1. sayfa (Toplam 4 sayfa)

Cennetin Güneyi, Bölüm 4

MesajGönderilme zamanı: 09 Mar 2015, 14:40
gönderen GM - Naruto
Öldün.

Öldüğünü sandın yada. Belki de öteki taraftasın. Belki de o yüzden son yarım asırdır yürüdüğün bu sonsuz çöl seni hiç bir yere ulaştırmıyor, aştığın kayalıklar sadece başka kayalıklara götürüyor, ormanlar bitmiyor, denizler aşılmıyor. Belki de bu sadece öteki tarafa girmek için bir testten ibarettir.

Herşey bu kadar basit olsaydı.

Yavaşça göz kapaklarını aralıyorsun, ruhun vücuduna geri düşerken. Ayakların ve ellerin tekrar sana itaat etmeye başlıyor, fakat bu günlük istirahat etmek istiyorlar.

Yorgunsun. İlginç bir ağırlık var üzerinde. Gözlerin ilk kez ışık almış gibi ağrıyor. Çevrene bakınmak adına, gözlerin ışığa alışınca, boynunu çeviriyorsun.

Bir futon üzerindesin. Göğsün açık, giysilerin yok. Üzerinde pantolonunu değil de, daha rahat bir şeyler hissetmektesin, bir hakam gibi mesela. Lakin bacakların bir yorgan ile örtülü. Göğsüne bakıyorsun, derin bir yarık farkediyorsun. Sol omzundan başlayıp göğsünü ikiye yarıyor ve göbeğinin altına kadar düz bir çizgi ile devam ediyor.

Yarayı inceliyorsun. Temiz. Siyah iplik ile dikiş atılmış. Hatta dikişler o kadar mükemmel atılmış ki, aklına sizin oradaki dikiş makinaları aklına geliyor. Uyuşuk beyninle bunu hayalinde canlandırmayı deniyorsun, lakin başaramıyorsun.

Bulunduğun oda, standart japon stilinde, lakin büyükce bir salon olarak tanımlanabilir. Çevrede bir kaç yer masası, bir kaç minder var, dolaplar seçebiliyorsun bazı yerlerde, duvarlarda çeşitli resimler gözüne çarpıyor. Sen ise odanın ortasına yarıtılmış durumdasın bir futon üzerinde, tatamilerin ortasında.

Yanında bulunan birisi dikkatini çekiyor ardından, beyaz saçları ile baş ucunda oturmakta. Tam olarak da gözlerinin içine bakmakta. "Ben de diyordum bu hıyar beni ne zaman farkedecek."

Resim


Doğrulmayı deniyorsun, lakin iflas etmiş durumdasın. Hareket edecek takat yok sende. "Çok zorlama kendini. O dikişler patlarsa para alırım senden, bütün gece uğraştım."

Elemanın yanında duran çantanı ve yere düzgünce serilmiş, açılmış Shinra'nın parşömenini görüyorsun. Eleman onlara baktığını farkediyor. "Merak etme, çantanı karıştırmadık. Parşömene gelince... Onu sahiplenmeye kalkmana gerek yok, zira onun çiziminde asistanlık yapmıştım. Ben Koshichi."

Re: Cennetin Güneyi, Bölüm 4

MesajGönderilme zamanı: 09 Mar 2015, 20:31
gönderen Jinryu Mao
"Bugünlük dağılabiliriz çocuklar." deyivermiştim etrafımda dolanan çocuklara, soğuk bir rüzgar güneşin battığı yamaçtan gelmiş ve beni arkadan vurup köyüme devam etmişti. Bir kaç dakikaya kız kardeşlerime benzeyen kız dışında hepsi tepeden aşağı inen taş merdivenlerde koşuşuyor olacaktı. Sorduğum "Neden arkadaşlarınla gitmiyorsun Nikkou?" sorusu ağzımdan çıkan nefesin havaya dağılmasını beklemeden cevap bulmuştu küçük kızdan; "Bana senin gibi yumruk atmayı öğretçektin Maho! Dövmem gereken insanlar var.". Gülmeye başlamıştım istemsizce, ikinci bir rüzgarın nazikçe ensemi gıdıklaması değildi sebebi belli ki. Minik Nikkou, iki halasına da çekmemişti belli ki. Kıza doğru yürüyüp dizlerimi iyice bükmüş, çömelirken elimi omzuna atmıştım. Başına atmamı istemezdi çünkü, omzunu kasıp üstüne koyduğum elime güç uygulamasından belliydi. "Evet, en az benim kadar kaslısın. Şimdiden elim acıdı." deyivermiştim ciddiye alan bir bakışla, "Ama biz ona Maho değil de Mao diyoruz, Ma-o. Şimdi yüzüme doğru bir yumruk at bakayım." dedikten sonra kendimi gelecek yumruğa hazırlamıştım. Yüzüme vuracak, her zamanki gibi. Ben de her zamanki gibi yumruğu yer yemez arkaya doğru uçuşa geçecektim, onu kucağıma alıp eve taşırken yumruğun ne kadar acıttığını bütün köye duyurmak ister gibi ağlayıp sızlayacak, her gördüğüm insana Nikkou'yu şikayet edecektim. O "Ama baba, senin gibi maceralara çıkmak istiyorum ben de. Güçlü olmam lazım!" diyene kadar da susmayacaktım elbette.

Çimen zemin beklediğimden daha yumuşak çıkıp, etrafım rüzgarın içeri girmesini önleyen tahta duvarlarla kaplandığında acıttığını fark etmiştim. Bütün göğsüm yanıyordu yüzümün o yumrukla acı çekmiyor olmasından... Hayır, göğsümü vücudumda kocaman bir yarık açılmıştı. Ondan olmalı.

Yaram, ilgilenilmiş gibi duruyordu; dikişlerden anlaşıldığı üzere birileri beni hayatta tutmak için epey ince bir uğraş göstermişti. Ellerimi, ipliklere dokunmak; yaranın acıyıp acımadığını bakmak için kaldırmaya çalıştığımda, merakım çektiğim ince acıyla doyurulmuştu çabamla beraber beni bekletmeden. Kendimi daha fazla zorlamak gibi bir niyetim yoktu, vücudumun görebildiğim yerleri hatırladığımdan daha açık renkteydi. Gözlerim ne kadar fazla yere bakmaya çalışırsam o kadar bulanıklaşıyor ve toprağı besleyen kanımın şırıl şırıl akışı geliyordu şimdi yaşadığım dünya yerine gözlerimin önüne. Ama o geçmişti, şimdi ise şırıl şırıl akışını izlediğim şey duvarda mavi mürekkeple resmedilmiş bir şelaleydi sadece. Gerçek bir şelale gibi resmedilmemişti, köpükleri köpürmüyor ve etrafındaki ağaçlar yeşil barındırmıyordu. Ama onu o kadar bakılası kılan şey, şelalenin çağlıyor oluşuydu. Ona şelale adını veren her şey o resmin içinde akıveriyordu çerçeveden taşmadan. En az heykeller kadar gerçek.

Bir anda beyaz, düzensiz saçları fark etmiştim. Beyazlığın küçük bir kısmı iki yandan göğsüne dökülüyordu elemanın, yabancı olduğum bir görüntü değildi tepedeki iki yana açık boynuzlar. Ve kızıl gözler, direk benim siyah kömür parçalarının içine bakıyor ve benimkinden çok daha sivri çenenin biraz üstündeki küçük ağız hareket ediyordu. Dikişleri o mu atmıştı, yoksa sadece başımda iyi olup olmadığımı mı bekliyordu? Belki sadece kaçmadığıma emin olmak için buradaydı, belki de beni sorguya çekecekti. En azından doğrulmalıydım; Seni seven ve seni öldürmek isteyen insanlara karşı ortak tek bir şey beslemelisin, onlara güçlü görün. Babam bana çok şey öğretmişti belli ki, ama göğsünde kocaman bir yarık varken haydi hoppa diye kalkılamayacağını öğretmeyi unutmuştu.

Çantam karıştırılmamış ve yaram sarılmıştı. Sanırım teşekkür etmeliyim.

"Mao." diyebilmiştim, cümlenin devamını daha önce kafamda kurmuş olsam da beni- en azından hemencecik- öldürmeyi düşünmeyen insanların yuvasına gelip, Koshichi'nin söylediklerine göre çaldığım bariz olan bir harita için onlarla kavgaya girişmiştim. Kabahatimi kapatmam gerekiyordu başında belki, belki Shinra'nınkilere çok benzediğini düşündüğüm bu resimler zaten Shinra'nındı. Bütün bu macera arzusunun merkezinde, meyveden bile merak ettiğim bir şey vardı sonuçta; Shinra, Oogami, Gantai ve Getsu... Bu adamların yaşına geldiğimde, onlar gibi anlatacak yüzlerce hikayem olabilecek miydi? Başka bir çocuk çıkıp, bu isimlerin yanında Mao adını da sayabilecek miydi?

"Teşekkür ederim, dikişler için.", demiş ve kendimi fazla yormamak için biraz ara verip tekrar haritaya dikmiştim gözlerimi; "Çok ölü duruyor, Shinra'nın kendisiyle beraber ölmüş gibi... Ölü gibi orada yatıyor sadece. Tanır mıydın Shinra'yı? Ben tanışmayı çok istiyordum öldüğünü öğrenmeden önce. Yüzünü dahi görmediğim bir arkadaşı ne kadar harika oymacılık yaptığından, iyi sanatçılığından bahsetti bana; ve bu parşömeni ondan alabileceğimden. Shinra'nın ölümüyle arkadaşının kim olduğunu bulmam da imkansızlaşmıştır öyle değil mi?". Nefes almak için biraz duraksayacak, ama konuşmaya devam ettiğimi açık kalan ağzımla belli edecektim; "Tensei'ye neden kimse girmiyor?".

Re: Cennetin Güneyi, Bölüm 4

MesajGönderilme zamanı: 10 Mar 2015, 23:08
gönderen GM - Naruto
Eleman seni dinliyor baş ucunda yaygın bir şekilde bağdaş kurmuş şekilde. "Keşke dilini koparaymış Toshiki, ehehe. Şaka şaka." Parşömeni tekrar dile getirmenle beraber yükselen bir nostalji havasını bastırmak için yapılan kötü bir şakadan ibaret, gerçekten. Kafasını parşömene doğru deviriyor Koshichi. "Shinra'nın o bahsettiğin çok yakın arkadaşını ben de tanımadım. Hiçbirimiz tanımadık. Babamın bile tanıdığından şüpheliyim. Onu nerden bildiğini sorgulamayacağım. Sende ilginç bir şeyler var evlat, lakin bunu kurcalamak benim işim değil, ilginç bir his var bu konuda içimde. Senden isteğim ise bu tarz soruları kardeşlerime sormaman. Dikişlerin fiyatını ödemiş sayarım." Göz kırpıyor hınzırca, lakin sesi gayet olgun ve oturaklı.

"Tensei'ye giren tekrar orayı terkedemez. Oradan tek geri dönen kişi Shinra oldu. Bu yüzden burası haritalarda genelde boş, lanetli topraklar burası. Kimse bizi sevmez. Biz de onları sevmeyiz."

Ardından eleman ayağı kalkıyor, ayaklarını açmak için biraz sallıyor teker teker. "Uzun bir geceydi. Seni biraz yanlız başına bırakacağım, bu arada dinlen. Ashiki birazdan gelir, ilgilenir seninle." Ardından yorgun adımlarla uzaklaşıyor odadan, kapıdan terkediyor ortamı. Sessizlik içinde, yanlız başına kalıyorsun. Uzanmaktan başka yapabileceğin herhangi bir şey yok.

Re: Cennetin Güneyi, Bölüm 4

MesajGönderilme zamanı: 11 Mar 2015, 00:19
gönderen Jinryu Mao
Demek benim el kitabının yazarı gerçekten Shinra'yla arkadaşmış. Hiç bir zaman emin olamamıştım bundan, sonuçta sadece merhumun adını duymuş biri olabilirdi. El kitabında Shinra'dan bahsettiği şekilde onun hakkında konuşmam Koshichi'nin de Shinra'nın yakın bir arkadaşı olduğunu hafızasına kazımıştı, onun babasının bile bilmediği bir arkadaş. Ben de her göz attığımda el kitabına, o arkadaşla sohbet ediyordum. Kendimi şanslı mı saymalıydım bunun için, yoksa bu arkadaşın kim olduğunu bilmediğimden başıma aldığım dertler adına şanssız mı? Gerçi, işin içinde hiç şans olmamıştı ki. Sadece Jinryu Mao ve el kitabı vardı, Ishigakure'den çıktığımdan beri de böyleydi. Ne yanımda, beni bile dövebileceğine emin iş arkadaşlarım ne de ailem... Bu insanlar bana karşı düşündüğümden çok daha iyi davrandığı için şanslıydım belki de.

Kardeşleri demek, tahminim doğruymuş. Hatırladığım kadarıyla beni kesen Toshiki'ydi, bana hala sinirlenmeme sebep olan sözleri sarf eden de Ashiki... Sanırım şu yaralar iyileştiğinde Ashiki'yle bir güreşmem gerekecek, ciddi bir kapışma olarak değil elbette. En azından onun için. İçimde şeytani bir kahkaha atmak istesem de, gerçekten beni tanısa öyle konuşacağını düşündüğüm biri değildi bana göre. Sonuçta iki kardeşi de gayet olgun ve yerini bilen insanlardı, neden o itin teki olsundu ki?

"Geri dönen Shinra varsa, Tensei'ye giren orayı terk edebilir." demiştim gülümseyerek, söylediğinden gözüm korkmamıştı. Zira zaten el kitabında ormana girenin pek olmadığına ve sebeplerine değinilmişti. Bu yüzden içinde o kadar büyük bir ödül var ya; yiyeni erdiren bir meyve, yirmi yılda bir çıkıyordu sanırım. Evet. Ermiş insanlara hiç özenmemiştim neyse ki, hele Bund-sennin hakkında parşömenden geçirilmiş kitabı okuduktan sonra. Eski Mao'ya bu kadar sıkıcı gelen bir şey, şimdiki bana aşırı sıkıcı geliyordu. Bir ağacın, kayanın, şelalenin, öküzün altında oturup meditasyon yapmak mı? Almayayım, bana Tensei ormanından nasıl geri çıktığımı sormaları yeter. Ben de onlara efsanevi meyvenin nasıl göründüğünden, tadının nasıl olduğundan bahsederim. "Sen hiç girmeyi düşünmedin mi?" diye sorabilmiştim giderken azalan bir ses tonuyla, cevap beklemiyordum, gelmemişti de. Ya duymuştu beni ve duymazdan gelmişti, ya da düşündüğüm kadar yüksek sesle konuşamıyordum. "Tensei lanetli bir yerden çok, muhteşem bir yer gibi görünüyor tepeden bakınca." demiştim ardından kendi kendime konuştuğumu kendime itiraf edercesine.

Bir dakika, Ashiki mi? Bana bakmaya Ashiki götünü mü göndereceklerdi yani? Neden bana bakıyordu ki? Hiç kimseyi iyi edebilecek biri gibi görünmüyordu? Belki sadece başımda nöbet tutmak için vardı ama onu sevmemek için yeterli sebebe sahip olan bana göre Toshiki çok daha iyi bir seçenekti. En azından ben baygınken Ashiki'yi gönderip işin en sinir bozucu kısmını hiç bir şey duyup görmediğim zamana taşıyabilirlerdi. "Neden onu gönderiyorsun ki başıma?" diye düşük sesli bir feryat koparmıştım biraz da eğlencesine, Koshichi duyamayacak kadar uzaklaşmıştı belli ki. Ayak sesleri bile kaybolmuştu.

Ateş Ülkesi'nin diğer tarafından ziyaret almıyorlardı tamam ama bunun sebebini Koshichi belirtmişti bana; Kimse bizi sevmez. Biz de onları sevmeyiz. Onları Chiten'e çok yakın gördüğüm azgın kurtlar hakkında bilgilendirmeli miydim? Daha önemlisi buraya gelecek olan ekip hakkında. İçimden bir his iki haber de hoşlarına gitmeyecekmiş gibi geliyordu zira. Koshichi'ye bahsetmeliydim bunlardan. diye iç geçirebildim sadece. Ardından gözlerimle bir diğer resmi inceleyecektim. Bende ilginç şeyler ha?

Re: Cennetin Güneyi, Bölüm 4

MesajGönderilme zamanı: 12 Mar 2015, 18:00
gönderen GM - Naruto
Kelimeler yorgun dilini terkederken, bir çok lafının cevapsız kaldığını farkediyorsun. Uzanmaktan başla yapabileceğin pek bir aksiyon olmadığından mütevellit, yatakta düzgünce yatma pozisyonu alıyor ve tavanı incelemeye devam ediyorsun. Ashiki de gelir herhande birazdan.

Çok geçmiyor, bir kaç dakika falan. Ayak sesleri duyuyorsun Koshichi'nin çıktığı kapıdan, içeriye bir başkası giriyor. Kolsuz, siyah giysisi ve beyaz hakama altlığı ile, bunun Ashiki olduğunu anlıyorsun. İçeri girince, gülümsüyor. "Yaşıyon demek ha, iyi iyi, aptallara bişey olmaz derler zaten, ehehejehe."

Tatsız bir espri ile kurumuş dudaklarını çatlatıyor resmen.

"Kusura bakma ya, çaka bi yana. Toshiki şu kopya meselesini karıştırmasaydı bu halde olmayacaktın muhtemelen." Biraz düşünceli bir şekilde çenesini kaşıyor. "Yok belki ben de benzer bir şey yapabilirdim. Belki. Neyse neyse!"

Yanına bağdaş kurup çöküveriyor. Yanında getirdiği bir şeyi o zaman farkediyorsun, eldivenlerin. Yıkanmış ve cilalanmışlar, ilk yaptırdığın kadar parlaklar.

"Gönlünü alayım dedim. Ayrıca Toshiki biraz modifiye etti, umarım kızmazsın. Bak, parmak eklemini görüyormusun?" şöyle sana yaklaştırıyor eldiven.

Eldivenin parmak boğumlarına gelen kısımlara delici, ufak rivetler eklenmiş, 4 tane. "Paslanmaz, eldivenin geri kalanı gibi." Yumruğunu sıktığında, tam da hedefine denk gelecek şekilde konuşlandırılmış. "Bizim Toshiki sever öyle fingirdeşmeyi metalle. Al, elinde infilak etsin."

Kapalı konu
Şimdi, aşağıdaki kod bloğu içinde bulunan yazıyı aynen imzana geçir, ardından dükkân konuna yeni mesaj olarak at;

Kod: Tümünü seç
[url=http://naruto.rpgturk.com/viewtopic.php?f=31&p=4645#p4645]Toshiki'nin Modifikasyonu;[/url]
Her iki eldivenin parmak eklem boğumlarına [url=http://img.diytrade.com/cdimg/1343235/24963492/0/1347462155/Metal_Cone_Screwback_DIY_Spikes_Studs_Punk_Bag_Bracelets_Clothes_Belt_Shoe_Rivet.jpg]rivetler[/url] eklenmiştir. Bunlar paslanmaz ve yerlerinden çıkmaz. Yumruların hasar potansiyelini arttırır, delici özelliktedir.

Re: Cennetin Güneyi, Bölüm 4

MesajGönderilme zamanı: 12 Mar 2015, 19:19
gönderen Jinryu Mao
Ayağa kalkamıyor olmak, gerçekten çok sinir bozucuydu. En azından resimlere yakından bakabilir, çantamdaki el kitabını biraz daha karıştırıp buradan sonra nereye gideceğimi planlayabilirdim. Buradan henüz gidebileceğimi veya gitmek istediğimi düşündüğümden değil elbette, ama yaralarımın iyileşmesinin uzun süreceği belliydi. O kadar zaman sonra köye tekrar gittiğimde her şeyi eskisi gibi bulacak mıydım ki? Kardeşlerim büyüyecekti, belki artık evde abilerimi görmeyecektim her sabah. Gerçi bir genin olduğumdan beri, bizimkiler aralarından biri olmadan yaşamaya alışmışlardı. Ah, niye bunları düşünüyorum ki ben? Babam beni gönderirken hiç bir zaman geriye bakmamamı söylememiş miydi?1 Evet, söylemişti. Maceralara çıkmak isteyen küçük bir velet değildi zaten adamın Konoha'ya gönderdiği, döndüğünde harika hikayeler anlatacak masa arkadaşıydı. Tensei'ye gireceğim, ardından da dünyanın öbür ucunda bir mağaraya, ardından denizleri aşıp başka bir yere.

Ama bandajlar tekrar kanamaya başlarsa, aileme kan sıçramasına bile izin vermeyeceğim!

Siyah, gri ve beyaz dalgaları izlemeye koyulmuştum düşünceleri başımdan atmak için. Bir şeyleri incelemek her zaman işe yaramıştı sonuçta böyle konularda. Bir deniz dalgası gibi mürekkeplenen kağıt beyaz değildi, ama tonun en açık olduğu yerlerin kayalara çarpan dalgaların köpükleri olduğu aşikardı. Neredeyse, sesini duyabiliyordum denizin. Tabi ya, zaten fazla uzakta değil deniz. Tensei'nin muazzamlığı denizi gölgelemişti tepedeyken, ormanın uçlarına denizi görmek için bile bakmadığımı anımsadım o an.

Gözlerimin kapıya doğru kayışıyla unutmuştum hemen denizin varlığını, Ashiki geliyor lanet olsun! İlk saçma cümlesiyle, yaralı olmama lanet etmiştim. Yaralı halde de bu adamla uğraşılmaz ki şimdi! Uzun saçlı göt konuşmasına devam ederken yüzümü burkmuş ve ters bir cevap vermem durumunda saldırıya uğrarsam nasıl karşılık vereceğimi düşünmeye başlamıştım. "Ameliyatlı yerime vurma!" diye mi bağırsaydım acep?

Derken benimle uğraşmaktan yorulmuş gibi konuyu kapatmış ve yanıbaşıma çökmüştü kendisinden beklemediğim bir efendilikle. Ellerinde bir şey mi var onun? Uyandığımdan beri odanın içinde kıyafetlerim dışında her şeyi görüyor olsam da, lanet eldivenler tamamen kafamdan çıkmış gibi onları aklıma hiç getirmemiştim. Uzun zamandır, uyuduğum zamanlar dışında elimden çıkarmadığımdan olsa gerek sanki eldivenler bir parçam gibi hissetmiştim demek ki. Gerçi, gerçekten parçam olsalar yokluklarını fark ederdim. Gözümün önüne gelen eldivenler, parlaklıklarıyla biraz gözümü almışlardı. "Bunların parlayabildiğini bilmiyordum bak." demiştim karşımdaki Ashiki olmasına rağmen sevindirik bir tavırla. Söylediğine göre kendisi temizlemişti, gönül almak için. O da nesi? Herifin parmakla gösterdiği yerde, enteresan bir biçimde güzel görünen dört sivri uç hareketle ışığı gözüme göndererek göz kırpmışlardı bana. Bunu ben niye önceden hiç düşünmedim, o kadar da para saydım lanet eldivenlere! diye iç geçirirken eldivenin yakacağı canları düşünüp gülümsemiştim istemsiz.

Şaşkın bir tavırla ikinci kardeşe de "Teşekkür ederim, gerçekten." dedikten sonra tekrar doğrulmaya çalışmış, beceremeyince sinirli bir of çekmiştim. "Kalkabilsem iyi olacaktı, en azından önüme bir kil çamuru getirseniz size hatıralık bir şey yapardım. Duvardaki resimleri izleyerek zaman geçmiyor hiç." demiştim tekrar doğrulmaya çalışarak. Acının beni tekrar yerime mıhlamasına istemeye istemeye izin verdikten sonra; "Toshiki de iyi kesmiş beni ha." diyecektim Ashiki'nin biraz evvel gıcık gelen esprilerine katılarak, mizah anlayışı benimkinden çok da farklı değildi. Gelecek bilir kişi ekibi ve azgın kurtlar hala aklımda olsa da kardeşlerin en az soğukkanlısı olduğunu aurasından hissettiğim Ashiki'ye bunlardan bahsedemezdim, biraz daha kendime saklamak zorundaydım sanırım.

"Üçünüzü de bir arada göremedim hiç," diye söze girecektim, "Hakkınızda da pek bir şey bilmiyorum açıkçası, Koshichi ormanın lanetli olduğundan ve sizin dışarıya olan bakış açınızdan aynı cümle içinde bahsetti sadece. Orman lanetliden çok muhteşem gözükse de, ikinci konu hakkında köyünüze geldiğimden beri göreceğimi gördüm zaten. En azından doğanız kötü değilmiş, ehehe." deyivermiştim ardından hemen gülümsememi homurtkan bir surat ifadesine dönüştürürken; "Yaşadığınız yer, hadi diyelim gerçekten lanetli olsun. İnsanları yaşadığı yere göre sevip sevmemek kimin haddine?"

Bandajlar burada da kanamıştı belli ki, kendi ülkelerinin diğer vatandaşları bile bu insanlardan uzak durmaya çalışıyordu.

Konu arasında Ashiki'den doğrulmak için yardım isteyecektim, sohbete devam etmek istiyordum elbette; ama yatar pozisyonda konuşmak benim için sinir bozucuydu açıkçası. Elime bir kil çamuru vermeleri için kısa süren ve boşluğa süzülen bir dua ettikten sonra konuşmaya devam etmiştim, bu insanların kurtlar ve heyet hakkında onlara haber vermeme ihtiyaçları varmış gibi hissetmiştim çünkü bir anda; "Ashiki, burada herkesin verdiği kararlara güvendiği kim var? Sanırım onunla görüşmem gerek. En azından Toshiki, Koshichi ve seninle." demiştim istemsizce kaygılı bir surat ifadesiyle.

Re: Cennetin Güneyi, Bölüm 4

MesajGönderilme zamanı: 16 Mar 2015, 18:00
gönderen GM - Naruto
Yahu çok konuşuyorsun ha. Boşver. Açsındır, bir yemek yiyelim. Ben açım şahsen. Ayrıca kil ne arar la burda?

Sen doğrulmaya çalışmadan, Ashiki seni belinden ve omzundan kavrıyor ve kalkmana yardım ediyor. Üstüne bir cübbe geçirmene yardımcı oluyor ardından, üşümemen adına. Yaran acıyor, lâkin fazla değil. Ayrıca hareket kabiliyetin de aşırı kısıtlanmış durumda, fakat yürüyebilecek durumdasın. Ashiki, kınındaki katanasını uzatıyor sana. "Al, baston yaparsın. Bahçeye çıkalım, Koshichi ile Toshiki bekliyorlardır."

Geniş evin uzun koridorlarında ilerliyorsunuz, ardından evin arka tarafı olduğunu düşündüğün bir yere çıkıyorsunuz. Geniş bir bahçe karşılıyor seni.

Yarım çember şeklinde bir açıklık, düz kısım evin duvarları ve avlusu, çembersel kısımlar ise Tensei ormanının sınırları. Aşırı sık ağaçlar bahçeden kapı dışında bir giriş çıkış noktası olmasını engelliyor. Ayrıca yüksek olmaları da dikkatini çekiyor. Açıklık büyük, 10-15 metre yarıçapında falan. Kısa çimler ve yer yer mermer parçaları var yerde. Bir mermer parçasının üzerine halı ve minderler serilmiş, büyükçe bir yer masası ortasında durmakta. Koshichi güzel bir sofra hazırlamakta. Ağaçların yüksekliği sebebiyle hava biraz loş, fakat saatin öğleye gelmesi sebebiyle iyi ışık alıyor. Sanırım 1 gündür falan aralıksız baygındın.

Koshichi, seni ve Ashiki'yi görünce biraz duruyor ve gelmeniz için el sallıyor. Yemek masasına doğru ilerliyorsunuz.

Re: Cennetin Güneyi, Bölüm 4

MesajGönderilme zamanı: 17 Mar 2015, 01:35
gönderen Jinryu Mao
"Düşününce kafanın yandığını hissediyorsun, ondan kendini düşünmeye pek vermiyorsun değil mi Ashiki?" demiştim sırıtkan bir suratla doğrulurken, suratımı görmemişti elbette. Canım düşündüğüm kadar pek yanmasa da, hoş zaten ilk kesiğin acısının yanında üstüne döşeme döşenir gibi uğraşılmış bu yaranın acısı hiç bir şeydi, hareket etmeye korkuyordum. Edebildiğimden de değildi zaten, kalkmak için yardım almak düşündüğümden çok can yakıyordu. Belki Toshiki'nin keskin kılıcından da çok. Gerçi geçmiş yaralar canı ne kadar yakar? Savaş çıkaracak kadar, nefret edecek kadar; kılıç yarası değil, daha çok acıyan.

Şu tipime bir bak hele, kendi kendime bile cevap veriyorum. Savaş görmemiş olsam bile savaşa karşı çıkıyor, rahat hayatıma rağmen hayatı rahat olmayanlar için kendi beynimi pandikliyorum. Ayrıca lanet yerde kil niye aramasındı ki? Kil sonuçta, her yerde olan bir şey değil mi?

Ashiki'nin bana destek çıkması için katanasını vermesi, çok şey anlatmıştı. Kılıç ustalarının en çok güvendikleri şeylerin kılıçları olduğunu duymuştum yüzü yarayla kaplı bir yerden; oturdukları yerde çenelerini kının üzerindeki ellerine dayayıp uyurlar ve ölmeden önce en son kılıçlarına tutunup ayakta durmaya çalışırlardı, yere düşmek yenilmek demekti çünkü. Ben ne kadar kolay düştüm öyle be, üstüne savaşmadım bile, ne kadar çabuk kabul etmişim yenilgiyi. Şimdi bu siyah saçlı adam, hayatı tehlikedeyken kendini koruyacak son varlığını bana baston olması için elimin altına vermiş ve bunun anlamını bile düşünmeden beni daha şimdi köyün en büyük evi olduğunu kavrayabildiğim evin arka bahçesine çıkarmıştı. Anlamını zaten biliyordu belki de, Bize bu insanları düşman diye öğretiyorlar. Neden?

Bahçenin sınırlarını orman belirliyordu, ağaçlar sanki üç kardeş için biraz geri çekilip evlerinin arkasında yer açmışlardı. Ki, böyle muazzam ağaçların yer açacak kadar saygı duyduğu insanlar benim de saygımı hak ediyor gibiydi. Koshichi enteresan şekilde güzel görünen ve içimde oraya doğru koşma isteği uyandıran bir sofra kurmuştu. Kaç gündür baygınım lan ben? Açlık hissi beni yeni yeni ele geçirmişken neyse ki Koshichi bizi bir el hareketiyle masaya çağırmış ve tüm gücümle masaya saldırım başlamıştı. Ashiki'nin ben sormadan gelen yardımıyla yumurta, peynir ve daha önce görmediğim buğday işleri kaynayan masanın başına oturmuş ve diğerlerinin oturmasını beklemeye koyulmuştum.

Herkes oturduğunda, ellerimi buraya gelirken gördüğüm Buda heykeli gibi göğsümde birleştirecek ve yemek için teşekkür edecektim. Bizde pek adet değildi, ne babamdan ne annemden görmüştüm ama; sanırım buradaki insanlar Tanrı'ya teşekkür edilmediğinde yemeği yemekten saymayan türdenlerdi. Yemeklere dalıp, açlığımı az da olsa giderdikten sonra konuya girmem gerekecekti sanırım; "Köye gelirken üç kurt tarafından saldırıya uğrayan bir shinobiyle karşılaştım, hayvanları hallettikten sonra bu bölgede görev aldığını ve hayvanların yakın zamanda fazlasıyla saldırgan olduklarından bahsetti." diye konuya girdikten sonra kardeşlerin dediklerimi kafalarında onayladıklarına emin olmak için biraz duraksayacaktım, "Çocuğun söylediğine göre Konoha buraya bir ekip gönderecekmiş. Baygın olduğum zamanı bilmediğimden, eğer zaten burada değillerse yakın zamanda burada olacaklarını tahmin ediyorum."

Re: Cennetin Güneyi, Bölüm 4

MesajGönderilme zamanı: 20 Mar 2015, 13:25
gönderen GM - Naruto
Siz masaya oturduğunuzda Toshiki de katılıyor sizlere. Yorgun olduğu belli, ayrıca alnından akan bir kaç boncuk teri de seçebiliyorsun. Suradına vuran az biraz is lekesiyle de muhtemelen demir ocağının önünden geldiğini söylemekte. Elleri ise gayet temiz, en azından buna özen gösteriyor.

"Kusura bakma genç, bilseydim yapmazdım." Diyerekten sert kayanın arasından sızan yumuşak bir özür ile geçiştirmeye çalışıyor lâkin mahçup olduğu belli. Az kaldı öldürüyordu seni sonuçta.

Senin selam durmanla beraber, herkes "Itadakimasu" nidalarını basıyor ve yemeğe başlıyorsunuz. Hoş bir öğle yemeği, biraz sashimi, biraz pişmiş balık, biraz lapa pirinç. Biraz sessiz geçiyor yemek. Yemeğin arasında lafını söyledikten sonra ise, Koshichi konuşuyor.

"Ha, onlar mı, seni Toshiki biçtikten sonra geldiler. Biraz muhabbet edip gittiler. Çevre köylerdeki devriye sayısını arttıracaklar. Ayrıca... Bir kayıp olmuş. Kolu yaralı bir shinobi, çiftçinin birinin etrafını saran kurt sürüsünün içine dalmış. Çiftçiyi ve ailesini kurtarmış, fakat parçalanmış cesedini bu sabah bizim köylüler buldu. Ailesine teslim için Konoha'ya geri götürecek sanırım yetkililer."

"Normalde böyle davranmamalı kurtlar ama, neyse."

Masaya bir sessizlik çöküyor tekrardan. Yavaşça yemeklerinizi yemeye devam ediyorsunuz.

Re: Cennetin Güneyi, Bölüm 4

MesajGönderilme zamanı: 20 Mar 2015, 15:16
gönderen Jinryu Mao
Yediğim yemek midemde havalanmıştı, evet. Yahut direk midem havalanmıştı, neden olmasın? Ama sonunda emin olduğum tek bir şey vardı, tat alamıyordum. Koshichi'nin konuşmasının ortasına kadar her şey çok güzeldi, kardeşleri duydukları hakkında bilgilendirdikten sonra daha önce yediklerimden çok farklı gelen balığa kibarca gömülmüştüm kulaklarım onlarda. Bizim oradaki balıklar deniz yüzü görmemişti elbette, balıkların çoğunun denizde yaşadığı konusunda bilgiliydim de; ama tuzlu su balığının bu kadar güzel olacağını hiç düşünmemiştim! Aç olduğumdan mı bilmiyorum ama, tatlı su balığından daha tatlı bu balık!

Güzel güzel, korktuğum devriyelerin köye gelip çok beklemeden geri gittikleri haberini dinlemiş ve yüzümde balığın da etkili olduğu bir gülümsemeyle Koshichi'nin ayrıcasından sonra ne geldiğini dinlemeye koyulmuştum ağzımdaki balığı çiğneyip tadını iyice çıkarmaya çalışarak. İşte tam o anda dişlerim kayalıklara çarpmış tekneler gibi yumuşacık balığı ısırmayı bırakmış, ağzım sanki deniz tuzu içmişim gibi tat alma yetisini kaybetmişti. Yutmuş olduğum balıklar deniz tuzuna kavuşunca midemde yüzmeye başlamış ve o hala adını veremediğim olay gerçekleşmişti; midem havalanmış, akciğerlerime baskı uygulamaya başlamıştı resmen. Öldürmek için yetiştirilmiş birisinin, hayatında sadece bir kere gördüğü birinin ölümüne bu kadar üzülmesi... Komik. Ama sonuçta kaç ölüm görmüştü ki gözlerim benim? Hiç.

Yemek masasına eğilmiş bedenimi göğsümdeki yarayı umursamadan sert bir hamleyle doğrultup, Yemek için teşekkürler. anlamında ellerimi Koshichi'ye doğru birleştirdikten sonra kısa bir süre yaptığım hamleden dolayı çektiğim ağrının geçmesini beklemiştim. "Yoshimi Ito." diyebilmiştim, sadece en yakınımdaki kardeşin duyabileceği sönük bir sesle. Adını hatırlıyor olduğuma şükürler etmiştim o anda, artık kime ettiysem. "Kurtlarla sırt sırta verip kapıştığımız shinobi. Chiten'e geri dönecekti, yolda benim güvende olmayacağımı düşündüğünden beni de çağırmıştı yanına."

Tabi bensiz kasabaya geri dönerken karşısına çıkmış olmalıydı, belki benim onun bağırışını duyduğum gibi o da çiftçinin bağırışını duymuştu ve aynı benim yaptığım gibi ilk kurda sert bir tekmeyle girişmişti. Benden daha şanssızmış.

Ormana dikecektim gözlerimi, "Söylesenize, kurtların yuvası bu orman değil mi?" diye cevabını zaten bildiğim soruyu kardeşlere sorarak tekrar edecek ve ormana dikili gözlerimi kardeşlere yöneltecektim. "Şu yara biraz iyileştikten sonra biraz talim yaparsınız benimle umarım."