Aiga Miura... Evet, bu isim onun için artık hayatının anlamı. Bir gece can sıkıntısı yüzünden bingo kitabına göz gezdirirken rastlamıştı bu genç bayana. O günden itibaren onu bulmak için bir şeyler yapmak ister olmuştu. Bu kesinlikle o değildi. Aynasından kendine bakarken karşısındaki insanla şuan olduğu insanı bir türlü aynı göremiyordu. Çünkü onun kitabında sevgi yoktu. Hissettiği bu duygu sevgi olamazdı. Hele ki hayranlık... Asla ama asla olamazdı. Dünyadaki en mükemmel insan zaten kendisiydi. Bir başkasına neden hayran olabilirdi ki? Böyle bir şey söz konusu bile olamazdı. Gördüğü insan ilgisini çekmişti sadece. İlgisini çeken bir başka insan. Kabullenmekte zorlanıyordu ama bu kızla birlikte olmak istiyordu. Kızın özgürlüğü onun hep arzuladığı tarzdaydı. Oysa henüz bu özgürlüğün yarısına bile kavuşamamıştı. En çok sevdiği özelliği buydu bu hatunun. Özgürlüğüne ortak olup etrafta terör estirmek istiyordu. Kafasına buyruk hareketleri ise bir diğer konu. Tıpkı Katsuo gibi istediğini söyler, istediğini yapardı.
Bu duyguları için ailesine lanet etmekten de kendini alamıyordu. Böyle bir insan olmayabilirdi. Duygulardan yoksun, tek düşüncesi kendisi olan birisi olma şansı vardı. Bu duygularla boğuşmasının tek sebebi ailesiydi. Belki de ailesinin şanssızlığı demek gerekir. Çünkü ailesinin de kendisi gibi olmasını istiyordu Katsuo. Bu iğrenç duygularla boğuştukları için hem onlara acıyor, hem de duygularını miras bıraktıkları için onlara kızıyordu. Bu iki duygu birbirini nötr hale getirdiği için ailesi onun için pek bir anlam ifade etmiyordu. Günlerdir onun için tek anlam ifade eden Aiga Miura idi.
Her ne kadar bu kızı bir kitaptan tanıdıysa da onu en yakın arkadaşı gibi hissediyordu. Her gece yatağında fotoğrafına bakarak hayaller kuruyordu. Nasıl birisi olduğunu, neler yaptığını hayal ediyordu hep. Bundan kendini alıkoyamıyordu. Kıza değil, kızın özgürlüğüne hayran kalmıştı. Hep istediği özgürlüğe sahip olması onu kıskandırmıştı. Fakat kızın özgürlüğünü elinden almak istemiyordu. Belki de hissettiklerinin en farklı noktası buydu. Bir tanrının oyuncağı elinde alındığı zaman öfkesinden zarar görürdü. Şuan öfke namın hiçbir şey hissetmiyordu. Sadece onunla göz göze gelmek, vakit geçirmek ve bir heyecan yaşamak istiyordu. Ne de olsa bilmemekten nefret ederdi. Bu kızı bilmiyordu ve merak ediyordu. Harekete geçecekti. Onu bulmak için elinden geleni ardına koymayacaktı. O kitaba kendi adını kazıtması gerekse bile o kızla birlikte olacaktı.
Sabahın ilk ışıklarında yola çıkmıştı. Köyden çıkmak için ne kadar uğraşması gerektiğinden pek haberdar değildi. Umurunda da değildi çünkü. Ne gerekirse gereksin bu köyden çıkacak ve kızın en son görüldüğü yere gidecekti. Belki kız onu pek hoş karşılamazdı. Bunun ölüm anlamına geldiğinin farkındaydı. Aralarında bir uçurum olduğunu düşünüyordu. Kız ondan daha genç ve tecrübeliydi. Oysa henüz ilk adımlarını atan bir tanrı parçacığı... Kapıdan çıktıktan sonra bunları düşünmeyeceğini biliyordu. Çünkü içinde bulunduğu yolun heyecanı bütün düşüncelerini karartacaktı. Peki, kapıda kim vardı?