Kırlangıç

Diğer tüm ülkeler ve onlara bağlı alanlar.

Moderatör: Game Master

Kırlangıç

Mesajgönderen Hakuja Mikaaru tarih 12 Şub 2017, 21:35

Resim

Bir adım attım, ötekisi takip etti. Boşluğun içinde yankılandılar, erişebilecekleri noktaya kadar gittiler ve geri döndüler; daha güçlü bir şekilde. İronik. Her şey böyle başlamaz mıydı zaten? Kapının dışına atacağına basit bir adımla... Ve yeterince zaman bunu yapmaya devam edersen, bunun bir karşılı olacaktır, oh evet! Her zaman olur. Neyi kovaladığını, neyin sana geri döneceğini bilemezsin elbette. Öyle olsaydı, işin eğlencesi olmazdı. Ölümü kovalayamazdın mesela, yada, ölümün seni kovaladığının farkında olmazdın. Daha ihtiyatlı olurdun, ki bu hiç eğlenceli sayılmaz öyle değil mi? Hayat buydu işte. Basit. Eylemlerimiz ve onların sonuçları, der, benden çok daha evla olanlar. Onlar basitliğin ardına bakma cesaretine sahiptir. Tabii bu pek çoklarını delirtir ama, onlar yine de yapar bunu. Birilerinin, insanoğlunun geleceğini düşünmesi gerek sonuçta. Sizin de tahmin edebileceğiniz üzere, bu öyle bir hikaye değil. Sadece basit bir çocuğun hikayesi, kapısının dışına basit bir adım atan bir çocuğun hikayesi.

Adımlar beni buraya kadar getirmişti. Yol. Böyle adlandırmayı seçerdim yazgımı... Hangi kumaştan örülmüştür, hiç anlayamadım. Ama zordu, size bunu söyleyebilirim, ateş ve kan kadar zor. Hatta yaşamak kadar... Her gün yaşamak ve her gün ölmek kadar zor. Ama yapıyordun işte... Eğer ilk adımı attıysan, devamı elbet geliyordu. Bir bekleyişti bu. Bir sonucunu görüp göremeyeceğini bilmeden hatta tahmin bile edemeden yola devam edişin... Başka nasıl açıklanabilirdi ki? Bir şekilde bugünlere kadar gelmiştim ama. Boş bir dojo... Şimdilerde, kırlangıç ile prensin dostluğunun bir damgası. Hayatın beni buraya sürüklemiş olmasından memnundum. Kelimelerle tarif edilemeyecek cinsten... Kırlangıcı başka nasıl yakalardım ki? Eğer bir yerlere konmamış olsaydı... Yol. İnişleri olduğu kadar, çıkışları da vardı. Ve dostlarım... Sizinle bugün, çıkışlarını konuşacağız.

Gündüzün ilk saatleri. Yada akşamın... Aradaki farkı anlayamadığım günlerden bir tanesiydi. Ne fark ederdi ki sanki? Kehanetlerde sözü edilen son kışın soğuğunu içime çektim. Onu bir dost gibi selamladım ve zihnime dolmasına müsaade ettim. Sonra bir adım daha attım, bir gıcırtı; bir başka adım ve onu korkunç bir simetri içinde takip eden bir başka gıcırtı... Dojo'nun ortasına kadar gidene kadar bu döngü birbirini takip etti. Ardından yere çöktüm. Mekanın tam orta noktasına... Meditasyon pozisyonumu aldım. Kırlangıç böyle yapmamı söylemişti. Dünya üzerinde nasıl bir prens vardı ki, ona bir şeyler fısıldayan kırlangıcının sözünü dinlemesin? Hay hay demiştim. Kalbim çarpmaya devam ettiği sürece, her uyandığım yeni güne selam duracağım. İster gündüz, ister gece... İster kehanet edilen yok oluş geldiği zaman, isterse vaadedilen topraklarda gözümü açayım... Meditasyon pozisyonumu alacak ve kendimi, zihnim ile baş başa bırakacaktım. Ve bu böyle sürdü, biliyor musunuz... Bu bir alışkanlık oldu. Bir shinobi olduktan sonra da devam etti. Kırlangıcın başka diyarlara göç ettiği zaman da...

İnsanlar, kendilerine verilen en büyük cezanın, cennetten kovulmaları olduğunu düşünürler. Ki bu kendi içinde ironiktir. İnsanoğluna neden sonsuz güzellik vaadedilsin ki? Fakat hayır. Bize verilen en büyük cezanın, şu hayatı yaşamak olduğunu sanmıyorum. Eğer keyif alabilirsen güzel bir yer burası. Evet, her köşe başında kan ve nefret var. Evet, ölüm bizim en eski dostumuz ve hatta... Son dostumuz olacak. Ve evet... Kusursuz değil. Elmayı severken, onun bizden pek de haz etmediğini anlayabiliyoruz. Ama bana soracak olursan, bize verilen en büyük ceza düşünceler. Korkunçlar, sizce de öyle değil mi? Düşünün bir... Bizim içimizdeki, kontrol edemediğimiz en büyük güç. Durduramıyoruz ve hatta, bize ait olup olmadıklarını bile bilmiyoruz. Bir düşünceyi öldüremeyiz. Bir düşüncenin bize işkence etmesine mani olamayız. Ama onlar hep oradadır, koca kafanın içerisinde... En büyük işkence, en büyük ceza düşünmektir dostlarım. Neyse ki insanoğlu kurnazdı, en az, kendi düşünceleri kadar. Zaman içinde, kendi düşüncelerimizi sınırlamayı öğrendik. Acaba bir gün tanrıları da yenmeyi başarabilecek miyiz?

"Yeterince düşüncelerinden kaçmadın mı?"

Hayhay. Ve işte... Yine oradaydılar. Yüzlerce ve binlerce düşünce, çıktıkları yolculuktan geriye dönüyorlardı. Korkunçtular. Aynı zamanda güzel, ilginç ve yaratıcı. Beni ben yapan her şey ve onlardan tedirgin oluyordum. Hatta korkuyor... Nedenini açıklayamasam da, kendimi bir gün yanıltacağımı sanıyordum. Kendimi... Hayal kırıklığına uğratacağımı, hayır sanmıyor; biliyordum. İçten içe, olduğum adamın ben olduğumdan şüpheliydim. Boğazıma geçirilmiş bir ilmek ip gibi. Tek yapabildiğim, ipi olabildiğince gevşetmek oluyordu. Fakat gittikçe daha da zorlanıyordum ve bir gün bunun yeterli olmayacağından emindim. Semptomları tedavi ediyordum sadece. Yapabileceğim güne kadar devam edecektim. Ama sonuçlarından korkuyordum. Belki de yapılması gereken en doğru şey, düşüncelerime kulak vermekti. Onları uzaklaştırmak değil, kucaklamak... Yapmadım. Bir gün pişman olacağımı bilsem de, yapmadım. Bunun, pişman olmaya değecek bir şey olduğu konusunda hiçbir şüphem yoktu doğrusu.

Birden doğruldum. Düşüncelerim, kana nüfuz eden bir damla zehir gibi vücuduma etki etmişti. Hareketlendim ve dojonun bir ucunda bulunan, bokkenlerden bir tanesini uzandım. Nazik davrandım ilk önce, dokunsam kırılacakmış gibi, camdan bir figürmüşçesine... Saygılı davrandım ve kendisine, basit bir sopa olduğunu unutturmaya çalıştım. Sen sadece, kılıç şeklinde bir sopasın diyemedim ona. Ne haddime hem! Nice ustaların, ustalaşmadan önce kullandığı bir silahtı o. Kesmiyor diye, hor görmek bana düşmezdi. Eğer ileride bir prens olacaksam, saygı duymayı öğrenmeliydim; saygı duyulmadan, bir salise önce... Bokken'i yattığı yerden kaldırdım ve elime aldım. Hafifçe ileriye doğru uzattım, ayaklarımı iki yana doğru açtım. Her şey böyle başlar diye şakımıştı bizim kırlangıç, Shigure demişti, böyle başlar. Sözünü dinledim onun, her zaman olduğu gibi. Zihnimi, önümde duran hayali düşmana verdim. Sanki dünyada ben ve ondan başka kimsecikler kalmamış gibi... Sanki hayatının sırrı, onun hemen arkasındaymış gibi... Ve harekete geçtim, gölge de harekete geçmeden bir salise kadar önce.

Shigure Form #1

Hız herşeydir. Seni hayatta tutar. Tabii ona layık olacak kadar hızlıysan... Eğer durup düşüneceksen veya bize ayak uyduramayacaksan, buraya hiç gelmemeliydin diye devam eder öğretiler... Hiç geriye dönmek istemedim. Ne kadar yavaş ve acınası olsam da, önemsemedim. Bir prense yaraşır davranmak istedim. Shigure felsefesi ne kadar zor olursa olsun dedim. Ve her şey de böyle başladı. Önümdeki gölgeye saldırdım! Bir an öne atıldım ve silahımı, dikey yönde, ileriye savurdum. Gölge... Gölge kurnazdı, hazırlıklıydı. Bir an için geriye çekildi ama aslında onun planı bu değildi. Silahını yatay pozisyonda hilal çizecek şekilde döndürdü ve benim saldırımı blokladı. Onun momentumu bir miktar daha yüksekti ve heh... Dediğim gibi, kurnaz bir orospu çocuğuydu. Elimdeki silahın hafif savrulmasından fırsat bilmişti. Açığımı görmüş ve bu noktayı işlemeye karar vermişti. Bir an için, kendi ekseni etrafında saat yönünde dönmüş ve bu dönüşten kazandığı ivmeyi silahına aktararak; yakın mesafeden bir saplama hamlesi yapmıştı. Artık dip dibeydik ve ben onun, olmayan göz boşluklarından içini görebiliyordum. Bir duman. Onu yakalamaya çalışmanın anlamsız olduğunu biliyordum. Pes etmedim. Kırlangıcın öğüdünü dinledim.

Shigure Form #2

Bir an için, ellerimdeki bokkeni gevşettim ve hafifçe dönmesine izin verdim. Eğer elimde bir katana olsaydı bunu yapardım, gelen hamleyi karşılamak için keskin tarafını değil, sırt kısmını kullanırdım. Yine de yaptım tabii. Oyun bozanlığın lüzumu var mı sanki? Dikey hamleyi bloklayabilmek adına, bokken'in sırt kısmını savurdum ve ardından; gölgenin beklemeyeceği bir şekilde, silahı öne doğru eğdim. Rakibimi sadece durdurmayacaktım, oh hayır. Aynı zamanda onu pişman etmek istiyordum. Gölgenin olmayan eline, var olmayan bir yara açtıktan sonra; onun bu zaafını değerlendirmeye karar verdim. Bir önceki hamlem daha yeni sonlanmışken, vücuduma tekrar şekil verdim ve bir hamle daha yapmak için atıldım. Döndüm ve blokladım. Tekrar saldırdım, kısa ve hızlı olacak şekilde. Shigure pek çok şeydi. Hızın hükmünün olduğu topraklar... İnceydi her şeyden önce. Şaşayı kaldıramazdı, basitti. Fakat kendi içinde bir güzelliği vardı. Bir kuş, kanat çırpmak için güç tüketir mi? Sadece çırpar, bildiği tek şekilde. Bir sonraki kanat çırpışının nasıl olacağını düşünmez, tekrar ve tekrar yapar. İnsanlar da kendi silahlarına bunu yapmalarını öğütlerdi Shigure. Hızlı ama naif, ölümcül ama sessiz. Ta ki ben, gölgeyi yere yıkıncaya kadar... Öyle de olacaktı zaten. Tabii eğer, dövüştüğüm gerçek bir varlık olmasaydı.

Bir anda geriye doğru savurduğum Bokken, bir wakizashi tarafından durdurulduğu anda... Onun gözleri, benimkilerle buluştu. Ne kadar buradaydı yada ne kadardır benim gölge dövüşüme şahitlik ediyordu emin değildim. Ama onun mavi gözlerine bir kere daha bakınca, tek bir şeyden emindim. Tek bir şey hissediyordum. Minnettardım. Burada olduğu için,

...kırlangıcın.
Resim
"So this is what it feels like."
Künye
İsim: Hakuja Mikaaru
Yaş: 21
Cinsiyet: Erkek
Fraksiyon: Taiyou
Element: Raiton
Seviye: C-Rank
Rütbe: Chuunin
Ryo: 20,000
Prestij: Moumoku/0
Kullanılabilir GP: 0



Motivasyon
Hakuja'ların Tahtı.
Mika'nın en büyük gayesi, kimsenin umursamadığı bakır bir taht ve bakırdan bile daha değersiz bir taçtan ibaretti. Uzak diyarlardaki topraklarını güçlendirecek, adını zikredilmeye değer kılacak bir lider olmak! Mika bu yüzden bir shinobi olmuştu. Bu yüzden, hiyerarşik olarak kendisinden üsttekileri bu denli örnek almaya çalışmıştı. Bir gün, adil bir lider olmak. Elinde, kendi topraklarını kurtaracak gizemli bir güçle-bilgiyle gelip; hakkı olanı almak...


Efsaneler ve Diğer Saçmalıklar.
Açık konuşalım. Eğer Mika'nın büyüdüğü toprakların en ufak bir değeri olsa, şimdiye kadar çoktan işgal edilmiş olurdu. Bir avuç boktan başka bir şey olmayan topraklardan geliyordu. Dünya üzerindeki hangi nesne, hangi güç, hangi irfan; bir avuç boku alıp, altından krallıklar kurabilirdi? Bir çocuğun zihni ise böyle işlememişti. Mika, kısa pantolonlu bir prens velediyken, kendi ülkesini kurtaracak bir efsaneye; hayır, tüm efsanelere bağlanmıştı. Büyüler, gizemler, efsaneler, mitolojik yaratıklar ve tanrılar... Mika, kimsenin görmediği mistik güçlere inanmıştı. Kendisini hayata her gün bağlayan oydu. Bir gün, gizemli güçleri bulacağını bilmek, inanmak...


Komplikasyon
Rüyayı Yaşamak.
İnsan zihninden pekala iyi anlayan, hatta, düşmanlarının zihnine saldırmasını öğrenen bir shinobi için; Mika, zihnini kendisinden asla koruyamamıştır. Onun için psikolojik sorunları olduğunu söylememiz doğru olmaz. Bilinen herhangi bir zihinsel sorunu yada hastalığı yoktur. Fakat onun problemi, acı geçmişini örtmek için kendi uydurduğu bir gerçekliğe inanmasıdır. Adeta kendi zihnine bir Genjutsu yerleştirmeyi başarmıştır Mika. İnsan zihni böyle şeyler yapar derler. Kaldırmayacağı yükleri siler, yerine daha mutlu şeyler yerleştirir. Mİka'nın zihni de aynen bunu yapmıştır. Fakat sorun şudur ki, Mika ne kadar büyüse de, kendi rüyasından kaçmayı başaramamıştır. O hala, zihninde kurduğu krallığın bir prensidir. Bu evvela büyük bir sorun olmasa da, birileri yada bir şeyler yüzünden, kendi kurduğu ilüzyonu açık verirse; parçalanmaya başlarsa, Mika'nın tüm konsantrasyonu dağıldığı gibi; elinde kalan enerjisiyle, parçalanan yerleri yamamaya çalışacaktır. O an için ilgi odağı, tamamen rüyasına geri yatmaya döner.




Profil
Güç: 2
Çeviklik: 7
Kondisyon: 6
Potansiyel: 2
Varlık: 7
Zeka: 8



Taijutsu
Shigure | C-Rank

Genjutsu
Raigen
Rakumei no Jutsu

Beceri Listesi
[Güç] Atletizm: 1
[Çeviklik] Akrobasi: 1 [Favori]
[Çeviklik] El Hassasiyeti: 1
[Çeviklik] Saklanma: 1
[Kondisyon] Form: 1
[Potansiyel] Ninshuu: 1
[Varlık] Aldatma: 1
[Varlık] Empati: 1
[Varlık] Sosyalleşme: 1
[Zeka] Tıp: 1
[Zeka] Farkındalık: 1
[Zeka] İzcilik: 1
Kullanıcı avatarı
Hakuja Mikaaru
 
Mesajlar: 19
Kayıt: 04 Şub 2017, 17:22

Re: Kırlangıç

Mesajgönderen Hakuja Mikaaru tarih 18 Şub 2017, 19:24

Resim
Şu saniyenin nereye ait olduğundan emin değilim. Tam olarak 'şu' anın... Gözlerimi ne kadar sıkı kapasam, kalbimin iki çarpış arasında kalan süreyi ne denli uzatsam da!.. Bu anının tam olarak nereye ait olduğu bilgisi, benden sakınılmıştı. Çürümeye başlamış bir anıdan daha fazlasını beklemek ahmaklık olurdu zaten. Ama denedim. Ben bir ahmağım çünkü, basit hatıralardan medet uman bir tane! Uzak diyarlardı, şu an, öyle olmalıydı. Belki eski bir kasabaydı, savaşın en şiddetli dönemlerinin yaşandığı. Hiç kimse kalmayana değin savaşıldı ve savaşanların bile, artık neden savaştıklarını hatırlayamadığı bir tane. Yada basit bir taneydi, eski bir ustanın dinlenmesine yaraşır bir tane. Öyle yada böyle, artık kullanılmayan bir dojo'da; artık yaşayanların işine yaramayacak bir ölü hatıradan başkası değildi bu. Zaman zaman anımsamak iyi oluyordu, diriltiyor; ölü toprağına bir damla su oluyordu. Elbette bir gün ölecekti, dünya üzerindeki hiçbir sihirli güç kırılmış bir kalbin öldürmeye ant içtiği bir anı parçasını canlandıramazdı. Ama olsun dedim kendi kendime, son bir kere daha... Ne dersin?

Cevap beklendiği gibi olacaktı. Bir kere daha ve bir kere daha... Sonsuza kadar, her gün yeniden, bir kere daha.

Belki de haksızlık ediyordum, kendime ve ona. Ona daha fazla... Kısa bir anı parçası olarak kaldığı ve kalacağı için, kırlangıca kızmak adil değil. Teşekkür etmeli ve yolumuza bakmalıyız, kim bilir, olması gerektiği de bu değil mi? Sinirlendim ama, bu düşünce beni her zaman sinirlendirmiştir zaten. Eskiden olsa, bunu, derinden yaralanmış bir kalbin yaydığı zehir olarak isimlendirirdim. Ki bu da doğru olurdu. Ama hayır, sebebi bu değil. Hayat bu kadar dönek bir çark olamaz, olmamalı. Evet acımasız bir yer, güçlü olanın sağ kaldığı bir tane. Bununla herhangi bir problemim yok. Zayıf olmak, acınacak bir varlık olarak hayata tutunmaya çalışmak mükafatlandırılacak yada onurlandırılacak bir davranış değil. Güçlü olmakla, tuttuğunun kalbini söküp koparmakla derdim yok. Hayatın nasıl işlediğini ve işleyeceğini bilecek kadar uzun süredir yaşıyorum. Fakat asıl acımasız olan, varlığını bildiğimiz şeyler. Bizden koparılan ama unutturulmayan şeyler! Hiç bilmeseydim kırlangıcın varlığını ve sevgiyi, mutluluğu ve hüznü... Bu beni kızdırır mıydı? Eksik hisseder miydim yine kendimi? Peki birileri bu anıları söküp atma teklifinde bulunsaydı ne derdim? Evet mi derdim? Derdim ya, derdim büyük ihtimalle.

Asıl sorulması gereken soru, kaç saniye düşündükten sonra evet diyeceğim olurdu.

Yine oradaydım işte. Eski bir dojoda, tanrı bilir nerede... Buraya nasıl düştüğüm farklı bir gecenin, daha mutlu bir tanesinin konusu. Buradan sonra neler yaptığım, farklı bir içkinin mezesi. Burada neler olduğuyla ilgili olan hikaye ise, ağzımıza layık bir parça zehir. İlk başta hoşuna gider insanın, her zehrin yaptığı gibi. Ardından çürütür sizi, derinlerden başlayarak, dışarı doğru... Her zehrin yapacağı gibi! Ki bu da ironiktir, insanoğlunun bu denli ölmekten korkan bir varlık olarak; kendini öldürmeye bu denli arzusu. İnsanoğlu garip varlıktır evvela, nice düşünürler onları -kendilerini- anlayamamıştır. Belkide bu, kendimizi tanımamız, bizden saklanmış bir bilgeliktir? Bizden daha yüce bir şey, bizim yaratıcılarımıza kalmış bir meseledir, kim bilir? Bırakalım buna zaman karar versin, tanıklık etsin ve şahit olsun. Biz önümüzdeki meseleye bakalım ve bir kez daha kendimizi zehirleyelim, güneyin rüzgarlarıyla. Geçmişin esiri olalım ve günümüzü önemsemeyelim, bir sonraki adımımıza dikkat etmeyelim, ne denli tuzaklarla dolu olursa olsun. Sadece bugün, kendimizi serbest bırakalım. Hem zaten... Ölüm bizim en eski dostumuz değil mi?

Sadece bir saniye daha dayan ve öleceksin, merak etme, ben seni öteki tarafta bekliyor olacağım.

Gülümsememi gizlemedim kırlangıçtan, aksine belli ettim. Ne benim, ne de onun bir şeyler zikretmesine gerek yoktu. Biz zaten bunları çoktan aşmıştık. Bir bakış, minik bir tane... Bize yeterde artardı bile, biz kimdik ki daha fazlasında gözümüz olsun? O zamanlar böyle düşünüyordum elbet. Hala düşünüyorum, kim bilir şu zihnin içinde kaç çeşit yılanlar raks ediyor? "Geç kaldın." Zehirli bir cümle döküldü dudaklarımın arasından, soğuk bir tane. Bekletilmeyi her zaman egoma büyük bir hakaret olarak algılamıştım zaten. Basit bir kırlangıç, nasıl olurdu da bizim prensi bekletirdi ha? Egomu içip tüketmediğim dönemlerdi o zamanlar, yargılamayın beni, olur mu? Hem zaten... Siz kimsiniz de, kırlangıcı korumaya kalkıyorsunuz? Siz kimsiniz de bizim ilişkimize dil uzatıyorsunuz?

"Bugün için hazır mısın peki, Mika? Eğer geri dönmek istersen, seni kimse hor görmeyecek. Benim dışımda..."

Her bir kelimenin, her bir harfin üzerindeki nüansı hatırlayabiliyorum. Ta şu gün bile... Alaycıydı, oh, hem de nasıl! Fakat bir o kadar da ciddiydi, emindi kendinden. Nasıl oldu sanıyorsunuz, kaşımın üzerindeki yara izi? Kırlangıç bana bir ders vermek istemişti. Her gün aynaya baktığımda, hatırlayabileceğim bir tane! Fakat aynı zamanda... Beni böyle daha çok beğenip beğenmeyeceğini görmek için yapmıştı. Dile getirmese de, onun da benim kadar manyak olduğunun farkındaydım. Zaten benden aşağı kalsaydı, hayal kırıklığına uğrardım. Sadece dudağımın bir ucunu kıvırmakla yetindim ilk başta, durdum ve baktım ışıldayan bir çift gökyüzüne. Ardından yavaşça yürüdüm onun üzerine doğru, adım adım. İstifini bozmadı ilk önce, şaşırsa bile, benden bu bilgiyi gizlemekle yetindi. Burun buruna, dudak dudağa bir mesafe kalsa da...

Kadının belindeki iki katanadan sağdakini aniden kavrayıp kınından çıkarmak ise, kırlangıcın tüm o havalı duruşunu bir milisaniye için bozacaktı elbet.

Arkamı döndüm, elimdeki yeni fıstığın keyfini sürercesine yavaş bir biçimde. Pozisyonumu almadan önce, katanayı elimde şöyle bir çevirdim bir veya daha fazla... Kırlangıcın şanına yaraşır bir kılıçtı bu, sanki en derin denizlerden çıkartılmış bir tane. Soğuk ve mat, ama bir o kadar da canlı. Hayır dostlarım, kılıç kusursuz olduğu için ona yakışmıyordu. Kılıç, bizzat o olduğu için yakışıyordu. Kırlangıcı bundan daha iyi ifade edemezdik, bir parça demir parçasına giydirilmiş kabzadan başka... Onun elinden tutmak kadar yakıcı, korkunç ve bir o kadar da güzeldi. Arkamı dönmeden hemen önce, boşluğa doğru sırıttım. Yüzümü hasmıma döndüğüm sırada ise, herhangi bir duygudan esir yoktu. Belki bugün olsa, o gülümsemeyi ondan saklamazdım diye düşündüm. O pişmanlığı, bir anlık gülümsemenin gölgesini, bugün dahi hissediyordum.

"Başlayalım, Tsubame."
Resim
"So this is what it feels like."
Künye
İsim: Hakuja Mikaaru
Yaş: 21
Cinsiyet: Erkek
Fraksiyon: Taiyou
Element: Raiton
Seviye: C-Rank
Rütbe: Chuunin
Ryo: 20,000
Prestij: Moumoku/0
Kullanılabilir GP: 0



Motivasyon
Hakuja'ların Tahtı.
Mika'nın en büyük gayesi, kimsenin umursamadığı bakır bir taht ve bakırdan bile daha değersiz bir taçtan ibaretti. Uzak diyarlardaki topraklarını güçlendirecek, adını zikredilmeye değer kılacak bir lider olmak! Mika bu yüzden bir shinobi olmuştu. Bu yüzden, hiyerarşik olarak kendisinden üsttekileri bu denli örnek almaya çalışmıştı. Bir gün, adil bir lider olmak. Elinde, kendi topraklarını kurtaracak gizemli bir güçle-bilgiyle gelip; hakkı olanı almak...


Efsaneler ve Diğer Saçmalıklar.
Açık konuşalım. Eğer Mika'nın büyüdüğü toprakların en ufak bir değeri olsa, şimdiye kadar çoktan işgal edilmiş olurdu. Bir avuç boktan başka bir şey olmayan topraklardan geliyordu. Dünya üzerindeki hangi nesne, hangi güç, hangi irfan; bir avuç boku alıp, altından krallıklar kurabilirdi? Bir çocuğun zihni ise böyle işlememişti. Mika, kısa pantolonlu bir prens velediyken, kendi ülkesini kurtaracak bir efsaneye; hayır, tüm efsanelere bağlanmıştı. Büyüler, gizemler, efsaneler, mitolojik yaratıklar ve tanrılar... Mika, kimsenin görmediği mistik güçlere inanmıştı. Kendisini hayata her gün bağlayan oydu. Bir gün, gizemli güçleri bulacağını bilmek, inanmak...


Komplikasyon
Rüyayı Yaşamak.
İnsan zihninden pekala iyi anlayan, hatta, düşmanlarının zihnine saldırmasını öğrenen bir shinobi için; Mika, zihnini kendisinden asla koruyamamıştır. Onun için psikolojik sorunları olduğunu söylememiz doğru olmaz. Bilinen herhangi bir zihinsel sorunu yada hastalığı yoktur. Fakat onun problemi, acı geçmişini örtmek için kendi uydurduğu bir gerçekliğe inanmasıdır. Adeta kendi zihnine bir Genjutsu yerleştirmeyi başarmıştır Mika. İnsan zihni böyle şeyler yapar derler. Kaldırmayacağı yükleri siler, yerine daha mutlu şeyler yerleştirir. Mİka'nın zihni de aynen bunu yapmıştır. Fakat sorun şudur ki, Mika ne kadar büyüse de, kendi rüyasından kaçmayı başaramamıştır. O hala, zihninde kurduğu krallığın bir prensidir. Bu evvela büyük bir sorun olmasa da, birileri yada bir şeyler yüzünden, kendi kurduğu ilüzyonu açık verirse; parçalanmaya başlarsa, Mika'nın tüm konsantrasyonu dağıldığı gibi; elinde kalan enerjisiyle, parçalanan yerleri yamamaya çalışacaktır. O an için ilgi odağı, tamamen rüyasına geri yatmaya döner.




Profil
Güç: 2
Çeviklik: 7
Kondisyon: 6
Potansiyel: 2
Varlık: 7
Zeka: 8



Taijutsu
Shigure | C-Rank

Genjutsu
Raigen
Rakumei no Jutsu

Beceri Listesi
[Güç] Atletizm: 1
[Çeviklik] Akrobasi: 1 [Favori]
[Çeviklik] El Hassasiyeti: 1
[Çeviklik] Saklanma: 1
[Kondisyon] Form: 1
[Potansiyel] Ninshuu: 1
[Varlık] Aldatma: 1
[Varlık] Empati: 1
[Varlık] Sosyalleşme: 1
[Zeka] Tıp: 1
[Zeka] Farkındalık: 1
[Zeka] İzcilik: 1
Kullanıcı avatarı
Hakuja Mikaaru
 
Mesajlar: 19
Kayıt: 04 Şub 2017, 17:22


Dön Diğer Ülkeler

Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 2 misafir

cron