Midori Sora Kusagakurenin yoğunluktan sıkılmıştı. Köyün içindeki hareketlilikten uzaklaşmaya ihtiyacı vardı. Kitabını alıp sessizce okuyabileceği bir yere gitmek istiyordu. Hiç bir insanın gitmeye tenezzül etmeyeceği bir yere. Doğa ana sanırım bu iş için biçilmiş kaftandı. İnsan geliştikçe doğadan kopmuş hatta ona karşı tavır bile almıştı. Eskisi gibi doğayla iç içe değildi insan. Babasının da dikkat çektiği nokta burasıydı: Doğadan Kopuş. Babası kendisini bir doğa düşünürü olarak nitelendirirdi. Doğanın adamıydı o. İnsanların bir gün doğanın kıymetini anlayacağını ya da onun yokluğuyla çökeceğinden bahsederdi. Sora'da doğayla iç içe olabileceği bir mekana gitmeliydi. Kusagakureyi taktiksel olarak koruyan tepelerin altında kalan düzlüklere gitmeye karar vermişti Sora : Otonashi düzlükleri.
Sonuçta oraya kimin yolu düşerdi ki? Sonsuz çimenlerin ülkesi kusagakurenin tepeleri ve ovaları da çimendi. Doğayla barışık bir köydü kusagakure ya da yeterli güce sahip olmadığı için tahrip edemeyen bir köydü. Ne olduğu çok da önemli değildi. Midori Sora bu el değmemiş düzlüklerde doğyaı düşünüyordu, doğanın canlılar için oluşturduğu ortamı. Aslında bu yanlış bir ifadeydi sora'ya göre. Her şey doğaydı ve doğa da herşeydi. İnsan doğadan ayrılamazdı. O böyle düşünedursun tatlı tatlı esen rüzgar onu sonsuz rüyalar alemine uğurlamıştı. Çimenlerin üzerinde sadece hafif bir sarılık belli oluyordu. Umalım da kimse üstüne basmasın.