
Donuk bakışlı, gizemli bir çocuğun peşinden sürüklenip gelmiştim bu partiye. Ben ilk gittiğimde ortalık sakindi ama uyuyup uyandığımda etrafta baya kargaşa olmuştu. Zaten peşinde ufak bir köpekle, aynı çocuğun karaltısını görmüş ama kendisine ulaşamamıştım.
Bir Gün Tekrar Karşılaşacağız...

Delice aşıktım ona. Gözüm başka hiçbir şey görmüyordu. Düşlerimde hep o vardı. Sürekli onu düşünmekten kendimi alamıyordum. Sadece sahip olmak istiyordum, çok mu şey istiyordum? Sanırım çok şey istiyordum. Ellerimden kayıp gitti... Beni öylece ufak bir umut parçasıyla, yalnızlığıma terk etti. Elimden gelen tek şey ise bu umut parçasını takip etmekti.
Fiyasko!

Asla aşık olmayacağım demiştim. Nasıl olmuştum peki birden bire? Mao-chan beni büyülemiş ve kendisine muhtaç hale getirmişti. Kütüphanedeki karşılaşmamız kaderdi belki de. Sarışın kızın peşinden gitmemiz, geçirdiğim manyakça krizlerimi izlemesine izin vermem. İçimi ona dökmem ve beni sakinleştirmesine izin vermem... Beni kabuslarımdan uyandırmasına da izin vermiştim. Sıkıca sarmasına izin vermiştim. Dudaklarımızın ve sıcak bedenlerimizin birleşmesi sırasında ışığım olmuştu Mao-chan. Delice bağladı beni kendisine. Sonsuza dek Sensei'yi düşleyeceğimi, ona ait olacağımı düşünürdüm ama aklımı karıştırdı. Duygularım kendi içinde düğüm oldu ve içinden çıkılmaz bir hal aldı. Gerçi tuhaf davranışlarımla korkutuyorum Mao-chan'ı, başına dertler açıyorum ama onu kaybetmeye niyetim yok.
Azimli Sıçan Duvarı Deler

Artık Sensei'yi bulamamak canıma tak etmişti. Bu kez kesinlikle elime net bilgiler geçirecektim. Ufacık bir ipucu bile yeterdi onu bulmam için. Zorla arşive gitmiş, orada yüzünü görmediğim tuhaf bir adam tarafından tehdit edilmiştim. Ama arşivden Sensei'nin dosyasını çalmayı başarmıştım. Esas istediğim sayfa yırtıktı ve evimde, arşivde karşılaştığım adamın söylediği gibi gizli belgeler vardı. Belgeler kendi kendilerini imha etmişti ama o sırada Sensei hakkında istediğim bilgiyi de öğrenmiştim. G ile başlayan bir örgütü araştırmaya gitmişti Sensei. Akademi kütüphanesinde G harfi ile başlayan Güneş Dansı isimli örgütü bulmamla Amegakure'ye olan yolculuğumu başlatmaya karar verdim.
Kiralamalı mı Kiralamamalı mı?

Boş olan daireme kiracı alayım demiştim. Demez olaydım! Bir kiracı daha nasıl bir gün bile olmadan kendinden nefret ettirebilir ki? Bağırması mı desem, odama çivi çakmaya çalışması mı desem, yüzüme biber poşeti atması mı desem, yoksa suratıma dehşet bir tekme geçirmesi mi desem? Gerçi zaten sonrasına Mao-chan işe el koymuş ve çıkan tuhaf kavgadan sonra kiracım koşarak kaçmıştı. Bir daha da gelmedi. Sonra biz Mao-chan ile evde kalınca romantik şeyler yapıp durumu iyileştirdik. Aslında hala içimde bir şüphe var. Hamile değilimdir, değil mi?
Bon Voyage!

Nihayet ayrılmıştım Ishigakure'den. Sensei'yi bulma yolunda devam eden yolculuğum dur durak bilmiyordu. Amegakure'ye kervan bulamamıştım bu yüzden Chibu Kasabasına giden kervanla birlikte yola koyulmuştum. Yol boyunca sürekli ilginç ruh halleri içindeydim. Birisi bana genjutsu uyguladı ve beni etkisiz hale getirdiği halde hiçbir şey de yapmadı. Uyguladığı genjutsu hiçbir tekniğe benzemiyordu. Çok rahatlatıcı ve karşı koyması imkansız hisler oluşturmuştu içimde. Hiç bitmesini de istememiştim. Genjutsu içinde olduğumu fark ettiğim halde kendimi öylece bırakmıştım. Kim yaptı bunu acaba? Neden yaptı? Bu sorularıma cevap bulamadan Chibu'ya varmıştım bile.
Kiralamamalı.

Tesadüf eseri Mao-chan ile gittiğimiz restoranda rastladık şeker tipli kiracıma. Yanında da isminin çok sonradan Nishi-chan olduğunu öğrendiğim korkunç, her bir yanı metalik şeylerle dolu bir shinobi vardı. Restoran yemeklerinden bir güzel zehirlendikten sonra, tabi ki sadece ben ve Kicchan, bir güzel midelerimizi boşalttık. Ben yine hamile miyim acaba krizlerime girdim elbette. Es geçmem bunu. Neyse işte, Mao-chan ve Nishi-chan restoranda olay çıkarttıktan sonra ben onları evimde çay içmeye davet etmiştim. Sıkıcı siyasi konuşmalardan sonra tam da araları düzelttik derken benim saç toplama sevdam yüzünden Nishi-chan triplere gitti. Neyse hallederiz.
Daha Çok Erken

Yok yani. Kesin hamileyim ben. Niye bu kadar kusuyorum? Başka bir açıklaması olamaz. Mao-chan ile düğün işini halletmeliyiz bir an önce. Ailem nasıl tepki verir acaba? Doğurabilir miyim ki? Ben böyle işte karmakarışık düşüncelerle banklardan birine oturmuşken Kicchan çıkmıştı karşıma. Ne tesadüf! Çocuğun yanında da bir güzel kustuktan sonra beni hastaneye, kadın doğumcu olan abisine götürdü. Abiyi gördüm ben! Öyle abi olamaz yani. Nasıl bir taşlıktır o, gökten düşmüş melek mübarek. Ben işte böyle ağzımın suyu akarken deyim yerindeyse çarpıldım. Önce girdim doğum odasına, kanlı iğrenç şeyler gördüm. Bir daha kustum. Yani kustuk. Sonrasında doktorcuğum az olan vaktinde beni odasına aldığında Sensei'nin ilahi sesini duydum ve bir anda etrafımdaki dünya tövbe bismillahlık bir yere dönüştü. Sonra işte. Kaçtım ben hastaneden. Hala hamile miyim bilmiyorum.