Sabahın erken saatinde kalkarak takımım için uykumdan feragat etmiştim. Sıcacık yatağımı terk etmekte oldukça zorlansam da görev aşkı ve biraz geleceğe dair umut ile o güzel ve güvenli bölgeyi terk etmiştim. Banyoya doğru zar zor hareket eden adımlarla gitmiş ve musluğa anlamsızca bakakalmıştım. Parlaklığı beni büyülemiş gibiydi. Hala o uyku tembelliğini üzerimden atamamıştım. Hızlı bir kararla musluğu çevirerek tazyikli suyun dışarı çıkmasına izin vermiş ve o soğuk suyu kullanarak yüzümü ovalamıştım. Bu biraz ayıltmıştı beni. Hala yavaş olan adımlarımla mutfak olarak nitelendirdiğim kısma gitmiş ve dolaptan bir elma çıkartıp ona bakmıştım. O parlak yeşil rengine. Kusagakure gibi görünüyordu : Yeşil ve parlak. Üzerime silerek daha da parlattıktan sonra kocaman bir ısırık alarak düşünmeye başlamıştım. Takımım için neler yapabilirdim? Onların beraber çıkacakları ilk görev için hazır olduklarını düşünüyor muydum? Hayır, biraz daha gelişmelerini istiyordum ama bir takım olmanın ilişkisi en iyi görevlerde ortaya çıkardı. Onları çok bir göreve çıkarmalıydım. İyice ayıldıktan sonra dün gece bitirdiğim kitabı kütüphaneme koymuştum. Üstümü değiştirdikten sonra da dışarı çıkmaya hazırdım.
Gündüz güneşi sıcak sıcak suratıma vururken kusa-chou binasına doğru ilerliyordum. Oraya girip takımım için uygun bir görev talep edecektim. Hem geninler köyüne yararlı olurdu hem de boş durmamış olurlardı. Görevi ayarladıktan sonra onları detaylar hakkında bilgilendirirdim. Son buluşmamızda onları göreve gidebileceğimiz konusunda bilgilendirmiştim. Geçen günlerde Sui ve Masaru'yu tek tek bulup bu belirlenmiş günde benimle kusa-chou binasının önünde buluşmalarını söylemiştim. Hatta Sui'ye Masaru gelmezse evinden al ve kesinlikle burada olun demiştim. Bu yüzden onları göreceğimi umuyordum.