1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

Açmayın çok gizli!

MesajGönderilme zamanı: 04 Şub 2016, 02:52
gönderen Shiomiya Miha
Resim

Medikalliğe giden yolda ilk adımı attığınızda bir bok bilmiyor olmanıza rağmen kahraman havalarına giriyorsunuz hemen, istemsizce. Kopan bacaklar dikilecek, parmaklar eksiksiz geri takılacak, komadakiler uyanacak, uyumayanlar uyutulacak falan hani. Sonra aileler, görev yolu gözleyen sevgililer şükranlarını sunmaya gelecek, gelirken bir kutu çikolata güzelinden de bir şişe sake getirecek. Getiriyorlar getirmesine de çikolatayı ucuzundan seçtikleri gibi, yanına içmelik karışık meyve suyu getiriyorlar. Olsun, herkesten önce kapıp zulalarsanız onlar da çok iyi gidiyor.

İşi öğrenmeye başladıkça da olayın kahramanlık kısmını bir kenara çekip ne zaman çuvallayacağınızı düşünmeye başlıyor, kafanızda kurgularken buluyorsunuz kendinizi o anı. Çuvallamak dediysem, boktan bir hatayla ortalığın amına koymak ve birilerinin, mesleğinizin hayatını sonlandırmak tarzında değil. Hani olur ya delice çabalarsınız birinin hayatını kurtarmak için. Elinizdeki tüm kaynağı belki de daha fazlasını harcarsınız formanızın koltuk altlarında terden çirkin lekeler oluşana kadar. Kollarınız acır göğsüne bastırmaktan veya dirseklerinize kadar kan içinde kalırsınız kanamayı bastırmaya çalışmaktan. Sonra kurtaramazsınız hani, yıkılırsınız falan. Kafanızı duvarlara vurasınız gelir hatta abartmanın amına koyup merhumun ailesinden çok siz ağlarsınız. Hani, sizin suçunuz yoktur ama suçlu sizsinizdir. Öyle hani hani.

Ben de öyle düşünürdüm işte, ilk çuvallamam çok dramatik olacaktı güya. Belki savaş meydanında arka saflarda kurtaramadığım bir meslektaşıma ağlayacaktım, belki de köy içinde yaralanan küçük bir çocuğa. Yataktan iki üç gün çıkmayacaktım depresyona girip. Zaten yatmaya bahane arıyordum ya. Olayın dram kraliçeliği kısmına çok yoğunlaşmışım zaar, işlerin hiç de öyle olmayacağını düşünememişim.

"Neden ben?" diye de düşünemiyorum seçilmiş kişi triplerine girip. Neye bulaştığımı tahmin etmem lazımdı.




Setsubun'dan bir sonraki gündü sanki ya.

Evet evet, hatta küçük abim hala evdeydi. Tabii küçük ablam da. Oni maskesinin babamda boktan daha bok gibi durduğunu hatırlıyorum, bir de abimle ablamın birbirlerine fasulye fırlata fırlata kavga etmeye başlayıp azarı ve dayağı yediklerini. "Sikerler akşam nöbetim var!" diye gürültüye sitem edip inanılmaz bir hızla uykuya geri dalmıştım. Hayır gürültü de kesilmemişti halbüse, neden triplendiysem o kadar?

O aralar hastaneye gidip gelmeye yeni başlamıştım. Yeni dediysem de, hasta olarak değil, çalışan olarak. Bilmediğim gizli kapılar ardında seks ve hap partileri döndüğünü düşünürdüm küçükken hasta odamda.

Hala öyle düşünüyorum lan, kaç yıl oldu çözemedim koduğumun hastanesini. Üzerime gelmeyin, parti var mı yok mu bilmiyorum.

Neyse.

Hastanede delice eleman açığı vardı o zamanlar, hala da var. Gerek küçükken burada epey vakit geçirmiş olmamdan, gerek kafa yarı çapımın yaşıtlarıma kıyasla 1-2cm daha uzun olmasından dolayı işi çabuk kapıyor olduğumu gören abi ve de ablalarım "Hşşş..." diyorlardı bana kıyıda köşede. "Miha lan..." diyolardı, "Buyur abi yatak dörde damar yolu mu lazım?" diyordum. "Bırak la damar yolunu, akşam nöbete gelsene. Elli ryo tıkır mis para bak, kaçırma." diyorlardı, gözlerim parlayarak atlıyordum. Ekstra nöbet demek ekstra para demek, beyin bedava. E bir de gündüz daha fazla yetkili abi olmasından mütevellit öğrenemediğin şeyleri gece illegal öğrenme durumu da var. Kaçar mı oğlum benden? Teklifi dişlerimle havada "Kıtırt!" diye yakaladığım gibi ıstırıp bırakmıyordum.

İlk nöbetimde "Yapmayın etmeyin accık nazik ve de yavaş olun. Bu benim ilkim." dediysem de acımamışlardı. Sağdan soldan dayamışlardı. Hastaları. Grip gönderiyordum bronşit geliyordu, kalça çıkığı takıyordum dikiş atıyordum derken küçüklüğünde o kadar ameliyat geçiren ben bir nöbette perte çıkmıştım.

Ama o gün ilk nöbetlerimden değildi. Saymamıştım kaç olduğunu ama işin orospusuna dönüştüğüm bir rakamdı. Bir duş iki saç taramaya hemen hazır olup evden fırlamıştım. Fırlamak dediysem, kalbim ne yazık ki o kadar güçlü değil. Bana göre büyük, insanlık için küçük bir fırlamak olsun hadi. Geç kaldığım da yoktu ama benden önce 2 numaralı muayene odasına geçmeye çalışan kevaşenin teki yüzünden erken varmaya çalışıyordum hep. Ne yapayım lan, diğer odalar delice soğuk. O değil, bahar festivali ayağına birbirimize yüzümüze gözümüze fasulye fırlatıyoruz hava hala gavur götü gibi soğuk, sokayım böyle işe de festivale de. Fasulye de yiyemedim zaten. Neyse.

Vardığımda son bir kaç nöbettir anımsadığım şekilde gene vakaların ne kadar sıkıcı hale geldiğini düşündüm. Sanki, nöbetlere ilk kalmaya başladığımda çok daha garip şeyler geliyordu lan. "Miha'nın gece nöbetlerine özel deluxe orgasmic supersonic edition" denemesine mi denk geldim nolduysa artık bütün o kopan bacaklar uçan parmaklar o tarihte kaldı. Artık hep romatizmalı teyzeler ve astımı azmış veletler vardı. Yine de parasına değerdi, ne de olsa ailenin diğer shinobileri gibi sıçramalı atlamalı işemeli sıçmalı deli görevlere çıkamıyordum. Arka saflarda duruyor olmama rağmen köy dışı operasyonlar bile benim için aşırı stresli geçiyordu. Tekrar bir göreve atanana kadar ne kadar koparabilirsem koparmalıydım işte.

Varmıştım nöbete, kapmıştım ısıtıcılı muayene odasını da en güzelinden. Kıdemli abinin rutin tembihlerini "Hıhı"layıp geçiştirmiş hatta üstüne bir kaç saat de çalışmıştım. En son çok uyuz bir teyzeyle uğraşıyordum işte, onu görmeden önce.

"Teyze kaldırıp durma şu bacağını!" diye çemkirip duruyordum teyze de "Ama acıye yavrım." diye geri çekiyordu bacağını kendine, sedyede. Hayır karının kasığından kan almam lazım, tansiyonu olmuş nah kolum kadar. Pıt pıt atıyor nabzı hissediyorum, tam iğneyi yaklaştırıyorum bacağını geri çekiyor karnına doğru, gidiyor her şey. Ya ben senin 4098649 yıllık terli kasığınla oynaşmak zorunda mıyım teyze? Zaten saat olmuş gece 2, uykumu almış da gelmiş olabilirim ama vicdan yap biraz be! Acı bana, üzme beni be! Zaten fasulye yiyemeden fasulye bayramını hastanede geçirdim! Chizuru ablaya mı seslensem yoksa teyzeye bir sol kroşe geçirip bayıltsam öyle mi alsam kanı diye düşünürken teyze hain planlarımı hissetmişti herhalde. Sakinleşip uslulaşmış, iğneyi cart diye sokmama izin vermişti.

O değil de Chizuru abla da ne taştı be! Yutaka abi cidden malın iyisini götürmüştü. Hamile bile diyorlardı en son hatun için.

İşte o sırada açmıştı kapıyı dalmıştı içeri şuursuzca. Yok lan, dalmamıştı, kafasını uzatmıştı sadece. Dağınık kahve kahve saçları vardı uçları hafif kıvırcık. Kahverengi de gözleri. Hokka burun ne bilmiyorum ama sanırım öyle tatlı bir şeydi. Çilli diyeceğim, Daichi sanacaksınız. Hem od eğil hem de onun ki kadar abartı değil ama öğlen güneşin altında çok sevimli durduklarını sonradan fark etmiştim. İfadesi yoktu nedense, ne bir üzüntü, ne bir şapşal sevinç. Bön bön bakan alıklığı bile yoktu. Sıfır ifade ile "İç hastalıkları burası mı?" diye sormuştu, derinden gelen sesi de yüz ifadesiyle yarışırcasına ifadesizdi. Kapıdan görebildiğim kadarıyla yeşil düz bir tişört üzerine örme bir yelek giymişti, pastel tonlarda karışık renkli iplikten. Hayır mis gibi de çocuktu işte neden yelek gibi iğrenç bir şey giymişti ki?

Yine de kalbimi pırpır ettirmişti terbiyesiz ahlaksız.

Beni tek imajda etkileyişine aynı etkilemeyle karşılık vermeye karar verip gırtlağımı temizlemiştim. Enjektörün pistonunu tutmayan elimle süper seksi gözlük ittirme hareketimi uygulayıp şuh bir ses tonu seçmiş "Kardeşim kapıda İç Hastalıkları yazmıyo mu zaten okumadın mı? Hem hastam var görmüyo' musun çık dışarı kapıyı da kapat." diye çemkirmiştim.

LAN NEDEN ÖYLE YAPMIŞTIM? AĞZIMA SIÇAYIM.

Gene kısmetimi kaçırmayı başarmıştım. Hem de aynı ifadesizlikle "Pardon." demesine sebep olarak. Arkasından "Gitmeeeeğğğ..." diye aşırı kısık bir inleme koparmıştım ama teyzenin "Oy oy oy!" diye bağırışmaları arasında yok olup gitmişti. Deminden beri uslu durmaktan artık bıkmış olan teyze, iğne hala içerideyken bacağını tekrar bükmüş, mahvetmişti ortalığı. Enjektörü çektiğim gibi attım pansuman arabasını üzerine. Metalin üzerinde tangırdayıp dururken arabadaki bütün pamuğa saldırmış, teyzenin kasığına bastırmaya başlamıştım "LAN TEYZE SİKTİN ATTIN FEMORAL ARTER DİYE BİR ŞEY BIRAKMADIN ŞU HALE BAK HER YER KAN OLDU!" diye tekrar çemkirirken.

Kanamayı durdurup, ödem söktürücü ilaç falan dayayıp bir şekilde kadının tansiyonunu düşürünce teyzeyi postalamış, boş odada bir kaç dakika oturmuştum iyice arkama yaslanıp. Bu odadaki sandalyeyi de seviyordum, arkanı yaslandığın zımbırtı ne çok uzun ne çok kısaydı. İyice yayılırsam tüm sırtımı kaplıyor, dik oturup kafamı geriye atarsam tavanı izleyebiliyordum. Kahve gözlü çocuk muhtemelen çemkirmemden dolayı çekip gitmiş veya diğer muayene odasına girmişti. Sahi, neden öyle kahveydi ki gözleri hem? Köy popülasyonunun %300'ü kahve saçlı kahve gözlü tamam da, sen neden öyle değişik değişik bakıyordun ki? O donuk surata yakışıyor muydu böyle gözler? Senin gözlerini sikeyim ben. Burnunda yarası olan efemine bir bakir oğlan olmadığım için iki badem göze bir hareketlenme yaşamadım donumun içinde ama, nedensizce bir sıcak basması da olmadı değil. Kaçıncı kaşarlığımdı bu saymamamış, gerek duymamıştım. Halimden memnundum, hala da memnundum, halimi ilk çözdüğüm zaman da. Sahi, kaç yaşındaydım ilk anladığımda? 7? 8? Komşu kızının eteğinin içindekini değil, bakkalın oğlununkini merak ettiğim bir yaştı işte. Ne saklama ne de haykırma gereği duymuştum o yaştan beri.

Teyzeyi yolladığımdan beri "Ama biz sonuç göstereceğidik!" diye bile dalan olmadıysa nöbetin sakin geçen kısımlarına varmışız demekti. Tam da bahçeye çıkmalık, iki hava almalık, hastanenin parlak ışığından görebildiğin kadar yıldızları seyretmelik vakitti işte. Açtıydım odanın kapısını, tam adımımı attıydım ki, "Vijjjt" diye kaydıydım bir şeye basarak. Göt üstü düşmüştüm yere, hem de kapının tam karşısındaki bankta oturmaya devam eden kahveli çocuğun ayaklarının dibine! Hangisinin afallamasını daha çok yaşamıştım hatırlamıyorum. Şimdiye çoktan kaçmıştır dediğim kısmetimi tekrar görmeme mi, odanın boşalmış olmasına rağmen içeri girmemiş olmasına mı, yoksa bastığım şeyin "İç Hastalıkları" yazılı plastik bir plaka olmasına mı? Ne zaman düşmüştü acaba, bu yüzden mi görmemişti odanın ismini? Yoksa "Sikerim odanı da hastalığını da!" diye söküp atmış mıydı? Hayır hayır, öyle olsa duyar kıllanırdım illa ki. Bir kaç saniye önce bastıpım şeye sonra çocuğa bön bön bakarak yerde kaldım, neyse ki bir yerimi acıtmamıştım. Götüm yere ilk tokat attığında hafif bir sızlamıştı ama geçmişti elbet. Kalkabilirdim, kalkmalıydım ama çok iyi hatırlıyorum deli gönül "Bekle o kaldırsın. Değsin eli eline, tanışmaya bahane çıksın!" diyordu. "AY HAKLISIN KIZ!" diye cevap veriyordum ben de kalbime kafamın içinde. Ortamı unutup kaptırsam dedikodu yapmaya başlayabilirdim bile. Gözlerimi iyice aç yavru köpekleştirerek bakmaya devam ettim çocuğa. Aynı ifadesizlikle bakmaya devam ediyordu bana. Lan gözünün önünde bomba düşüyor insan bir heyecan yapar! Terbiyesiz.

"Kalkmayacak mısın?"
"Kalkcam tabi sana mı sorcam?"

Ağzımdan sıçmış götümden yemiştim gene. Ağzımı ayıplı atraksiyonlar dışında kullanmamayı öğrenmeliyim bence ama atraksiyona giden yolları da kapatıyorum sürekli. Halim ne olacak bilmiyorum.

"İç Hastalıkları'nı sorm-..."
"Midem ağrıyor."

Terbiyesiz olduğu kadar küstah da beyefendi. Ya da, öyle bir şey işte.

"Azıcık hava alacaktım amma... Neyse geç içeri."




Devam edecek...