1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

Islanmış Düşünceler

MesajGönderilme zamanı: 14 Eyl 2014, 01:57
gönderen Shinohara Inochi
Konu, Inochi'nin iki sene önce galip geldiği iç çatışma sürecinin son demlerini anlatmaktadır, damlamayınız.

Babam, annem, kardeşim, geçmişim, sahip olduklarım. Yaşadığım süre boyunca gözümün önünden gitmeyen tek sahne, babamın ağzından kan kusarak can vermesi, kardeşimin yanlışlıkla (!) öldürülmesi. İnsanın ne yapacağını zaten bilmediği bir yaştayken, ne yapacağını bilemeyeceği bir olay geçirmesi cidden çok zor oluyormuş. Evimizi basan shinobilere mi, onlara emri veren üstlerine mi, sebepli sebepsiz yere savaşa giren köy liderimize mi, köylerimizin savaş yaşamasına neden olan büyük köylere mi, o köylerin başındaki kişilere mi, yanındaki elemanlara mı; yani kısacası faturayı kime keseceğimi hiçbir zaman çözemedim. Kendimi senelerce bulutların ağlayışına, Amegakure'nin kasvetli havasına, boş sokaklarına verip binaların çatılarında bunları düşünürken ve o anları saniye saniye yeniden yaşarken buldum.

Mesele hiçbir zaman suçlu aramak olmamıştı. Sadece bilmek istiyordum, kediyi öldüren merakın bir gün beni de kendimden almasını istemiyordum. Tek damla dahi göz yaşı akıtmasam da sürekli aklımda tekrarlanan anları artık düşünmeyip kendi hayatıma yön vermeliydim. Fakat bunun için kendimi adamam gereken bir nedene ihtiyacım vardı. Lüzumsuz, shinobiliğimi geliştirmek veya köyüme yaraşır bir shinobi olmak gibi sebepler yeterli değildi; bana gerçek bir sebep gerekiyordu. Bu yüzden de yıllardır kendi çabalarımla ulaştığım hiçbir şey yoktu. Yalnızca bana denileni yapmam, Chuunin rütbesine ulaşmamı sağlamıştı. Ancak hayatımı böyle devam ettirmek yerine yeni bir amaç belirlemem, o yolda yürümem gerekiyordu. Birdenbire boşalan yolların ortasındaydım ama bu sefer hedefler hiç de kolay değildi.

Re: Islanmış Düşünceler

MesajGönderilme zamanı: 14 Eyl 2014, 15:21
gönderen Shinohara Inochi
Yıllardır sadece bir anı yaşıyordum. Tekrar tekrar, saniye saniye, her seferinde aynı acıları tekrar tadarak. Nereye gideyim, ne yapayım diye düşünmeyeli epey uzun zaman olmuştu. Yaşama şevkim elimden alınmış, azmim kırılmıştı ve ben kendimi bu durumun içerisinden çekip çıkarmadıkça geri geleceğe benzemiyordu. İnsanın sahip olduğu, değer verdiği ne kadar az şey varsa, hayatı da o kadar kolay fakat aynı derecede anlamsızdı. Ancak aklıma koymuştum, reşit yaşa gelmeden kafamdakileri temizleyip hayatıma devam edecektim. İyi veya kötü, bunu zaman ve zihnim kendisi belirleyecekti.

İlk yapmam gerekenin; gecikmiş, sekiz senelik faiziyle birlikte tahsil edilecek olan faturayı kime keseceğime karar vermek olduğuna kanaat getirmiştim. Herhangi bir şahıs değildi başıma gelenlerin suçlusu. Kime hesap sorarsam sorayım, önüme sürecekleri makul ya da bir biçimde uygun hale getireceği, belki uygunmuş gibi göstereceği, en kötü ihtimalle duruma göre uygunlaştıracağı uydurma sebepleri vardı. Bu yüzden dünyevi bir amaca hizmet edemezdim. Soyut dünyada yaşayacaktım.

Öfke, nefret, sinir, tutku, hırs, ihtiras, gazap... Bunlar kişiyi körelten duygular olmakla beraber benim durumumla alakası yoktu. Ancak kesinlikle saf olamazdım, yumruklarımı sivriltecek bir duyguya, gücüme güç katacak büyük bir amaca ihtiyacım vardı. Kendimi adayıp hayatım boyunca peşinden gideceğim, kendisini hiçbir zaman değersiz hissettirmeyecek; tutunduğumda beni hayata bağlayacak ve gözlerimi açık tutmamı sağlayacak bir şey... ama ne?