"Yağmur ve çamur. Buralarda yetişmiş bir shinobiyi asla ama asla yıldıracak bir etken değil. Her ne kadar adımlarında dizlerine kadar çamura batsalar, her ne kadar yağmur balyoz gibi enselerine darbelerini vursa Amegakure shinobileri bunu avantaj olarak görürler. Bulutlar bizim çatımız, bulutlar bizim sonsuza dek başımızı bekleyen gardiyanlarımız. Bizler shinobilerin en tehlikelisiyiz. Bizler şimşeğin vücut bulmuş haliyiz ve zamanı gelince başınıza yıldırım olarak ineceğiz."
Kargalar her yerdeydi. Hikari onları bir ninja tekniği ile çağırmıştı. Bu tekniği yıllar önce genin iken öğrenmişti. Hayatını borçluydu kargalarına. Kargacıklarına.
"Alınmak olmasın." dedi kargalara. "Sadece çalışmam gerekiyor..."
Sırıl sıklam vücudunda sadece avuç içleri kuruydu. Kunaisini öyle sıkı tutuyordu ki parmaklarının arasına taş koysanız parçalanacaktı. Dizlerini yavaşça kırarak eğildi. Postalının topukları çamurun daha derinlerine battı. Hikari hazırdı. Karşısında onlarca karga komutunu bekliyordu. Geleceklerini bildiği için antrenmanın ne kadar yararı olacağından kuşkuluydu. Ve kız seslendi kargalara, "Saldırın!". Kargalar ileriye atıldılar. Kara bir bulut adeta Simurg'un tasvirindeki gibi tek bir vücut olarak üzerine geliyordu. Bir anda bulut açıldı. Hikari altında ezilmiş çamuru iterek sıçradı. Sadece gözünü kırpışınla onlarcasını paramparça etti. Yere indiğinde bulut çoktan yanına varmıştı. Çantasından çektiği dört adet senbonu savurdu kuşlara doğru. Birini bile kaçırmadan halletti dördünü de. Yeniden bulutun içerisine daldı. Kunaisini savururken zarif ve dairesel hamleler yapıyordu. Bir kaç kargayı daha hakladı. Aniden karnında bir acı hissetti. Kargalardan birisi midesine adeta bir ok gibi saplanmıştı. Gagasını kenetlemiş kumaşla beraber derisini çimdikliyordu. Kız tereddüt etti. Sol dirseğinde başka bir gaga hissetti. Havada belini çevirip bacaklarını savurarak kendi etrafında güzel bir salto attı. Kargalar etrafa savruldular. Hikari ayaklarının üzerine düştüğü gibi el mühürlerine başladı. Vücudu bir anlığına kurudu, ayaklarından sırtına doğru zemindeki su hücum etti. Çok kısa bir sürede sırtında dört adet kol belirdi. Kollar refleksif bir şekilde önüne bariyer oldu. Bir kaç karga hızlarını alamayıp kollarına çarparak paramparça oldular. Kız kolları açıp ileri doğru koşmaya başladı. Kendi etrafında dönerek kollarını savurdu. Artık ortada hiç karga kalmamıştı.
Nefes nefese kalmıştı Hikari. Karnının acıktığını farketti. Daha önemlisi susamıştı. Kolları artık ona ağır geliyordu. Tekniği bozup avcunu açtı. Ve suyu kana kana içti. Saçları sırılsıklam olmuştu. Duş almam gerek, diye düşündü. Ne zaman dışarı çıksa veya ıslansa saçları çok fazla yağlanıyordu. Saatlerce çalışmıştı, yağmur damlaları yüzünden teni buz gibi ve kızarıktı. Bir ağacın dalına astığı mavi yağmurluğuna koştu. Koşarken kasları sanki zorlanıyormuş gibi hissediyordu. Kız için bu rahatlatıcı bir histi. Aynı soğuk gibi, yaşadığını hissediyordu. Ağacın dibindeki kayanın üzerine oturdu. Postalını çıkardı, sırılsıklam olmuş çoraplarını sıyırdı bileklerinden. Onları da çıkartıp ayaklarını gökyüzüne uzattı ve kayaya uzandı. Minik ayak parmaklarını izledi. Her zaman pembe ve minik kalacaklardı. Yağmur ara sıra gözlerinin üzerine damlalarını bırakıyordu. Ayak parmaklarını izledi. Onları hareket ettirdi. Soğuktan hissetmemeye başlayana kadar. Yağmurluğunun altından çantasını aldı. Kuru çoraplarını giydi, ve ıslak olanları postalların içine koyup bir naylon torbaya sarıp çantasına yerleştirdi. Islak giysilerine yapacak bir şeyi yoktu. Zaten üzerindekiler de pek giysi sayılamazdı. Göbeği açık bir tank top ve kısa şortu vardı sadece. Yağmurluğunu üzerine aldı. Gülümsedi. Kedi gibi hissediyordu. Zaten kimse onu görmezken istediği her şey olabilirdi. Botlarını çıkardı bu sefer. Bunları gündelik giyiyordu ve kesinlikle bir kez bile ayakları ıslanmamıştı botlarını giyerken. Önce kollarını yağmurluğun kollarına geçirdi, sonra çantasını sırtına asıp kayanın üzerinden kalktı. Yemek yemeliydi karnının kendi kendini sindirdiğini hissediyordu.
Yolu mezarlıktan geçecekti. Oradan geçmeyi fazla sevmiyordu. Köyüne hizmet etmiş ya da etmemiş de olsa en azından bir zamanlar yaşamış olan herkes buradaydı. Toprağın altında bedenleri sonsuz uykularına yatmıştı. Ölülerden korkmuyordu kız, onların anılarından korkuyordu. Şimdiye kadar hiç bir yakınını kaybetmemişti. Aslında pek çevresi de yoktu. Aklında bir zamanlar çok yakın olduğu bir arkadaşı geldi. Kendini en çok onun yanında güvende hissederdi. Kıza sarılmak bile Hikari'nin huzur içinde hissetmesini sağlıyordu. Ne güzel arkadaştı o.
Mezarlığın kıyısında yağmurluğuna sarılmış yürürken birinin bağırtılarını duydu. Kulakları sesi bir yerden tanıyordu sanki. Dikkat kesildi. Ben bir kediyim, diye düşündü. Kedilerin kulakları sesin geldiği yere doğru dönerdi ama Hikari'nin komple bedeni döndü. Orada birisi vardı. Beyaz saçlı bir genç bağırıyordu. Acı çeken bir ziyaretçi miydi yoksa? Hikari olduğu yerde donup kalmıştı. Empati kurmaya çalıştı başarısız oldu. Genç adam sustuğunda kendine geldi. Oradaki kişiye baktıkça beyninin bir köşesinde bir şeyler olmaya çalışıyordu. Sanki.. Sanki bu adamı tanıyordu. Parmağını şaklattı. Bu Ikegawa'ydı. Akademideki çocuk, bir dönem Hikari'nin ilgisini çok çekmişti. Eskiden yakışıklıydı Hikari için. Ama şu an gördüğü Ikegawa pek çekici gelmiyordu ona. Tarzı değişmişti. Duruşu farklıydı. Ergenlik herhalde, diye geçirdi içinden. Ergenliğin insanlara neler yaptığını biliyordu. Evet onların saflıklarını ellerinden alıp birer azgın keçiye dönüştürüyordu onları. Artık büyüdükleri için hayatın acımasızlığına kalleşlikle cevap veren insanlara. Üremek için can atan insanlara. Ama Ikegawa farklıydı bir zamanlar. Ve herkes kötü olacak değildi ya. Onunla konuşmak istedi. Tedirgin bir şekilde onu izliyordu bunları düşünürken. Etrafına bakındı, kimse yoktu. Hem bu zamana kadar yolda bile karşılaşmamışlardı. Eğer manyağın tekiyse evine dönerdi ve biterdi. İşte bu kadar basit. Hikari olduğu yerde karar vermek için çırpınıyordu. Ne yapmalıydı? Yani eski bir arkadaşı görünce insan ne yapardı ki?