günlerden kesitler, bir
Köşebaşında asılı durmakta olan kolyeyi seyrediyordu. Bütün odağı tek bir noktada toplanmış, zaman kalıbı yok olmuştu beyninde. Durmuştu her şey. Bulanıktı etraf. Buğulu cama çarpan yağmur damlaları, kulakta yankılanan alışılmış ses birikintileri. Kıyafetleri ıslaklığını kaybetmişti. Üşümüyordu ama buz gibiydi teni, bedeni. Gözleri kurumuştu. Göz bebekleri bir nokta kadar incelmiş, göz kapakları ise yorgun düşmüştü. Milim hareket sezilmiyordu kolyeden ise. Bükük boynunun sızısı, hala gerçekliğin içerisinde bulunduğunu hatırlatıyordu. Sorgulamıyordu olanları, düşünemiyordu, hiçbir şeyden emin değildi, olmak istemiyordu. Titreyen ellerinden biri yükseldi, kolyenin görüntüsünü kapatarak. İnce yara çizgilerini seyretti, derisinin soğukluğunu düşündü, yayılmış çamur lekelerine baktı. Lanet etti sonra gördüğü şeye. Hiçbir halta yaramamış olan bu uzvuna, hiçbir şey yapamamış bu bedenine, bu aklına. Yumruğunu sıktı göğsündeki sızının şiddetine eşit bir şekilde. Bir neden aramıyordu, araması gerektiğini düşünüyordu ama biliyordu ki bir cevap bulamayacaktı. Bir neden yoktu ortada. Her zaman yaşananlar gibi, olanlar sadece olmuştu. Ama, yolunda gitmemişti bu sefer işler. Beklenmezdi, tahmin edilemezdi. Ama olmuştu. Bundan sonra yaşanacaklar da sadece olmuş olacaktı.
Bacakları harici donmuş bir şekilde doğruldu ayakları üzerine. Gözlerinin baktığı noktanın sol tarafında kalan çerçevenin içerisindeki camda bir parıltı belirdi. Anlık bir şekilde. Bir şimşeğin yaydığı sıradan bir ışık hüzmesiydi sadece. Gözlerinden girip, zihninin derinliklerine işlemeyi başaran bir ışık. Saniyelik de olsa, silüetini gördü camda beliren parıltı içerisinde. İkinci bir tekrarında ise, onu gördü. Gördüğünü sandı. Göğsündeki sızının yerini bir acı aldı. Kör bir metalin, eti yavaşça parçalayarak yarması gibi. İlerleyen süreçte yaşanacaklar, olacaklar belirlenmişti kendisi tarafından. Bitecekti her şey, bütün bu acı, bütün bu yorgunluk, bütün bu düşünceler. Hiçbir şeyin zorunluluğu altında kalmayacaktı artık. Ardında çelimsiz bir beden bırakacaktı sadece. Zavallılığını kabul etmişti çoktan. Zihninin ona oynadığı oyunları aşmıştı. Kararı netti. Sahip olduğu tek şeyi, yaşamını, istediğini gibi şekillendirebilirdi. Ve, seçimini yapmıştı.
Kapı kilidinden tıkırtılar işitildi bu sırada oda içerisinde. Kulaklarını istemsizce yöneltse de sese, zamanın geldiğini fark etti. Hava iyice kararmıştı. Oda karanlıktı. Zihni karanlıktı. Düzensiz bir biçimde çakan şimşeklerin yaydığı ışık hüzmeleri ile birlikte anlık görüntüler beliriyordu sadece. Tıkırtılar sürdü. Babasının sesini işitildi, gözleri tavana asılmış olan ince halatı süzerken. Göğsündeki acı daha da arttı. Ellerindeki titreşime hakim olamıyordu artık.
"Ikegawa?"
Bir adım yaklaştı, küçük iskemle ile birleştirdi çıplak, titrek ayaklarını. İkinci adımında üzerindeydi iskemlenin. Dengesi bozuldu ufak çaplı bir şekilde, ama düşmedi. Korkuyor muydu, emin değildi. Düşseydi eğer, tetiklenebilirdi tüm içine attıkları. Patlayabilirdi zemin ile birleştiği anda. Sakinliğini sürdürerek, tek bir seferde bitirmeliydi bu işi. Çenesinin ucundaydı ince ancak sağlam olduğundan emin olduğu halat. Sürtünüyordu, onu bekliyordu. Çağırıyordu adeta, "hadi" diyordu. Ellerini hissetti o anda halatın üzerinde. Titremiyorlardı artık. Çünkü onlar da kabullenmişti olacakları, hallerindeki çelimsizliği. Kapının kolu döndürüldü. Duruldu. Başını ilerletti bu sırada, halatın oluşturmuş olduğu çemberin içine geçirdi. Üst kısımdan ipi biraz daha sıkılaştırdı. İkinci bir sefer döndürüldü kapı kolu bu sırada.
"Ikegawa, iyi misin?"
Ses tonu daha şiddetliydi bu sefer babasının. Bir şeyler hissetmiş olacaktı ki, Ikegawa her zaman inanmıştı bunların varlığına. Hiçbir zaman bu denli hisler, duygular yaşayamamış olsa da hep inanmıştı. Ama artık inancın bir anlamı kalmamıştı. Kapı kolu üçüncü kez çevrildi. İskemlenin devrilmesi gerekiyordu, ayakların havada süzülmesi. Bu saniyelik anlarda, düşünce seviyesi o kadar yükselmişti ki, iskemlenin devrilmesine gerek kalmadan beyni oracıkta iflas edebilirdi. Ellerine gitti gözleri, ayaklarını saldığı anda son bir umut ile ipe tekrar tutunacaklarını adı gibi biliyordu. Çabalayacaklardı boynunu kurtarmak için. Tırnaklarının arası deri ve ip parçacıklarıyla dolacaktı. Duymuştu bunları daha önceden, yaşanmış şeylerdi. Acınası bir durum. Ama gerçekler her zaman acı olmamış mıydı zaten? Çaresizlik düşüncesi değil miydi insanlığı bitiren, benlikleri yok eden? Sorulacak sorular fazlaydı, alınacak cevaplar ise sıfır. Veda etme düşüncesi yoktu. Ona veda şansı bırakılmış mıydı? Hayır.
"Sizi seviyorum."
Bu iki kelime ağzından bir fısıltı şeklinde çıkmıştı. En azından kendisi öyle sanıyordu. Derin bir nefes aldı, ayakları geri çekti kendini. Kapı vuruldu bu sırada, oldukça sert bir biçimde. İskemle devrildi. Kapı ikinci kez vuruldu, daha şiddetle. Ayakları havada süzüldü ağır bir şekilde. Elleri boynuna gitti, nefesi kesildi. Kapının üçüncü kez vuruluşu işitilirken, karardı her şey. Bitmişti. Kurtulmuştu tüm birikintilerden, gereksinim ve zorunluluklardan. Ama son anda işittiği sesler bir umut ışığı oluşturmamış değildi yüreğinde. Belki de sadece kendini kandırarak, içerisindeki bir şeyleri öldürmesi gerekiyordu, kim bilir? Belki de başarmıştı. Bilinmiyordu. Şuan tek bilinen şey, uçsuz bucaksız bir karanlıktı sadece.