Re: Bir Gün Tekrar Karşılaşacağız...

Gönderilme zamanı:
05 Eki 2014, 11:25
gönderen Ueno Riko
Abimin ani dokunuşuyla ürpermiştim. Çarçabuk gözlerimdeki yaşları sildim. "Bir şeyim yok." Abim kendisinden beklenmeyecek bir nezaketle saçlarımı okşadı ve beni kollarına alıp sımsıkı sardı. Yeni duştan çıkmış olmalıydı ki şampuan ve biraz da sigara kokuyordu. Abimin kokusunu seviyordum. Beni kollarına aldığında öyle rahat hissetmiştim ki hiç benden beklenmeyecek bir şekilde hıçkırarak ve hatta bağırarak yarıda kalan ağlamamı sürdürdüm. "Hala bebek gibisin Riko. Küçükken de üzüldüğünde böyle ağlardın. Sürekli 'Abi! Abi!' diye peşimde dolanırdın. O zamanlar öyle tatlıydın ki seni ısırasım gelirdi." Yüzümü saran kızarıklıkla beraber utancımı bir nebze olsun saklayabilmek adına abimin kolunu ısırdım. Abim kız gibi çığlık attı. Ardından onu hızla ittirdim. Zavallıcık neye uğradığını şaşırdı. "Defol git odamdan!" Poposuna tekmeyi bastığım gibi odamın kapısını sertçe kapattım. Sensei'mden hoşlandığımı abime söylesem ne tepki verirdi acaba? Ama bunun benimle birlikte sonsuz bir sır olmasını istiyorum. Kimsenin hislerimi bilmesine gerek yok. Hatta sensei'nin bile. Onu görebildiğim sürece mutluyum. Benimle konuştuğu sürece de mutlu olacağım.
Bir sene önce...
Artık Yuuta-sensei ile aramızdaki mesafeyi yavaş yavaş kapatmaya başlamıştım. En azından onun yanına yakışacak, onun yanında durabilecek bir bayan olmak istiyordum. Her gün aralıksız akademiye gidip senseiyi görüyordum. Konuşmasak bile oturup onu öylece izlemek bile bana mutluluk veriyordu. Acaba sensei beni fark etmiş miydi? Hislerimin farkında mıydı? Onca yıldır dibindeydim. Yanına yaklaşan "zararlı gördüğüm kızlara" genjutsu uyguluyordum. Tenhada kıstırıyordum onları. Hislerimi belli etme pahasına kovalıyordum pislikleri. Hatta sadece kızları değil, "zararlı gördüğüm erkekleri" bile affetmiyordum. Köyde eşcinsel vardır belki, olamaz mı? Sensei o kadar karizmatik ki erkeklerin bile ilgisini çekebilirdi. Senseiyi her gece rüyalarımda görüyordum. Aşk kabım artık yavaş yavaş sınırlarını zorluyordu. Sensei bana ne zaman yaklaşsa kalbimin ritmi bozuluyor, elim ayağım birbirine dolaşıyordu. Ailemi ve doğal olarak evimi de terk etmiştim. Küçücük tek odalı bir dairede kiracıydım. Böyle çok daha huzurlu ve mutluydum. Sırf babamla abimin kavgalarını ve annemin sert bakışlarının olmaması bile mutluluk sebebiydi. Arada sırada eve de uğruyor, hal hatır soruyordum. Abim hala işsizdi, hala alkolikti, hala madde bağımlısıydı. Ama ailemde en sık görüştüğüm, aramın en iyi olduğu kişi de oydu. Ayrıca babamla kavga etti mi de gelip bende kalıyordu. Gerçi küçücük evde sıkış tepiş oluyorduk biraz. Erkek yani bir de. Rahatsız oluyordum hani. Neyse.
Bu sabah da akademiye, senseiyi görmeye gidiyordum. Sensei dün çok kaygılı gibiydi. Onu yıllardır dikkatle takip ettiğimden hislerini çözmekte artık zorlanmıyordum. Dün her zamankinden daha gergindi. Bayağı da meşguldü. Oturup iki çift laf edecek vakit bulamamıştık. Uzaktan öylece izlemiştim yine onu. Zaten ikindiye doğru da bir görevi olduğu için toplanıp gitmişti. Herhalde görevi için o kadar endişelenmişti. Muhtemelen zor ve ciddi bir görevdi. Onun gibi yetenekli Ninjaları zorlu görevlere gönderirlerdi zaten. Kendisi hoca olmasına rağmen, akademide ders vermesine rağmen sık sık tehlikeli görevlere de çıkıyordu. Acaba görevi nasıl geçmişti? Hemen gidip sormak istiyordum. Onu görmek istiyordum. Bir an önce görmek istiyordum onu. Hemen. Adımlarımı hızlandırdım ve koşarcasına gittim akademiye.
Akademinin her yerini ivik didik aradım ama senseiyi bulamadım. Beyaz saçları ve karizmatik bakışlarıyla her zaman olması gereken yerde değildi. Bahçedeki geninlerden birini çevirip sordum. "Onu bugün hiç görmedik." Neredeydi? Hala dönmemiş miydi görevden? Büyük ihtimalle öyleydi. Tamam. Sakin olmalıydım. Hemen ortalığı ayağa kaldırmaya gerek yok. En fazla birkaç güne dönecekti sensei.
Re: Bir Gün Tekrar Karşılaşacağız...

Gönderilme zamanı:
08 Eki 2014, 20:10
gönderen Ueno Riko
İki hafta mı geçmişti yoksa üç hafta mı? Her gün akademiye gidip Sensei'yi sormaktan ben bıkmamıştım ama millet beni görmekten sıkılmıştı galiba. Ne zaman kapıda belirsem yine mi geldi tipini... der gibi bakıyorlardı yüzüme. Sensei hangi göreve çıktı, nereye gitti kimse bilgi vermiyordu bana. Akademiyi bırakın, Ishi-Chou binasına bile sık sık gidip haber almaya çalışıyordum. Artık görevlerime konsantre olmakta zorlanmaya başlamıştım. Gözlerimi ne zaman kapasam ve iki saniyeliğine bile olsa uyuyakalsam hep onun yüzünü görüyordum. Bazen sinirli gibi çıkıyordu karşıma. Bazen oldukça mutlu, aşık oluyordu. Sıklıkla da yardım ister gibi bakıyordu yüzüme. Her bir rüyamdan da uyanışımda ağlıyordum. Çok ağlamaya başlamıştım artık. Sensei gittiğinden beri eve de hiç uğramıyordum. Evde kaldığım süreçte sürekli kendimle yalnız oluyor ve düşüncelerimin esiri oluyordum. Sık sık dışarılarda sürtüyor, kendimi oyalayacak bir şeyler bulmaya çalışıyordum. Bir gün, beklediğim haber geldi...
Haziranın ortalarında, güzel bir Çarşamba sabahıydı. Sensei gideli bir aydan fazla bir süre oluyordu. Her zamanki gibi ilk iş olarak akademiye doğru yola çıkmıştım. Günler geçtikçe umudum da tükenip gidiyordu. Sonra tükenen umudum yüzümden kendimden nefret ediyordum. Bugün her şey farklı gibiydi. Herkes garip davranıyordu. Benim içeri girdiğimi görünce bazı Sensei'ler aralarında fısıldaşmalara başlamışlardı. Meraklanmıştım. Genellikle en çok konuştuğum, Yuuta-sensei'nin de iyi anlaştığını düşündüğüm Sensei'nin yanına gittim. "Günaydın. Koizumi-sensei'den haber var mı?" Adam sorum karşısında önce gergince yutkunmuş, sonra da bakışlarını kaçırarak sahte bir yüzle gülümsemişti. "Günaydın, Riko-chan." Bana hep ilk adımla seslenirdi. Epey samimi olmuştuk bu bir ay içerisinde. Onu sadece bir abi, arkadaş gibi görüyordum tabii ki. Yine de ona hep siz diye hitap ederdim. "Bir sorun mu var?" Sensei bir elini omzuma koydu ve yüzündeki sahte gülümsemeyi sürdürdü. "İstersen seninle biraz yalnız konuşalım, ne dersin?" Hırsla indirdim adamın elini. "Ne söyleyecekseniz hemen söyleyin lütfen!" Sensei epey şaşırmış gibiydi. "Üzgünüm ama bugün Koizumi-sensei'nin çıktığı son görevden sağ çıkamadığı haberi ulaştı bizlere."
Sağ çıkamadığı mı? Ne anlama geliyor tüm bu kelimeler? Duyduklarımı algılayamamanın şokuyla öylece kalakaldım. "Ne demek istiyorsunuz?" Sensei'nin yüzünden sahte gülümseme silindi ve yerini anlayışlı bir üzüntü bıraktı. "Öldü mü?" Üzgün suratıyla kafasını yavaşça onaylar anlamda salladı. O an, adamın suratına koca bir yumruk geçirmek istedim. Neden bilmiyorum. Sadece dövmek istedim onu. Yok etmek, parçalamak. Ama içimdeki acı o kadar büyüktü ki hareket etmeme izin vermiyordu. Sensei sanki acımı anlıyormuş gibi bakıyordu ya yüzüme, ona gıcık olmuştum işte. Geriye doğru birkaç adım sendeledim. Sensei beni tutmak için kollarını uzattı ama ellerine sertçe vurduğum gibi koşarak çıktım akademinin bahçesinden. Ölmüştü. Ölmüştü. Ölmüştü. Ölmüştü... İçimdeki bir parça, yüreğim, sanki az önceki kelimelerle birlikte ateşe dönüşmüştü. Cayır cayır yanıyordu. Ağlamak istiyordum. Göz yaşları akmıyordu. Boğazımda koca bir düğüm vardı. Koşa koşa, kimselerin olmadığı bir binanın köşesinde durdum. Dünya gözümde git gide anlamsız bir hal almaya başlıyordu. Hislerim sanki az önce kuş olup uçmuştu.
Düşünemiyordum. Öylece dizlerimin üstüne çöktüm ve belki de dört beş mahalle ileriden bile duyulabilecek bir çığlık attım. Ellerimle kulaklarımı kapattım. "Öldü. Sensei öldü. Sensei öldü. Artık geri gelmeyecek." Kulaklarımı kapatsam bile sesler beynimin içinde yankılanmaya devam ediyordu. "Artık onu göremeyeceksin. Sesini duyamayacaksın. Kokusunu içine çekemeyeceksin. Saçlarını okşaman sadece hayal olarak kalacak. Gözlerinin içine bakamayacaksın. Uzaktan onu izleyip ne kadar havalı göründüğünü düşünemeyeceksin." Susun! Kesin sesinizi! Hayır! Hayır! Duymak istemiyorum! İstemiyorum! "Zavallı kızcağız. Yazık sana. Nerede öldüğünü bile bilmiyorsun. Ruhu artık içinde olmayan bedenine ne yapıldığını da bilmiyorsun. Gerçekten üzülüyorum, senin adına." Kesik kesik çığlıklar atıyor ve derin derin nefesler alıyordum. Her şey benimle konuşuyordu. Herkes bana acıyordu. Yoldan geçerken tuhaf bir yüzle beni izleyen insanlar, binalar, ağaçlar, tepemdeki güneş, altına sığındığım gölge, toprak... her şey! "KESİN SESİNİZİ! HEPİNİZDEN NEFRET EDİYORUM!"
Gözlerimi açtığımda akşam olmuştu. Hala aynı yerde bekliyordum. Bana doğru seslenen sesle kendime geldim. "Riko. Riko. Buradayım ben. Hey! Uyansana." Gözlerim hala etrafı net görmüyordu. İleride uzun boylu bir karaltı vardı. Bana sesleniyordu. "Kimsin?" Etraf yavaş yavaş netleşmeye başlarken gözlerim de fal taşı gibi açılmıştı. "Benim işte, bak. Buradayım. Ölmedim ben. Seni kandırmalarına izin verme Riko." Sensei! "Neden gittin? Neden beri geride bıraktın? Sensiz ne kadar yalnızdım biliyor musun?" Sensei nedense bana çok uzaktaydı. Yanıma neden yaklaşmıyordu? "Üzgünüm Riko ama benim elimde olmayan sebepler vardı. Riko, bana bir söz ver. Ne kadar sürerse sürsün, hangi zorluklarla karşılaşırsan karşılaş beni bulacaksın, anlaştık mı? Yardımına ihtiyacım var. Beni kurtarabilecek tek kişi sensin." Anlamakta güçlük çekiyordum. "Şimdi gitmek zorundayım Riko. Beni bul. Söz mü? Seni kandıracaklar. Kötü davranacaklar. Saklayacaklar. İnanma onlara sakın. Tek inanman gereken kişi benim." Gidecek miydi? "Gitme!" Ayağa kalkıp ona doğru yürümeye başlamıştım. Buruk bir gülümseme vardı yüzünde. "Üzgünüm. Elimde değil. Gitmeliyim. Riko seni... sev...yo...rum..." Ben Sensei'ye doğru koştukça Sensei yavaş yavaş silikleşiyordu. Son sözlerini bile net duyamamıştım. Ona ulaşıp kollarına atladığımda ise toz olup uçmuştu. Gözlerimden bir anda çeşme gibi akmaya başlayan yaşlarla hüngür hüngür ağlamaya başlamıştım. "Söz! Söz veriyorum! Söz!"
Ben bir daha asla aşık olmayacağım...
SON