Birkaç kuşun cıvıltısıyla doğuyor yine parıltılı güneş.
Hızlanıyor, yükseliyor, dolduruyor insanın içini yoğunluğuyla.
Bakıyor, uyuyoruz. Yükseliyor, fark ediyoruz. Yakmaya başlıyor, kaçıyoruz.
Toprak bile kucağını açmış, nereden geliyor bizdeki bu "lüks"?
Isıtıyor, titriyoruz. Yükseliyor, ısınıyoruz. Yakmaya başlıyor, gülümsüyoruz.
Ufak ufak gıdıklamaya başlamıştı sabah meltemi. Hissettiklerine tepki, ayakları titremeye başlamıştı ufaktan. Ayaklarını yavaşça örtünün altına aldıktan sonra arasında yüzünü boğmayı başardığı saçlarını hafifçe kenara itmiş ve tembel hayvanları aratmayacak nitelikteki yavaşlığıyla doğrulmuştu. Hafif mayhoş ifadesiyle çevreyi anlamsızca süzmesinin ardından yataktan kalkmış, örtüyü tek ve hızlı bir hareketle düzgünce düzeltmişti. Güneşin "Ben buradayım, merhaba!" naralarını duyabilmek için pencereye yaklaştıktan sonra gözlerini eriten ışığa doğru inatla bakmış ve anca geri zekalıların yapacağı şekilde gülümsemeye başlamıştı. Aslında bir sorunu yoktu, ama bugünlük böyle hissetmek istiyordu.
Gözleri erimeye devam etmesin diye arkasına dönmüştü bir balet edasıyla. Saçları sakince yüzüne çarpmış ve gereksiz betimleme zincirinin arasında yer almıştı. Komik...
Kütüphaneye gitmeyi düşünüyordu yine. Bir şeyler okuması gerekiyordu. (ya da en azından o böyle düşünüyordu) Yüzünü yıkayabilmek için hızlı adımlarla tuvalete ilerlemeye başlamıştı çoktan. Gereksiz soğuk su yüzüne çarptığı anda tüm yüz kasları kasılmış ve yarı felçli bir hale girmişti istemsizce. "Daha da s-soğuk olacak mı?!", düşüncesi oldukça belliydi sanırım o an.
Çoktan yüzünü kurulamış ve odasına koşar adım gitmişti. Bulduğu ilk ve temiz kıyafetleri hızlıca üzerine geçirdikten sonra odasından fırlamış, koridordaki annesini görür görmez adeta yalarmışçasına sevgi gösterisini yapmış, selamını vermiş ve alanı terk etmişti.