[Takım Konketsu] Arayış

Out; Yarattığım karakterlerden Oujichi Getsu(!) ve eski köy takımının, üçüncü savaşın hemen öncesinde yaşadıkları şeyleri anlatan bir bölüm bu. Kasumikage yapar da biz eksik kalır mıyız?
Ateşin başında, eline aldığı kili ıslatıp ıslatıp tekrar şekil veren çocuğa ilişti gözleri; sıradan hayalleri vardı, yakınlarını koruma arzusu öğlen üstü yedikleri eşkıya baskınında kendisini göstermişti. İyi bir shinobiydi elbette karşısındaki esmer çocuk, ama çok daha harikalarını görmüştü bütün derisi yarayla kaplı adam; çok hızlılarını, çok tehlikelilerini, çok zekilerini... Bu çocuk aralarından sıyrılıp, hayatta kalıp, hayatta tutup; birileri, önemli birileri olabilecek miydi? Olur elbette, sonuçta Chuunin olabilmiş; ben onu bile beceremedim. dedi içinden, kurutulmuş eti yemek için başını hafif eğdiğinde yüzünün önüne düşen saçları önünde yanan ışığı kesmiş ve yüzünü olduğundan daha façalı göstermişti. "Mao," diye seslendi kil çamuruna kendini kaptırmış genç shinobiye; "Biraz daha Saklı Sis hikayesi dinlemek ister misin?".
'' Görüşürüz Bakamaka.. ''
Gün çoktan kararmış, uzun ceketli ve garip şapkalı çocuksa yolunu çoktan yarılamıştı. Arkasında bıraktığı köyü veya uzun zaman önce sildiği ailesini düşünmüyordu, hatta yüzü ekşimeden önce Konketsu'nun Saigo'ya attığı ilk dayağı, Mizui'nin ona ilk derslerini ve Takım Konketsu'nun bütün anları hatırlayıp aptal bir gülümsemeyle koşuyordu ağaç dallarının üstünden. Midesinden boğazına kadar uzanan acıydı yüzünü ekşiten sebep. Sonuçta verdiği sözlerin ağırlığı onu hiç durmadan Sato'nun bahsettiği limana koşmaya zorlamıştı ve Baka gerçekten yorgun hissediyordu, yapmaya söz verdiği şeyler ekipman çantası kadar taşınması kolay şeyler değildi elbette. O zekiydi, zekiydi ama köyünün duvarları ve onu koruyan arkadaşlarının arasında bir işe yarardı zekası; gerçekten ne kadar süre hayatta kalabilecekti?
Iwagakure'de girdikleri chuunin sınavının daha ilk aşamasında şüphelenmeye başlamıştı zaten, bir şeyler ters gidiyordu ve Konketsu takımı ikinci aşamadaki gibi bir araya gelememişti. Özellikle Baka, o kadar şeyin ardından üçünün de kaçak shinobiler tarafından katledilmenin eşiğine, çaresizce geldiklerini unutamamış ve kendi kanını akıtanları öldürmeye yemin etmişti... Oysa ki Sato'ya yenilmek onun kaderinde vardı, kendini dizginlemek için elinden geleni yapmış olsa da başarısızlığını gizleyecek tek bir olay olmuştu; sınava yapılan darbe genç dahiyi sarsmış ve hala geceleri soğuk terler akıtan alnının altındaki beynine savaş korkusunu yerleştirmişti. Basit bir asker, bir piyondu sadece; insanları korumak için değil, karşı tarafın insanlarını öldürmek için vardı. Mizui de bunu söylerdi hep, bu yüzden shinobi olmayı bıraktığını. Kaçmayı öğretti o yüzden Baka'ya...
En başından geri dönmemeliydi belki de, Konketsu'yla hiç karşılaşmamalı ve Sato'yla hiç görüşmemeliydi. Kaçmalıydı, o zaman kaçma şansı vardı; Saigo'nun birilerini öldürüp ardından kaçak shinobilere katılmak için köyden kaçtığını, Sato'nun gecesini gündüzünü bir hiç kimse olacağını bile bile ANBU'ya katılmaya harcamaya başladığını ve içinde Baka olmayan çocukça, evet çocukça planlarını bilmeden kaçabilirdi. Herkesin mutlu olmaya devam ettiğini var sayar, daha önce yenmemiş meyveleri yer, fırtınasız denizlerde balık tutardı... Sıcak, gerçekten yakıcı derecede sıcak bir acının ardından boğulmayla karışık bir öksürükle patikanın kenarına tükürdükten sonra dudağının kenarından çenesine doğru akan kanı sildi elinin tersiyle. Uzun süredir aldığı deniz kokusuna rutubet ve pislik çoktan karışmış, yakındaki liman kasabasının kalabalığının sesleri yalnızlığın huzurunu kaçırmıştı. Saigo buralardan geçeli günler olmuştu elbette, büyük ihtimalle Sato'nun bahsettiği adaya çoktan varmıştı.
Doğru ya, en zalim shinobileri olan köyün bile ele geçiremediği bir adaya varmıştı Saigo. Belki çoktan öldü. diye iç geçirdi ağrının ve yorgunluğun ele geçirdiği çocuk. Nemli havayı delercesine son bir çareyle hareketlenip bir kaç adım attı, ormanın bittiği yere vardığındaysa limana ve uzaktan ölesiye pis kokan kasabaya yüzü dönük şekilde ağacın birine dayadı sırtını; yavaşça dizleri bükülüp aşağı doğru kayarken de tek bir şey geçiriyordu aklından, pes etmek.
"Saigo'yu çoktan öldürüp, cebindeki beş kuruş için parçalamışlardır değil mi? Fazla gecikmiş olmalıyım... Saigo'nun daha önce savaşmış olduğumuz heriflere katılmasının hiç bir- Lanet olsun! Iwagakure'deki olaydan sonra bir çok aptal genç eşkıya olmak için bu heriflerin yanına gitmiştir; Saigo'nun farkı ne?! Onların mekanında kaçabilir elbette, ama nereye saklanabilir ki?! Belki hala kaçıyor ve lanet heriflerden birinin onun saklandığı deliğe girmemesi için dua ediyor. Hayır... Hayır Sato, ilk kunai'yi elimize aldığımızda yetişkin olmadık biz... Biz yetişkin değiliz, biz savaşlarda ölmek için doğmuş çocuklarız. Shinobi köylerinde doğan her çocuğun kaderi bu..."
Gözleri bir anlığına kapanmış, nefes alış-verişi yavaşlamıştı bir dakikalığına... Ama sadece bir kaç dakika; normalde baygın bakan gözler bir anda yorgunluğun bütün kırmızılığıyla açılıp limana dikilmiş, ayazdan kurumuş dudakları nemle tekrar parlarken bir anda suratına düşen ani gülümsemeyle tekrar çatlamıştı. Saigo'dan bahsediyorum burada!, çenesinde yeni çıkmaya başlayan tüyleri kaşırken suratındaki pisliğin eline bulaştığını fark etti. Pahalı ceketini çıkarıp bir kenara, o çok sevdiği ve saçlarını bir arada tutan şapkasını ağacın birinin tepesine attı ve liman kentine doğru bataklığa dönmüş pirinç tarlasının içinden yürümeye koyuldu.
Ateşin başında, eline aldığı kili ıslatıp ıslatıp tekrar şekil veren çocuğa ilişti gözleri; sıradan hayalleri vardı, yakınlarını koruma arzusu öğlen üstü yedikleri eşkıya baskınında kendisini göstermişti. İyi bir shinobiydi elbette karşısındaki esmer çocuk, ama çok daha harikalarını görmüştü bütün derisi yarayla kaplı adam; çok hızlılarını, çok tehlikelilerini, çok zekilerini... Bu çocuk aralarından sıyrılıp, hayatta kalıp, hayatta tutup; birileri, önemli birileri olabilecek miydi? Olur elbette, sonuçta Chuunin olabilmiş; ben onu bile beceremedim. dedi içinden, kurutulmuş eti yemek için başını hafif eğdiğinde yüzünün önüne düşen saçları önünde yanan ışığı kesmiş ve yüzünü olduğundan daha façalı göstermişti. "Mao," diye seslendi kil çamuruna kendini kaptırmış genç shinobiye; "Biraz daha Saklı Sis hikayesi dinlemek ister misin?".
'' Görüşürüz Bakamaka.. ''
Gün çoktan kararmış, uzun ceketli ve garip şapkalı çocuksa yolunu çoktan yarılamıştı. Arkasında bıraktığı köyü veya uzun zaman önce sildiği ailesini düşünmüyordu, hatta yüzü ekşimeden önce Konketsu'nun Saigo'ya attığı ilk dayağı, Mizui'nin ona ilk derslerini ve Takım Konketsu'nun bütün anları hatırlayıp aptal bir gülümsemeyle koşuyordu ağaç dallarının üstünden. Midesinden boğazına kadar uzanan acıydı yüzünü ekşiten sebep. Sonuçta verdiği sözlerin ağırlığı onu hiç durmadan Sato'nun bahsettiği limana koşmaya zorlamıştı ve Baka gerçekten yorgun hissediyordu, yapmaya söz verdiği şeyler ekipman çantası kadar taşınması kolay şeyler değildi elbette. O zekiydi, zekiydi ama köyünün duvarları ve onu koruyan arkadaşlarının arasında bir işe yarardı zekası; gerçekten ne kadar süre hayatta kalabilecekti?
Iwagakure'de girdikleri chuunin sınavının daha ilk aşamasında şüphelenmeye başlamıştı zaten, bir şeyler ters gidiyordu ve Konketsu takımı ikinci aşamadaki gibi bir araya gelememişti. Özellikle Baka, o kadar şeyin ardından üçünün de kaçak shinobiler tarafından katledilmenin eşiğine, çaresizce geldiklerini unutamamış ve kendi kanını akıtanları öldürmeye yemin etmişti... Oysa ki Sato'ya yenilmek onun kaderinde vardı, kendini dizginlemek için elinden geleni yapmış olsa da başarısızlığını gizleyecek tek bir olay olmuştu; sınava yapılan darbe genç dahiyi sarsmış ve hala geceleri soğuk terler akıtan alnının altındaki beynine savaş korkusunu yerleştirmişti. Basit bir asker, bir piyondu sadece; insanları korumak için değil, karşı tarafın insanlarını öldürmek için vardı. Mizui de bunu söylerdi hep, bu yüzden shinobi olmayı bıraktığını. Kaçmayı öğretti o yüzden Baka'ya...
En başından geri dönmemeliydi belki de, Konketsu'yla hiç karşılaşmamalı ve Sato'yla hiç görüşmemeliydi. Kaçmalıydı, o zaman kaçma şansı vardı; Saigo'nun birilerini öldürüp ardından kaçak shinobilere katılmak için köyden kaçtığını, Sato'nun gecesini gündüzünü bir hiç kimse olacağını bile bile ANBU'ya katılmaya harcamaya başladığını ve içinde Baka olmayan çocukça, evet çocukça planlarını bilmeden kaçabilirdi. Herkesin mutlu olmaya devam ettiğini var sayar, daha önce yenmemiş meyveleri yer, fırtınasız denizlerde balık tutardı... Sıcak, gerçekten yakıcı derecede sıcak bir acının ardından boğulmayla karışık bir öksürükle patikanın kenarına tükürdükten sonra dudağının kenarından çenesine doğru akan kanı sildi elinin tersiyle. Uzun süredir aldığı deniz kokusuna rutubet ve pislik çoktan karışmış, yakındaki liman kasabasının kalabalığının sesleri yalnızlığın huzurunu kaçırmıştı. Saigo buralardan geçeli günler olmuştu elbette, büyük ihtimalle Sato'nun bahsettiği adaya çoktan varmıştı.
Doğru ya, en zalim shinobileri olan köyün bile ele geçiremediği bir adaya varmıştı Saigo. Belki çoktan öldü. diye iç geçirdi ağrının ve yorgunluğun ele geçirdiği çocuk. Nemli havayı delercesine son bir çareyle hareketlenip bir kaç adım attı, ormanın bittiği yere vardığındaysa limana ve uzaktan ölesiye pis kokan kasabaya yüzü dönük şekilde ağacın birine dayadı sırtını; yavaşça dizleri bükülüp aşağı doğru kayarken de tek bir şey geçiriyordu aklından, pes etmek.
"Saigo'yu çoktan öldürüp, cebindeki beş kuruş için parçalamışlardır değil mi? Fazla gecikmiş olmalıyım... Saigo'nun daha önce savaşmış olduğumuz heriflere katılmasının hiç bir- Lanet olsun! Iwagakure'deki olaydan sonra bir çok aptal genç eşkıya olmak için bu heriflerin yanına gitmiştir; Saigo'nun farkı ne?! Onların mekanında kaçabilir elbette, ama nereye saklanabilir ki?! Belki hala kaçıyor ve lanet heriflerden birinin onun saklandığı deliğe girmemesi için dua ediyor. Hayır... Hayır Sato, ilk kunai'yi elimize aldığımızda yetişkin olmadık biz... Biz yetişkin değiliz, biz savaşlarda ölmek için doğmuş çocuklarız. Shinobi köylerinde doğan her çocuğun kaderi bu..."
Gözleri bir anlığına kapanmış, nefes alış-verişi yavaşlamıştı bir dakikalığına... Ama sadece bir kaç dakika; normalde baygın bakan gözler bir anda yorgunluğun bütün kırmızılığıyla açılıp limana dikilmiş, ayazdan kurumuş dudakları nemle tekrar parlarken bir anda suratına düşen ani gülümsemeyle tekrar çatlamıştı. Saigo'dan bahsediyorum burada!, çenesinde yeni çıkmaya başlayan tüyleri kaşırken suratındaki pisliğin eline bulaştığını fark etti. Pahalı ceketini çıkarıp bir kenara, o çok sevdiği ve saçlarını bir arada tutan şapkasını ağacın birinin tepesine attı ve liman kentine doğru bataklığa dönmüş pirinç tarlasının içinden yürümeye koyuldu.