Ölü Bedenlerin Anısı

"Ölü bedenlerin anısı..."
"Yok olmanın sembolü; belki de kaybolmanın, bir daha nefes alamamanın..."
"Sonsuz bir huzurun kapıları açılıyor gibi hissediyordum ve nihayet o huzura ulaştım. Hepimiz ulaşacağız..."
Kitabı iki eliyle kapatırken yoğun bir soluk verdi. Son üç dizeyi aklından geçiriyor ve içini kaplayan boşluğun esiri oluyordu. Nefesini toparlamaya çalıştı; kitap onu derinden etkilemişti...
Mezarlıkta yer alan, en geniş ve büyük ağacın üzerindeydi. Gözleri mezarlıklarla bezeliydi. Ölü insanları hissettiğini zannediyor, onlara bir gün ulaşacak olmasının verdiği huzursuzluk hissiyatına karşı çıkmaya çalışıyordu. Ölümlerden yoğun bir düzeyde etkilenirdi. Söz konusu birilerini öldürmekten çok daha öteydi; kendi öldürdüklerinden çok, sevdiklerinin ölümüne seslendi. Sözleri usulca yayıldı mezarlığın toprak patikasına. Fısıldadı sessizce. "Bir gün görüşeceğiz." Gözlerini kapattı, babasına sesleniyordu. "O gün gelene dek savaşmaya devam edecek ve tüm kötülükleri sizler gibi toprağa gömeceğim." Derin bir nefes aldı. "Bu benim shinobi sözüm; tüm insanlık için..." Solukları küçük birer kesit halinde yayılmaya başladı. Ölmek istemiyordu fakat içindeki öldürme isteğine ise karşı koyamıyordu... Mitsuko kötülükleri yok etmenin arzusu ile dolup taşan hastalıklı bir canlıydı... Daha önce birkaç kişinin yaşamını sonuçlandırmış, bundan tuhaf bir şekilde gurur dahi duyar olmuştu. Ne de olsa öldürdükleri azılı suçlulardan başkası değildi ve bunu gelecekte defalarca kez yapabilmeyi umuyordu. Sonuçta... Öldürdükleri, şu an ve her an kendisini dinleyen babasının yanında acıdan başka bir şey bulamayacaktı...
Babasının da kendisi gibi olduğunu düşünmek istedi. Halbuki, onu hiç bir zaman tanımamıştı... Hakkında tek bildiği ağabeylerinin anlattıkları kadardı. Annesi ise her zaman sessiz kalmayı tercih ederdi.
Ağaçtan indi ve bitap bir vaziyette babasının mezarına ulaşana dek yürüdü. Ona ulaşmayı, onu tanımayı çok istiyordu; fakat bu kendisi ölene kadar mümkün değildi. Acılarının üzerine katlanan bu ölüm acısını atlatmayı çok isterdi. Babasının hayatta olmasını ve onu tanıyabilmeyi... "Ah... Babacığım... Sana verebileceğim tek şey sevgim... Ama bugün sana bir hediye getirdim." Çocukluğundan beri kendisinde olan kolyeyi üniformasının cebinden çıkarırken içi kan ağlıyordu; dışarıdan bakıldığında ise ruhtan yoksun bir bireydi. Sessizce bir süre bekledi. Kolyenin iplik kısmını kitabın son sayfasına sıkıştırdı. Buna rağmen oval haldeki kırmızı ucu dışarıda, babasının mezarına bakar vaziyette duruyordu. "Tüm bunları kabul etmeni istiyorum." Bir süre dona kaldı. Zihninde, öldürme arzusu ağır basıyor ve babasının nasıl öldüğünü anımsadıkça, tüm düşmanlarını ve tüm karanlık mahlukatları öldürme isteği ile doluyordu. Kafasını iki yana hızlıca salladı. "Belki de bütün bunlar senin yokluğun yüzünden kaynaklanıyordur. Öyle değil mi? Ha babacığım?" Korkutucu, donuk sesi kendisini dahi ürpertirken bir an gülmeye başladı; bu sessiz fakat uykusuzluğun verdiği yorgun delilikten kaynaklanan; lakin kendisinin bile farkında olmadığı ürkünç bir gülme idi.
Bir an geçti ve hiç bir şeyi umursamamaya başladı. Ne babasını, ne ağabeylerini ne de annesini. Kendisi hiç olmadığı kadar yoktu. Hissedemiyordu. Kaplumbağa yavaşlığında, ayaklarını sürüyerek mezarlığı terk ederken tek istediği kendi karanlığının içerisinde sarhoş olmak ve köyün en yüksek noktasından, aşağılarda parlayan evlerin parıltılarına bakmaktı. Böylelikle bir başkasının kendi evine ve insanlarına zarar vermesi durumuna karşın iç güdüsünü körükleyebilir, ateşin verdiği yakıcı yıkımı düşmanlarına püskürte bilirdi.
Henüz güçsüz olduğunu biliyor, yine de pek çok düşmanı aynı anda yok edebileceğinden şüphe duymuyordu. Bunun için shinobi olmuştu. Bunun için öldürmek istiyor, karanlığı yok etmek istiyordu. Ve tüm karanlığı dünyadan kaldırmayı başardığında, içinde var olan, kendisini yiyip bitiren ve onun da yok olmasına vesile olan iç dünyasını da yok etmeyi başarabilirdi. Bunu istiyordu. Yine de, en son kendisini düşünmeliydi. Doğada çok fazla korumasız insan vardı. Bu insanlar kendisinden güçlü ve dinç olabilirdi fakat hiç birisi onun öfkesine ve yorgunluğuna erişemezdi. Zayıflıklarını kullanması gerektiğini biliyor, bir ölü gibi yoluna devam ediyordu. Gün gelecekti ve o gün öfkesini ateş elementi ile şekillendirecek, tüm hastalığını düşmanlarının üzerine bırakacaktı. O zaman geldiğinde ise...
Kalan kısımları hayal edemiyordu...
"Yok olmanın sembolü; belki de kaybolmanın, bir daha nefes alamamanın..."
"Sonsuz bir huzurun kapıları açılıyor gibi hissediyordum ve nihayet o huzura ulaştım. Hepimiz ulaşacağız..."
Kitabı iki eliyle kapatırken yoğun bir soluk verdi. Son üç dizeyi aklından geçiriyor ve içini kaplayan boşluğun esiri oluyordu. Nefesini toparlamaya çalıştı; kitap onu derinden etkilemişti...
Mezarlıkta yer alan, en geniş ve büyük ağacın üzerindeydi. Gözleri mezarlıklarla bezeliydi. Ölü insanları hissettiğini zannediyor, onlara bir gün ulaşacak olmasının verdiği huzursuzluk hissiyatına karşı çıkmaya çalışıyordu. Ölümlerden yoğun bir düzeyde etkilenirdi. Söz konusu birilerini öldürmekten çok daha öteydi; kendi öldürdüklerinden çok, sevdiklerinin ölümüne seslendi. Sözleri usulca yayıldı mezarlığın toprak patikasına. Fısıldadı sessizce. "Bir gün görüşeceğiz." Gözlerini kapattı, babasına sesleniyordu. "O gün gelene dek savaşmaya devam edecek ve tüm kötülükleri sizler gibi toprağa gömeceğim." Derin bir nefes aldı. "Bu benim shinobi sözüm; tüm insanlık için..." Solukları küçük birer kesit halinde yayılmaya başladı. Ölmek istemiyordu fakat içindeki öldürme isteğine ise karşı koyamıyordu... Mitsuko kötülükleri yok etmenin arzusu ile dolup taşan hastalıklı bir canlıydı... Daha önce birkaç kişinin yaşamını sonuçlandırmış, bundan tuhaf bir şekilde gurur dahi duyar olmuştu. Ne de olsa öldürdükleri azılı suçlulardan başkası değildi ve bunu gelecekte defalarca kez yapabilmeyi umuyordu. Sonuçta... Öldürdükleri, şu an ve her an kendisini dinleyen babasının yanında acıdan başka bir şey bulamayacaktı...
Babasının da kendisi gibi olduğunu düşünmek istedi. Halbuki, onu hiç bir zaman tanımamıştı... Hakkında tek bildiği ağabeylerinin anlattıkları kadardı. Annesi ise her zaman sessiz kalmayı tercih ederdi.
Ağaçtan indi ve bitap bir vaziyette babasının mezarına ulaşana dek yürüdü. Ona ulaşmayı, onu tanımayı çok istiyordu; fakat bu kendisi ölene kadar mümkün değildi. Acılarının üzerine katlanan bu ölüm acısını atlatmayı çok isterdi. Babasının hayatta olmasını ve onu tanıyabilmeyi... "Ah... Babacığım... Sana verebileceğim tek şey sevgim... Ama bugün sana bir hediye getirdim." Çocukluğundan beri kendisinde olan kolyeyi üniformasının cebinden çıkarırken içi kan ağlıyordu; dışarıdan bakıldığında ise ruhtan yoksun bir bireydi. Sessizce bir süre bekledi. Kolyenin iplik kısmını kitabın son sayfasına sıkıştırdı. Buna rağmen oval haldeki kırmızı ucu dışarıda, babasının mezarına bakar vaziyette duruyordu. "Tüm bunları kabul etmeni istiyorum." Bir süre dona kaldı. Zihninde, öldürme arzusu ağır basıyor ve babasının nasıl öldüğünü anımsadıkça, tüm düşmanlarını ve tüm karanlık mahlukatları öldürme isteği ile doluyordu. Kafasını iki yana hızlıca salladı. "Belki de bütün bunlar senin yokluğun yüzünden kaynaklanıyordur. Öyle değil mi? Ha babacığım?" Korkutucu, donuk sesi kendisini dahi ürpertirken bir an gülmeye başladı; bu sessiz fakat uykusuzluğun verdiği yorgun delilikten kaynaklanan; lakin kendisinin bile farkında olmadığı ürkünç bir gülme idi.
Bir an geçti ve hiç bir şeyi umursamamaya başladı. Ne babasını, ne ağabeylerini ne de annesini. Kendisi hiç olmadığı kadar yoktu. Hissedemiyordu. Kaplumbağa yavaşlığında, ayaklarını sürüyerek mezarlığı terk ederken tek istediği kendi karanlığının içerisinde sarhoş olmak ve köyün en yüksek noktasından, aşağılarda parlayan evlerin parıltılarına bakmaktı. Böylelikle bir başkasının kendi evine ve insanlarına zarar vermesi durumuna karşın iç güdüsünü körükleyebilir, ateşin verdiği yakıcı yıkımı düşmanlarına püskürte bilirdi.
Henüz güçsüz olduğunu biliyor, yine de pek çok düşmanı aynı anda yok edebileceğinden şüphe duymuyordu. Bunun için shinobi olmuştu. Bunun için öldürmek istiyor, karanlığı yok etmek istiyordu. Ve tüm karanlığı dünyadan kaldırmayı başardığında, içinde var olan, kendisini yiyip bitiren ve onun da yok olmasına vesile olan iç dünyasını da yok etmeyi başarabilirdi. Bunu istiyordu. Yine de, en son kendisini düşünmeliydi. Doğada çok fazla korumasız insan vardı. Bu insanlar kendisinden güçlü ve dinç olabilirdi fakat hiç birisi onun öfkesine ve yorgunluğuna erişemezdi. Zayıflıklarını kullanması gerektiğini biliyor, bir ölü gibi yoluna devam ediyordu. Gün gelecekti ve o gün öfkesini ateş elementi ile şekillendirecek, tüm hastalığını düşmanlarının üzerine bırakacaktı. O zaman geldiğinde ise...
Kalan kısımları hayal edemiyordu...