Görev Kodu: Beceriksiz

Bundan yaklaşık üç yıl önce, köye gidip gidip gelmelerim sırasında atandığım bir görevdi o.
Leş görevdi, ne rezil görevdi. Nefes aldığım için kendimden tiksindiğim o günü hatırladıkça, daha da çok soğuyorum oksijenden.
Kusa-Chou'nun lüks binasının önünden geçerken tekrar anımsamıştım. Kahretsin! Sanırım kesinlikle bir kez daha kimseye komut vermeyeceğimi kendime kanıtlamıştım o görevde. Görevdeki gençler. Ah! Sikeyim!
I. BÖLÜM- Görev Yolunda
Köyden yaklaşık üç gün mesafe uzaklıktaki Otewato Şehri'ndeki bir olayla ilgiliydi. Görev sırasında bizim köyden olmayan insanlar da bulunuyordu. Oradaki isimleri hiçbir zaman unutmayacağım. Hele o ikiliyi. Her neyse.
Gruplar, Otewato Şehri'ne geri dönmemek üzere gönderilmişti. Köyden bu kadar uzakta olmamın da sebebi buydu. Ishigakure, Amegakure ve Kusagakure'den üçer kişi bulunuyordu. Toplam dokuz kişilik gruba çok komik, durumu aşırı küçümseyen bir görev kodu verilmişti. "Görev Kodu: İntihar."
İntihar ile özetlemek, bu görevi sadece küçümsemek olurdu, fazlası değil. İntihar, görevin götürülerinin yanında hiçbir şeydi. Yani bu göreve katıldığım gün intihar edecek olsaydım kesinlikle şu anda çok daha güzel şeyler hissederdim. Sonuçta hiçbir şey hissedememek bile bu görev sonrasındakileri hissetmekten daha iyiydi.
Acaba onlara ne olmuştu? Yani diğerlerine.. Onların da benimle hemen hemen aynı durumda olduğunu düşünüyorum. Tehlikenin ne denli büyük olduğu bilinmediği için Chuunin düzeyinden harcanmalık üçer kişi göndermişti köy. Çöpler listesiydi bu, sorunlular listesi. Olmasa da olurlar listesi.
Sabaha karşıydı, güneş ışıkları yeni yeni Kusagakure gölgeleri arasına serpiliyordu ve biz, takım taklavat hazırlanmıştık. Ölüme gidiyorduk. Köyün şanlı alın bantlarına sıkı sıkıya sarılmış olanlar vardı, bir de benim gibi durumu dalgaya vurmak ve diğerlerini gevşetmek amacıyla hala şakacı davranmaya çalışanlar.
Kokuryu Taoreta. Taoreta denen bu herif de benim gibi dalgacının tekiydi. Görevi umursadığının yüzde biri kadar ölmeyi umursadığı söylenemezdi. Tam donanımlı bir shinobiydi, kişiliği kesinlikle bu iş içindi. Görevi bu kadar umursamasına karşın, rahat tavırları, kardeşi olduğunu söylediği yanındaki muhtemelen benden bir iki yaş kadar büyük olan çocuğu sakinleştirmeye epey bir yarıyordu.
Çocuk durgundu, pek konuşmayan sessiz sakin, kendi halinde birine benziyordu. Esasında Taoreta da öyleydi. Yolculuk sorunsuz bir şekilde geçiyordu, fakat bu aslında en büyük sorundu. Başımızda bir Jounin vardı, muhtemelen o da bizim gibi yeni yetmenin tekiydi. Jounin'in köyünde sevilmeyen bir adam olduğu, takım arkadaşlarını öldüren düşmanların tamamını yok ettiği söyleniyordu.
Alınbandı falan da takmıyordu zaten. Hangi köyden olduğu merak konusuydu. Takım arkadaşlarını öldüren düşmanları ne olursa olsun canlı yakalamaları gerekiyormuş ama adam hepsini hakladığı için hain ilan edilmiş. Sıkı adammış doğrusu, ben olsam muhtemelen ben de aynısını yapardım. Kısasa kısas prensibi işte.
Yol, yorucu olmaya başlamıştı. Büyük bir sessizlik ve gizlilik içerisinde bu kadar uzun bir yolu kat etmek hepimiz için sorundu. Nitekim, hiçbir tuzakla karşılaşmadan ya da doğrudan tuzağın içerisinde olacak şekilde, uzun uğraşlar sonucunda hedefimizde olan malikaneye ulaşmıştık.
Malikanedeki evrakları yok etmekti görevimiz. Ne evrağı olduğu söylenmemişti, fakat evrakları yok etmek pahasına kendimizi de içeride bırakabileceğimiz söylenmişti. Aslında, bunlar bize söylenirken başka seçeneğimiz yokmuş ya da mümkünse kendimizi içeride bırakmalıymışız gibi konuşuluyordu.
Malikane yakınına geldiğimizde, Jounin derin bir nefes alıp bize büyük bir kararlılıkla, el işaretleriyle talimat vermişti. Başımızla onaylayıp talimatları uygulamak üzere harekete koyulmuştuk.
Leş görevdi, ne rezil görevdi. Nefes aldığım için kendimden tiksindiğim o günü hatırladıkça, daha da çok soğuyorum oksijenden.
Kusa-Chou'nun lüks binasının önünden geçerken tekrar anımsamıştım. Kahretsin! Sanırım kesinlikle bir kez daha kimseye komut vermeyeceğimi kendime kanıtlamıştım o görevde. Görevdeki gençler. Ah! Sikeyim!
I. BÖLÜM- Görev Yolunda
Köyden yaklaşık üç gün mesafe uzaklıktaki Otewato Şehri'ndeki bir olayla ilgiliydi. Görev sırasında bizim köyden olmayan insanlar da bulunuyordu. Oradaki isimleri hiçbir zaman unutmayacağım. Hele o ikiliyi. Her neyse.
Gruplar, Otewato Şehri'ne geri dönmemek üzere gönderilmişti. Köyden bu kadar uzakta olmamın da sebebi buydu. Ishigakure, Amegakure ve Kusagakure'den üçer kişi bulunuyordu. Toplam dokuz kişilik gruba çok komik, durumu aşırı küçümseyen bir görev kodu verilmişti. "Görev Kodu: İntihar."
İntihar ile özetlemek, bu görevi sadece küçümsemek olurdu, fazlası değil. İntihar, görevin götürülerinin yanında hiçbir şeydi. Yani bu göreve katıldığım gün intihar edecek olsaydım kesinlikle şu anda çok daha güzel şeyler hissederdim. Sonuçta hiçbir şey hissedememek bile bu görev sonrasındakileri hissetmekten daha iyiydi.
Acaba onlara ne olmuştu? Yani diğerlerine.. Onların da benimle hemen hemen aynı durumda olduğunu düşünüyorum. Tehlikenin ne denli büyük olduğu bilinmediği için Chuunin düzeyinden harcanmalık üçer kişi göndermişti köy. Çöpler listesiydi bu, sorunlular listesi. Olmasa da olurlar listesi.
Sabaha karşıydı, güneş ışıkları yeni yeni Kusagakure gölgeleri arasına serpiliyordu ve biz, takım taklavat hazırlanmıştık. Ölüme gidiyorduk. Köyün şanlı alın bantlarına sıkı sıkıya sarılmış olanlar vardı, bir de benim gibi durumu dalgaya vurmak ve diğerlerini gevşetmek amacıyla hala şakacı davranmaya çalışanlar.
Kokuryu Taoreta. Taoreta denen bu herif de benim gibi dalgacının tekiydi. Görevi umursadığının yüzde biri kadar ölmeyi umursadığı söylenemezdi. Tam donanımlı bir shinobiydi, kişiliği kesinlikle bu iş içindi. Görevi bu kadar umursamasına karşın, rahat tavırları, kardeşi olduğunu söylediği yanındaki muhtemelen benden bir iki yaş kadar büyük olan çocuğu sakinleştirmeye epey bir yarıyordu.
Çocuk durgundu, pek konuşmayan sessiz sakin, kendi halinde birine benziyordu. Esasında Taoreta da öyleydi. Yolculuk sorunsuz bir şekilde geçiyordu, fakat bu aslında en büyük sorundu. Başımızda bir Jounin vardı, muhtemelen o da bizim gibi yeni yetmenin tekiydi. Jounin'in köyünde sevilmeyen bir adam olduğu, takım arkadaşlarını öldüren düşmanların tamamını yok ettiği söyleniyordu.
Alınbandı falan da takmıyordu zaten. Hangi köyden olduğu merak konusuydu. Takım arkadaşlarını öldüren düşmanları ne olursa olsun canlı yakalamaları gerekiyormuş ama adam hepsini hakladığı için hain ilan edilmiş. Sıkı adammış doğrusu, ben olsam muhtemelen ben de aynısını yapardım. Kısasa kısas prensibi işte.
Yol, yorucu olmaya başlamıştı. Büyük bir sessizlik ve gizlilik içerisinde bu kadar uzun bir yolu kat etmek hepimiz için sorundu. Nitekim, hiçbir tuzakla karşılaşmadan ya da doğrudan tuzağın içerisinde olacak şekilde, uzun uğraşlar sonucunda hedefimizde olan malikaneye ulaşmıştık.
Malikanedeki evrakları yok etmekti görevimiz. Ne evrağı olduğu söylenmemişti, fakat evrakları yok etmek pahasına kendimizi de içeride bırakabileceğimiz söylenmişti. Aslında, bunlar bize söylenirken başka seçeneğimiz yokmuş ya da mümkünse kendimizi içeride bırakmalıymışız gibi konuşuluyordu.
Malikane yakınına geldiğimizde, Jounin derin bir nefes alıp bize büyük bir kararlılıkla, el işaretleriyle talimat vermişti. Başımızla onaylayıp talimatları uygulamak üzere harekete koyulmuştuk.