Mavi kuş


" Bulutlar iç içe ve her an başka bir resim oluyorlar"
Ailemden hatırladığım, hayır hayata dair ilk hatırladığım şey çocukken masaların altında gezdiğimdi. Büyük bir aileydik biz, onca akrabamız vardı. Hepsi doğum yerimde kaldı, hoş burada olsalar ne fark ederdi. Hiç bir şey, akrabalar sadece insanın üstündeki yükü arttırırlar. Arkadaşlar gibi, onlar da insanın üstündeki yükü arttırmaktan başka bir şey yapmazlar dostların aksine. Her neyse... Masaların altında sürünürken tahtaların çıkardığı gıcırtılar dün gibi aklımda. Hepsi bir birinden eski, çivilerinin kimisi dışarı fırlamış kalasların üstünde gezinirken dizlerime batan küçücük kıymıkların ve sürtünmeden oluşan yanma hissine karşı savaş veriyordum. Ne yapıyordum bilmiyordum ancak masanın diğer ucundan çıktığımda uzun masa örtüsünden sıyrılıp babama baktım. O da bana bakıp gülümsedi, eliyle başka bir masayı işaret etti. Annem bağırmaya başladı, ne dediğini bilmiyorum. O kadar önemsiz detay varken olayın aslını hatırlayamamak üzücüydü. Sonrasında kollarımdan tutulup havaya kaldırıldım. Köyümü görmüştüm. Köyden ziyade sülalemle birlikte yaşadığımız yeri, pirinç tarlalarımızı. Güneşin okşadığı küçük gölümüzü, toprak yollarımızı elinde rüzgar gülleriyle koşuşturan yırtık elbiseli çocukları. Saçının bir kısmı kazınmış koşan çocukları. Orası benim köyümdü.
Ağabeyimin büyüdüğü, ablamın mezarının olduğu yer. Çimen ülkesinin sınıra yakın bir köyü, küçük sessiz ve kendi işi ile ilgilenen. Dört mevsimin kendini çok belli etmediği, ılıman bir yer. Sıcacık demek daha doğru olur benim için, kar yağsa da öyleydi, yağmur yağsa da. Yapacak fazla bir şey yoktu, öğretmen yoktu, okul yoktu bizim için savaşacak kimse yoktu. Hoş ihtiyacımız da yoktu. Sadece yaşamak için çalışan insanlardan oluşmuş bi toplumduk. Toprağı sürer oradan çıkanı yükleyip takas için ya da satıp ihtiyaçlar için parayı alıp kullanırdık. Hoş buna yaşamak mı denir bilemem, etraftan fazla geçen olmadığı içindir belki de ancak kuş kafesine benzetilebilir başka bir açıdan da. O kafeste de benim ilk aşkım yaşıyor.
Beş yaşımın sonunda Amegakure'ye gitmiştik. Beş yaşımın başında da çocukluk aşkımı yaşamıştım. O zamanlar da aynı böyle görünüyordum, en azından bana gelen fikir o şekilde. Sanki hiç değişmedim ancak yapışkan bir şeyin şekli değişmese de uzar ve aynı görüntünün büyüğünü geri almanızı sağlayacak şekilde şekillendirilir ya. Aynı öyleydi işte. Aynı şekilde uzun kızıl saçlarım vardı ancak bir fark söz konusuydu. O zamanlar daha esmerdim ve kendimi daha güçsüz hissediyordum. Güneş bana pek iyi gelmiyordu, başımı ağrıtıyordu aynı şekilde de narin bir tenim olduğundan olsa gerek vücudum hemen kızarıp renk değiştiriyordu. Biraz uzun kalsam gece acımdan yanık yerlerimin üstüne uzanamıyordum. O yüzden hep uzun kollu şeyler giyerdim, bu şekilde kendimi korurdum ancak bu sefer de sıcak yüzünden pek çok defa bayılmıştım. Fazla kıyafetim olmadığı için kışlıklarım uzun kolluydu bu yüzden sıcaktan bayılmamak mümkün değildi. Hep evde oturdum diğer çocukların aksine. Dışarı çıkıp oynamayı istemezdim genelde ancak dışlanmayı hiç istemezdim. Güneşin altında yürümek benim için acı vericiydi. Güneşi sevmediğime karar vermiştim. Evimizin kapısının önünden izledim bende. Görebileceğimi görmek için en azından.
Belki benim için iyi olmuştu ailemin göç etmeye karar vermesi, belki de dövüşmeyi öğrenmeden orada hayatım boyunca oturabilirdim. Bir amacım hala yok, sadece güçlenmek gibi saçma bir isteğim var. En güçlüsü olup kendimi herkese kanıtlamanın ne gereği var diye düşündüğüm de oluyor. Toplum içinde bir yer edinmenin amacı ne onu bile kavrayamıyorum. Kendimi bile anlayamazken bu dünyada bir şeylerin içinde yer edinip kazanmaya çalıştığım saygının getirisini hala kavrayamıyorum ancak istemediğim şeyleri biliyorum. İstediklerime kıyasla en azından emin olduğum şeyler var.
Güçsüz görülmek istemiyorum, güçsüz görüldükçe sadece kendimi ezilmiş gibi hissediyorum. İnsanların gözünde değerimin olmadığını, basit kullan at bir eşya gibi hatırlamaya bile gereksinim duymadıklarını. Güçsüz olmakta istemiyorum. Güçlü görünüp içi boş bir balon gibi en basit zorlukta kaybetmeyi. Her savaşı, hayatımdaki her savaşı kazanamayacağımı biliyorum ancak gök yüzündeki bulutlar etrafa kaçıştığı zaman onları geri toplayıp kendim için yarattığım o gölgeler dünyasında rahatça koşabileceğim zaman için çabalamak istiyorum. Sanırım güçlü olmayı bu yüzden istiyorum.
İnsanların anladığı o şeyi bulup ben de anlamak istiyorum, ikinci bir amacım olsa bu olurdu sanırım. Bu dünyada herkes kendine eğlenecek onları mutlu edecek bir şeyler bulabilmişti. Bense bunun tam tersine savaşmaktan zevk alan garip garabet bir yaratık oldum. Neden böyle olduğumu düşündüm, ancak tek bulabildiğim cevap benim içi boş bir et yığınından oluştuğumdu. Üzülmeyi bile doğru düzgün beceremeyen, herkesin anladığı şeyleri kavrayamayan bir aptal. Her zaman aslında eski evinin verandasında ayaklarını aşağı sallandırmış yine birinin gelip "Yabuko, neden oturuyorsun koşsana!" demesini bekleyen aptal. Onunla öyle tanıştık. Yukimine Kirie .