünde dipteki bir insan olarak görülüyor olabilir. Varlıklı bir aile tarafından bakımının üstlenilmesi, ayrımcılığa maruz kalmak yerine ayrımcılık yapacak pozisyona gelebilmesi, üstüne üstlük bu ailenin kızına layık görülmesi gibi durumlar ise, Nikko'ya göre dipte başlasa bile her zaman yukarı çıkabileceğinin birer göstergesidir. Bu yüzden Nikko, işini her zaman doğru yapmak ister, açık vermemeye, bocalamamaya çalışır. Bir gün adından epey söz ettirecek güçlü bir shinobi olacağının inancıyla yaşar.
"Hiçbir şey demek." Ses tonu yumuşuyor Mori'nin. Uysal sayılabilecek tavırların sebep olmuştur belki de. Sen suya bakıyorsun, o da bardağın yansımasından görebildiğin kadarıyla sana. "Eiji-sama ile uzunca konuşacaksınız zaten. Onun öncesinde bilmen gereken birşey var." Mori hareketleniyor. Sandalyesinin arka kısmına asılı birşeye atıyor elini. Bakıyorsun kız ne ayak diye. Bir alınbandı çıkarıp yatağın köşesine koyuyor. Hepsi birbirinin kopyası olsa da orasındaki kırışıktan, şurasındaki sökülmeden, altındaki yemek lekesinden anlıyorsun seninki olduğunu. Nikkougakure simgesi üzerindeki koca çiziği de görüyorsun. Alınbandını son gördüğün andan itibaren, farkedebildiğin tek fark bu. "Artık aranan bir shinobisin. Güncel bingo kitabına ismin eklenmiş durumda." Kaçak olmak için ne yaptığını düşünüyorsun bulanık zihninde. Shurikenleri yediğinde bayılmadın belki de, sinirlenip önüne geleni kestin biçtin. Hanı patlattın. Böyle birşey yapmadıysan, kaçak olarak anılman için hiçbir sebep bulamıyorsun. Mori'nin birşeyleri açığa çıkarma amacında olduğunu anlıyorsun ancak yaptığı bu şey, daha fazla soru doğuruyor.
Soru sormak, donup kalmak. İkisi arasında gidip gelirken odanın kapısı bam diye açılıyor. Açılırken bir bam, kapı duvara çarparken ikinci bam. Başın ağrımazsa iyi. İçeriye uzun boylu, boyuna yakışır uzunlukta sarı saçları olan bir adam giriyor. İki eli yana açık, gel de sarıl dercesine. Suratındaki gülümsemeye yorum yapamıyorsun. Bu gülümsemeyle seni öldürebilir, garipsemezsin. Evlatlık edinebilir, buna da şaşırmazsın. Gerçi pek de yaşlı durmuyor. Taş çatlasın 25-30 aralığında. Adam içeri girdiğinde Mori ayaklanıyor direk. Eiji bu olmalı.
Eiji
"Kaplan uyanmış !" Gözleri önce sen ve Mori arasında dolanıyor. Ardından bir sana bir alınbandına dönüp duruyor. "Hem de kaçak olarak uyanmış ! Zincirlerinden de ayrılmış !" Sana yaklaşıyor kollarını indirerek, Mori odadan çıkıyor. "Yarı ölüsündür sen şimdi ama sorayım incelik olsun, nasıl hissediyorsun ?"
Kız, bakışlarımı kaçırıyor olmama rağmen benle bardağın yansımasında buluşmayı başarabilmişti. Rahatsız rahatsız davranmayı kesip hafifçe omzumu silktim kızın beklediğimden de sakin tavırları gelince. Ardından, insan oğulları gibi tekrar kafamı çevirip kıza doğrulttum bakışlarımı. O ara kıpırdanıp taburenin ardında bir şeylerle uğraşıyordu. "Hı?" diye kaşlarımı kaldırdım cümlesi bitince, ardından çıkarıp getirdiği şeye odaklandım. Başlarda elindeki şey basit bir kumaş parçası olsa da kısa bir saniye sonra o kumaş parçası bir alın bandına dönüşmüştü gözümde. Daha da fazlası, benim alın bandım olabilirdi bu, Evet, çok değil daha iki hafta önce Kouki'ye makarna fırlatırken kendime de bulaştırdığım şu salça izi bile duruyordu metalinin dibinde. Kafama şu şeyi en son taktığımda orda olmayan çingene yarığımsı çizginin ne olduğunu düşünürken kız deli saçmalaması moduna girmişti. Girmesiyle de tekrar bir mental buhrana sürüklenmiştim "Daşşak geçiyosun?" diye cırlayarak. Ağzım tekrar kapanmayı unuttu. Bugün kesinlikle bir şekilde içerisinden sinek girecekti. Sineği siktir ettim, kaçak ninja da ne demekti? Görevi bitirmeye, Kouki'yi korumaya çalışmaktan başka ne yapmıştım da kaçak olmuştum ki ben? En son hatırladığım şu kızın beni yarraklara getirmesiydi. Acaba... Acaba Ru'nun götüne şemsiye sokup savaş suçu mu işlemiştim?
Kafamda binbir soru çeşidi fırıldaşıp dururken ağzımı birden kapatmama ve gözlerimi iyice açmama neden olan bir gümbürtüyle irkildim. Hemen saniyesinde kaşlarım çatılmıştı. Kızgınlıktan ziyade "Neler oluyor gene amok?" çatmasıydı bu zira fırlayan kapı "Fiyuv." diye ardına çarparak ikinci bir gümbürtüyü getirmişti. Refleksi bir şekilde arkama doğru kaçızlamak istesem de yastık bana kaçacak bir yer pek bırakmamıştı. Onun yerine kafamı tavuk gibi geriye çekmekle yetindim. İçeri ibne gibin, puşt gibin birisi girmişti ve böylesine basit bir buluşu kullanmayı beceremediğine göre belli ki doğduğu köyde kapı diye bir şey yoktu. Kafamdaki ses iyice helyumlaşmış tınısıyla "Adam madam kayarsın sen buna heueheue." diye saçmaladı o sırada. "Ya bi siktir git." diye kendi kendime geçirsem de adamın suratında öylesine anlamsız ve zamansız bir sırıtış vardı ki... Adeta kafamdaki sese ayak uydursam "Olur ama sonra da ben seni pıtlatıcam." diye anlaşma sunacak gibiydi. Kafamı hafifçe sağa sola sallayıp Mori'nin ardından baktım bir süre, adam deli deli bağırırken. Kafamın içi kulağımdan sızıp yere aksa ve şekillense, bu adamla feci kanka olabilirdi.
Adam bana yaklaşınca köpeklerin "Buyur abi?" hareketini yaparak kafamı ona çevirdim ve göz göze geldim. Fakat sorduğu sorulara, bağırdığı saçmalıklara cevap vermem normalinden biraz daha fazla zaman aldı. Öyle ki, adam "Atın bunu bozuk bu. Çok dövünce beyni yanmış glb." dese yeriydi. Kafamdaki düşünceleri beni çöp poşetine sığdırmaya çalışan Mori'den tekrar kaçak olma konusuna çevirip iç çatışmamı yaşamaya geri döndüm. Ben? Nikko? Nikkougakure'nin Nikko'su? Nikkougakure'de artık aranıyordum? Ara sıra açıp sayfalarına "Vay amk." diye dudak büktüğüm kitaba adımı mı yazmışlardı? Adamın gözlerinden çok, Mori'de de yaptığım gibi arkasında bir yerlere, muhtemelen tavana dalıp gittiğimi sonradan fark ettim "Hiç.." diye mırıldanırken. Adamın da sorduğu soruydu ama şimdi amına koyayım. Bir gün feci dayak yiyors-... Dur lan bunu direkt adama söyleyeceğim ben.
"Bir gün seni çok feci dövüyolar tamam mı. Sonra uyandığında artık sen kaçaksın diyorlar. Bu ne sikim işse o haldeyim işte hacı baba."
Motivasyon Olabileceğinin en iyisi! Nikko, terk edilmiş sahipsiz bir çocuk olarak yetimhanede başlayan hayatıyla bazı insanların gözünde dipteki bir insan olarak görülüyor olabilir. Varlıklı bir aile tarafından bakımının üstlenilmesi, ayrımcılığa maruz kalmak yerine ayrımcılık yapacak pozisyona gelebilmesi, üstüne üstlük bu ailenin kızına layık görülmesi gibi durumlar ise, Nikko'ya göre dipte başlasa bile her zaman yukarı çıkabileceğinin birer göstergesidir. Bu yüzden Nikko, işini her zaman doğru yapmak ister, açık vermemeye, bocalamamaya çalışır. Bir gün adından epey söz ettirecek güçlü bir shinobi olacağının inancıyla yaşar.
"Haha !" İki elinin işaret parmağı sana dönükken koca kahkahası ile yana çeviriyor kafasını. Mori'yi arıyor seni göstermek için. Onun çoktan çıktığını görünce bozuntuya vermeden sandalyeye doğru yelteniyor. Yatağın yakınına çekiyor sandalyeyi. "Acı oldu evet." Cebinden bir paket sigara çıkartarak sana da uzatıyor. Yakıyor sigarasını. "Merak etme ama. Nikkougakure kendi götünün derdinde. Çıkıp seni arayacak değiller ya. Gelseler nolacak taş gibi adamsın." Sana bakıyor. Vücut sargılı, bacağını eline vermişler. Kendi de garipsiyor söylediklerini.
"Ama ne garip değil mi ? Kaç yaşındasın sen ? En fazla 20 olsun hadi. O kadar sene çalış didin köy için, bir raporla kellene para koysunlar. Ne kıyak iş lan." Yaslanıyor sandalyeye. Hafif bir öksürükle içiyor sigarasını. Fazla rahat adam. Mimikleri, el hareketleri. Sanki yan sokağın başına çöken yaşlı amca edasıyla. "Benim kellemi istemiyorlar da... Bi' gün bana dediklerimizi yap dediler. Onu yaparken baktım daha güzel bi' şu var. Şunu yapayım o zaman dedim ben de. Şunu yapmamak gerekiyormuş ama. Bastılar tekmeyi. Eh be." Bacak bacak üstüne atıyor. Hareketleri doğal ama adamın mevzuyu dalgaya vurduğunu da anlayabiliyorsun. "Neyse işte. Sevgilinin adı neydi... Sormamıştım. Onunla anlaştık. Sen sağ kalacaksın, bizim çocukların suçu da senin üzerine kalacaktı. Mori ölmüş olacak falan. Sevgilin şartlara uyduğuna göre yaşamaman için bir sebep yok. Severim senin gibi atılganları." Ciddiyetsizliği biraz kayboluyor, öne doğru eğilerek birleştiriyor ellerini. Sigarası hala parmaklarının arasında. "Dizini pek düzeltemedik ama bilirkişi çıt diye halleder. Onun dışında birkaç güne ayaklanırsın." Tekrar süzüyor vücudunu. Acaba ayaklanır mısın ? "Soruları sıralayacaksın muhtemelen. Ondan önce söyle bakalım, kaçak olarak neler yapmayı planlıyorsun. Seni kapı dışarı ettiğimizde tamamen özgür olacaksın. Heyecanlı mısın ?"
Dayağı yiyen benim mala bağlayan Eiji resmen. Zoraki bir sırıtışla adamın parmaklarına ve suratına baktım önce. Ardından zoraki sırıtışım kalbimin derinliklerinden gelen bir parlamaya dönüştü. Uzattığı sigarayı alıp yakmasına izin verdikten sonra "Adamsın babuş." dedim, ciğerlerimi yakan bir fırt alarak. Beni evimden barkımdan, potansiyel karımdan, kariyerimden koparan muhtemel başrolsün ama şu sigarayı uzattığın andan itibaren adamsın benim için.
Kısık bir "On yedi." ile araya girerek konuşma görevinin büyük bir kısmını adama bıraktım. Ciğerlerimdeki her bir hücre, kanser kardeşleriyle halay çekmeye başlamışlardı ki semt oturuşuna geçip yas tutmaya başladılar hemen. Adam, Kouki'den ve olanlardan bahsediyordu. Adamın nereli olduğuna, ne yaptığına dair planladığım bütün sorular puf oldu, gitti. Yerini Kouki'nin yaptıklarını sorgulayan sorular aldı. Hayatımı kurtarmak pahasına beni cehennem gibi bir hayata sürüklemek? Buna sevinmeli miyim, üzülmeli mi? Belki de kızgınlık duymalıyım. Nefret de etse görev arkadaşının ölmesine razı mı gelemedi, hayatımı mahvetmek pahasına? Yoksa bu herifle anlaşmasa, benle birlikte kendisi de mi öldürülecekti? Senelerdir yaptığım bütün eşek şakalarının tek pakette toplanmış büyük bir intikamı mıydı yoksa bu yaptığı, eline fırsat geçirmişken gerçekleştirdiği? Kafam iyice karıştı, kıçımı yırtmama rağmen bir şey başaramayışıma, zayıf düşmeme, bayılmış olmama lanet ettim... Bari en azından bilincimi kaybetmeseydim, bari en azından hayal meyal hatırlayabilseydim Kouki ile bunlar arasında geçenleri. Kouki'yi zorladılar mı, yoksa kız kolay bir seçim mi yaptı? Karar veriken yüz ifadesi, sesi, vücut hareketleri nasıldı? Mimikleri, el hareketleri... Hepsini o kadar merak ediyorum ki. Ve hiçbirine dair en ufak fikre sahip olmayışım beni o kadar deli ediyor ki!
"Sevgili diyip durmayın. Kouki... Beni günahı kadar bile sevmez." dedim soğuk bir şekilde. Uzun saniyelerdir sigaramı fırtlatmadığım için külü daha fazla dayanamadı, yatağın üzerine hüzünlü bir şekilde düştü. Elimin tersiyle yere süpürdüm düşen külleri, kalan sigarayı dudaklarımın arasında sıkıştırıp. Adamla seslerimiz eş zamanlı ciddileşmişti. Vücudumu baştan sona süzüşü, beni rahatsız edip arkamdaki yastıkla çükümü kapatma isteği doğursa da ses etmedim. Bilirkişi ayaklandırırmış beni diyolla. Ayaklanır mıyım acaba? "Ayaklanmazsam şerefsizim."
Adam bundan sonra ne yapacağımı sordu bana. Sanki ortalık malı olmamışım gibi. Sanki böyle bir duruma düşersem başvurayım diye yedek plan yapmışım gibi. Ben ne bileyim ne yapacağımı? Zaten kafam gavur şeyine dönmüş. Beynim, çükümün bir diğer amacının ne olduğunu keşfettiğimde bile bu kadar allak bullak olmamıştı. Yetimhanede bize böyle şeyler öğretenlerin pek olmadığını ve vücudumuzu kendi kendimize doğru bir şekilde keşfetmenin ne kadar mühim bir şey olduğunu göz önünde bulundurun, ondan sonra kıyaslamamın gerçekçiliğini anlayın. O derece. Birincisi, şu an kaybolmuş bir kedi yavrusundan halliceyim. Köye geri dönemem. Dönüp "Agalar yanlışınız var kaçırdılar beni imdak." desem, cümlemi bitiremem. Adam gibi kovulmuş olsam neyse ama, başıma para konmuş. Bingoya adım yazılmış. Eiji ve Mori'nin bu konuda yalan söyleyeceğini düşünmüyorum, en basitinden bulurum bir şekilde cidden bakarım amık kitabına ama hem ona harcayacağım zamana değmez, hem de uğruna yalan söylenilcek bir şey değil. Ardından, Eiji'nin dediği gibi Nikkougakure kendi derdindeyken ben çıkıp köye geri dönsem, yalan söyleyip söylemediğimi anlamak için uğraşmazlar öyle. En basitinden inansalar bile köyde üstüme yapışacak imajı düşünsenize.
Diğer yandan, e köye dönmeyeceksem ben ne yapacağım lan? Benim hayallerime, umutlarıma ne olacak? Kouki'yi aldığım gibi kızın ailesinden gelen imaj ve de parayla coşturmayacak mıydım kariyerimi? Köyde adı en çok anılan, görevlerde ismi en aranan, en yiğit shinobi ben olmayacak mıydım?
Olacaktım da niye?
Nikkougakure için mi? Safkan bir Nikkougakure'li olduğuma bile emin değilim. Tüm bu istediklerim, köye olan sevgimden, onu korumaya duyduğum istekten mi? Nikkougakure'yi seviyor muyum? Köy bana ismimi, aile diyebileceğim insanları, ulaşmaya çalıştığım hayalleri verdi. Ancak şu an ismim köyün aradığı kaçaklar listesinde yazılı. Ailem muhtemelen benden nefret ediyor. Şu an ise hayallerime ulaşırken kullanacağım yol allak bullak olmuş durumda. Bir, iki kapının önündeyim. Ancak bu kapılar bana kapandı mı, yoksa açılacaklar mı, emin değilim. Daha önce hiç sorgulamadığım, sorgulama gereği duymadığım veya sorgulamaktan kaçtığım düşüncelerle başbaşayım. Köyden nefret etmiyorum elbette, edeceğimi de düşünmüyorum ancak, ona tekrar kavuşmaya çalışmak uğruna hayatımı riske atmaya değer miydi? "Sevgim" buna yeter miydi? Yetse bile, her şey inanılmaz derece yolunda gitse bile, bu adamlar ben ve Kouki'yi rahat bırakır mıydı ki?
"Dönmek gibi bir opsiyonum zaten yok." diye mırıldandım uzun bir sessizliğin ardından. O sırada sigaramı yine unutmuş, temizlediğim alanın tekrar kül olmasına neden olmuştum. Filtresine kadar gelip elimi hafifçe acıttıktan sonra sönen tüf de olmasa, fark etmeyecektim. Bu sefer külü temizlemekle uğraşmadım. Açılmasını beklediğim kapılara tekrar yoğunlaştım, yine bir sessizliği başlatarak. Evet, adı en çok anılan shinobi ben olmak istiyordum. Ancak aranıyor da olsam, ben hala bir shinobiyim ki? Eiji'nin dediği gibi peşime düşecek andaval çıkmazsa, bir anlamda aslında sonsuz kaynağa sahip gibiyim şu an. Çok mu iyimser baktığımı sorgulamadan bu düşünceyi aklıma yatırdım. Köyün apış arası kokan cimnastik salonlarından daha değerli kaynaklar bulabilirdim elbette, bilhassa kütüphaneler de. Hiçliğin ortasında nasıl hayatta kalacağıma dair en ufak bir fikrim olmasa da kafama yatan bu düşünceye biraz daha sarıldım. Adama sahiplenilmesi gerek kaybolmuş bir kedi yavrusu imajı vermemek ve söylediği gibi beni salıvermesini kesinleştirmek için de kendinden emin bir ses tonuna büründüm. Çok ilginç, hayatımı sikip mi attı yoksa beni yeniden bir kendini keşfediş serüvenine mi yolladı bilmediğim sikik bir adama, kendimi kanıtlamaya çalışıyorum. İşin ezikliğini bir kenara bıraktım. "Her zaman, adından epey söz ettiren bir shinobi olmak istedim, biliyo musun?" diyip kendimi zorlayarak yatağın ucundaki alın bandımı aldım. Üzerindeki büyük çiziğin üzerinde baş parmağımı şöyle bir gezdirdim. "Artık Nikkougakure'ye ait olmasam da, ben hala bir shinobiyim. İyimser piremsesçilik oynuyor olabilirim. Hatta senin sarı bebe de beni iyi bir pataklamış olabilir şu kızla." diyip gözlerimi kaçırdım hafiften. "Başına böyle bir şey gelen bir başka shinobi ne yapardı bilmiyorum ama ben, hayalimden vazgeçmeyi reddediyorum. Belki de kim olduğumu tam olarak bilmediğimdendir.Yani, Nikkougakure'li olup olmadığımı bile bilmiyorum. Başı boş ormanda bulunmuş bir velettim ben." diyip, derin bir nefes aldım. Tekrar, bir iki saniyelik bir sessizlik. "Demek ki bir yere ait değilim o kadar da. Demek ki hayalime bir köye falan bağlı olmadan adım atacağım." diyip bitirdim cümlelerimi. Adamın beklediğinin aksine sorulardan ziyade, kendimi gazladığım düşünceleri sıralamıştım. "Tek bir sorum olacak." diye araya girdim tekrar. "Kouki... Bu kararı, nasıl verdi? Yani... Şey. Üzüldü mü hiç? Ya da başka bir şey, dedi mi? Anlarsın ya." diye sordum yine gözlerimi kaçıra kaçıra, kesik kesik. Adam biraz manyaktı ama bu soruyu neden sorduğumu da muhtemelen anlardı. O değil de, hayat da cidden çok garipti. On yedi yaşında bir velet, hayatını mahveden bir adama hayallerini anlatıyor ve aşk hayatını hafiften seriyordu. Kami-sama hayırlısı nasip eylesindi.
Motivasyon Olabileceğinin en iyisi! Nikko, terk edilmiş sahipsiz bir çocuk olarak yetimhanede başlayan hayatıyla bazı insanların gözünde dipteki bir insan olarak görülüyor olabilir. Varlıklı bir aile tarafından bakımının üstlenilmesi, ayrımcılığa maruz kalmak yerine ayrımcılık yapacak pozisyona gelebilmesi, üstüne üstlük bu ailenin kızına layık görülmesi gibi durumlar ise, Nikko'ya göre dipte başlasa bile her zaman yukarı çıkabileceğinin birer göstergesidir. Bu yüzden Nikko, işini her zaman doğru yapmak ister, açık vermemeye, bocalamamaya çalışır. Bir gün adından epey söz ettirecek güçlü bir shinobi olacağının inancıyla yaşar.
Kouki ile olan durumu anlattığında kaşı gözü ayrı oynuyor adamın ne alaka dercesine. Sözünü kesmiyor ama, dinliyor uzun konuşman boyunca. Suratında hala sana ne yapmak istediğini anlayamadığın gülümsemesi duruyor. Son sorunu soruyorsun. Kolunu sandale koluna, yüzünü de elinin dışına yaslayıp seni izliyor biraz. Sonra dudağıyla oynuyor. Elini açıyor ne desem der gibi. İşaret parmağıyla seri olarak 6-7 daire çiziyor sonra. Garip garip hareketler. "Dur geleceğim oraya."
"Ormanda buldular seni, eğittiler shinobi yaptılar falan, şimdi de tek raporla tekmeyi bastılar ha ? Anlamıyorum ki bunları da, toparlanmak istemiyorlar mı ? Öküz gibi adamsın işte, sen değil de benim gibi cılızlar mı toplayacak köyü?" Derin bir ah çekiyor. "Gizli köy falan en başından beri saçma değil mi zaten ? İki ev kurup gizliyorsun. Bi' akademi kurup ağzından iki ateş üfürüyorsun. Gizli köy oluyorsun. Ülke koruyorsun falan işte de... Niye ? " Gülümsemesi hafif sitemkarlıkla birlikte, seni sarıp sarmalayacak tarafa doğru kayıyor biraz. "Bak ben de diskocular köyündendim. Aramızda kalsın ha böyle dediğim. Gerçi ölü biliyorlar beni de, sen söyleme yinede. Dikmeyeyim o ağzını sonra." Bacak bacak üstüne atıp yayılıyor biraz daha. "Bi' göreve yolladılar beni. Bilmemne köyüne bilmemne kişisi bilmemne işi için kaynak yolluyormuş. Kasa kasa para. Al takımını git getir dediler. Aldım parayı da.. Tonla para be Nikko. Köye götürsem içinden bir tane bana verecekler, aferin diyip yollayacaklar. Takımım da köy delisiydi. Vurdum hepsinin ensesine, aldım parayı kaçtım. Ufak bi' numara, hoop Eiji öldü, görev başarısız." Zevkle doluyor gülümsemesi bunları anlatırken. Gevşedikçe gevşiyor o sinir bozucu adam. Bir sigara daha yakıyor. "Açgözlülükten falan değil. Geniş düşün. Neden senden üst rütbede biri olsun ? Hadi oldu neden onun her dediğini yapasın ? Dünya bir insanın keşfedebileceğinden çok daha büyük. Köyler, zeki birinin kurabileceği oluşumların yanında bir hiç... Ve benim ömrüm de köy için harcanamayacak kadar değerli. Boşver iyi oldu köyden postalandığın."
İşaret parmağı tekrar dönüyor defalarca. "Ru'da basit bir bebeydi mesela. Bakma fırıldak gibi parladığına falan, önceden ağaca yumruk atar ağlardı acıdan. Zor adam ettik. Ama zeki çocuk. Benim düşündüklerimi ucundan da olsa yakalayabiliyor. Güzel de bir bağlantı kuruyor bize. Zengin aile bebesi." Zekiliğinden pek şüphe etmiyorsun. Zaten bu cümleler boyunca da sızlıyor sağın solun, gururun onurun. "Ama ondan bir ön yüz olmaz. Birşeyleri tanıtmak için onu kullanamazsın mesela. Kimseye onu adam diye yutturamazsın. Bebe işte. Yılan gibi ama bebe." Yanağını tekrar elinin dışına yaslarken gülüşü hafiften siniyor, gözleri gözlerine yapışıyor. O kadar yılan yılan dedi, tam bir yılana dönüyor herif. "Gel bak şöyle yapalım. Madem ne yapacağını bilmiyorsun, madem tanınmış bir shinobi olmak istiyorsun... Seni bi' deneyeyim ben. Bakalım kafan çalışıyor mu diye. Çalışıyorsa sana milletin tü kaka dediği ama aslında öyle olmayan işimi anlatayım, kafana yatarsa beraber birşeyler yaparız. " Tek gözünü kırpıyor.
Adam neden garipsedi bilmiyorum. Sevgili değiliz işte amok, nesine kaş göz oynatıyorsun ki? Ayrıca, aynı zamanda IQ'su tek haneli sanırım. Arkadaşım sen beni kaçırıp çırılçıplak şu yatağa atıp saçma salak muhabbet edersen beni köy nasıl geri alsın? Sanki atmama opsiyonları varmış da yine de orospu karı gibi kovmayı tercih etmişler gibi konuşmuyor mu... Götü kollamak zorunda olmasam geçireceğim ağzına ya, neyse.
Diskocular köyü ne alaka anlamamakla beraber, neden ağzımızdan ateş üflediğimizi sorgulayışını da anlamadım. Galiba benim de zaten kıt kanaat geçindiğim IQ'mu da iyice düşürüyor. Shinobiliğin niyesi mi olur? Ben şahsen, güçlü olmayı seviyorum, bence bu yüzden bir shinobiyim. Gücümü, benim gibi güçlü olmayanları korumak veya dövmek için kullanmayı seviyorum. Hayran kalınmayı seviyorum. Ama bu demek değil ki gideyim senin gibi orospu çocuğu olayım, görevime ihanet edeyim. Bu kafada olmadığım için zaten Ru bebesine yardım etmeye çalışırken bıçağı yemedim mi ben? Kötülük, Eiji'nin hoşuna gitmeyecek ama benim kanımda, iyi ki yok. Haklı olabilir, yetimhanenin el bebek gül bebek büyüttüğü, akademinin mezun edip alın bandını verdiği Nikko artık o tonton teyzeler ile embesil öğretmenlerin gözünde bir hain olabilir. Takiben reyiz beni evine aldığına, kızına nişanladığına bin pişman olabilir. Gerçeği sadece Kouki biliyor, ama belki de zerre pişmanlık ve üzüntü duymuyor da olabilir. Bunların hiçbiri beni bu zamana kadar yetiştirmiş bir köye trip atıp onların aleyhine işlere gerçekten bulaşacağım anlamına gelmiyor.
Şu zamana kadar Kouki'den kapabildiğim bir şey varsa acaip ifadesiz bir surat takınabilirim bence. Anlattığı hikayesine duyduğum tiksintiyibelli etmemeye çalışarak, teklifine önce net bir "Hayır." ile cevap vereceğim. Saçmaladığı şeyler bazı noktalarda kısmen mantıklı. Evet, neden benden üst rütbeli insanlar var ki? Onları geçmem için? Ama götlükle ve çirkeflikle değil, bileğimin hakkıyla. Üstüne üstlük, "Haklısın abi neden bizden üstte insanlar var lan." diye atlayıp neden Eiji'nin bana emir falan vermesine izin vereyim ki? Neden keşfetmem gereken bir dünya varken bu yılan kılıklının yanında hapis olayım ki? Buradan da postalanır, hayatta kalmak için ağaç tokatlarım daha iyi. "Mori'yi falan reklam yüzün yap, hem dişiler daha tehlikeli ve etkileyici oluyor." diyip vücudumun halini tekrar göstermek istercesine el kol hareketi yaptım. Son bir "Ama benden sana iş çıkmaz, üzgünüm." lafımdan sonra bitirdim olayı. Bence gayet kısa ve net. Sal beni sen Eiji baba.
Motivasyon Olabileceğinin en iyisi! Nikko, terk edilmiş sahipsiz bir çocuk olarak yetimhanede başlayan hayatıyla bazı insanların gözünde dipteki bir insan olarak görülüyor olabilir. Varlıklı bir aile tarafından bakımının üstlenilmesi, ayrımcılığa maruz kalmak yerine ayrımcılık yapacak pozisyona gelebilmesi, üstüne üstlük bu ailenin kızına layık görülmesi gibi durumlar ise, Nikko'ya göre dipte başlasa bile her zaman yukarı çıkabileceğinin birer göstergesidir. Bu yüzden Nikko, işini her zaman doğru yapmak ister, açık vermemeye, bocalamamaya çalışır. Bir gün adından epey söz ettirecek güçlü bir shinobi olacağının inancıyla yaşar.