1. sayfa (Toplam 7 sayfa)

[Tobio Hinata | Av] Aslan Pençesi

MesajGönderilme zamanı: 03 Şub 2016, 04:56
gönderen GM - Naruto
Shinano dağı eteklerindeki görevinizin beklenmedik ağırlığını üzerinden attıktan sonra, köyün görev dağıtım birimlerine, bir sonraki sorumluluğun için hazır olduğunu bildiriyorsun. Bunu yaparken de, eğer köyün ihtiyacı var ise, av birimlerinden birine atanmak istediğini de belirtiyorsun kıyıya köşeye. Bir kaç gününü her zaman yaptığın rutin devriyelerin ile geçiriyorsun, ta ki bir sonraki sabah panoya baktığında ismini göremediğin ana kadar.

Standart bir Ishigakure sabahı. Vadinin ortasında kurulu köyün doğu tarafından alığı ışık ile kendine geliyor. Düzenli sokaklarını narin bir dokunuş ile aydınlatıyor. Arkadaşların veya tanıdık olarak adlandırabileceğin kişiler Daichou binasından birer birer ayrılırken sen bir üst kata, görev dağıtım birimine gidiyorsun. Oradaki tanıdık Chuunin ile selamlaşıyorsunuz, kısa bira ayaküstü sohbetin ardından isminin olmadığını söylüyorsun. Bir kaç kağıdı karıştırıyor, bir dosyayı aralıyor, ardından ufak bir parşömen parçasını çıkarıyor aradan.

"İstediğin olmuş. Av birimlerinden birinin eleman açığı varmış, tek görevliğine seni atamışlar."

Seviniyorsun haliyle.

Av birimleri genelde brifinglerini akademi binasının toplantı odasında, 2. katta yapıldığını biliyorsun ve oraya doğru yollanıyorsun. Sabah dersleri devam ederken, antreman salonlarını geçip üst kata, dersliklerin olduğu kata çıkıyorsun. Bu sıralarda, daha Taijutsu eğitimini almadan önce oturduğun günler aklına geliyor belki, belki de o günleri zihninin kapalı kapılarının ardına itiyorsun. Bu konular üzerinde düşünme lüksünün fazla olmadığının bilincinde olduğundan, derin bir nefes alıp, toplantı odasına giriyorsun.

Toplantı odası, ortasında dairesel, bir kaç metre çapında sandalye bulunan, pencereleri olmayan fakat iyi havalandırılmış, sade bir odadan ibaret. Çevreyi çeşitli raflar ve o raflara eşlik eden tıkıştırılmış dosyalar dolduruyor. İçeride ise, muhtemelen tanıdığın, belki akademide vaktinde "kanka" olduğun, belki de sadece ismini bildiğin, hatta onu da hatırlamadığın, 3 kişi var, ve onlara eşlik eden, nispeten daha yaşlı birisi. Çok önemli insanlar değiller, yaşlı insan dışında. Diğerlerini bilemeyeceğim, fakat onu tanıyorsun. Jounin Akiya Takashi.

Resim

Onu tanıdığın gevşekliği bu sabah üzerinde yok. Gayet, ondan beklenmeyecek bir ciddiyetle, masanın üzerine bir örtü gibi serilmiş parşömenleri okuyor ve Chibu yöresine ait olduğunu tahmin ettiğin bir haritanın başında, diğerleri ile bir şeyler tartışıyor. Sen içeri girince dördü de konuşmayı kesiyor ve sala selam veriyorlar.

Ayaküstü laflaşma kısmına geçmiyorsunuz bile. Selamların değiş tokuş edilmesinin ardından aniden konuya giriliyor. Takashi, önce sana, Gennosuke Noguchi hakkında, zaten bildiğin ve bingo kitabında da yazan bilgileri özetliyor. Ardından planladıkları bir operasyonu anlatmaya geçiyorlar; Aslan Pençesi.

Brifing, sen ve diğerleri arasında bilgi alışverişi ve konu üzerindeki ufak konuşmalar üzerinden ilerliyor. Sen bir soru soruyorsun, onlar cevaplıyor, ardından bir başkası başka bir konuya değiniyor, bir diğeri ise onu tamamlıyor. Bunlardan edindiğin bilgiler, özetle, şöyle;

"Pençe" adı altında toplanmış, muhtemelen sayıları 10-15 arasında değişen, kendileri shinobi olmayan, size göre ufak çapta kalan bir çete, Chibu kasabasını son 6 aydır rahatsız etmekte. Yaptıkları şeyler çok büyük olaylar değil, bir kaç dükkânı tehdit etmek, hırsızlık ve kervan sahiplerine sorun çıkartmak gibi. Ishigakure ve yerleşke shinobilerinin radarlarındaki bir nokta bile değilken, birden, büyük bir vurgun yapılıyor. Koruma parasının tamamını peşin ödeyip, yanına Ishigakure'den 5 chuunin alan bir kervana bir saldırı oluyor. Neyse ki ne kervancı, ne onun ailesi, ne de shinobilerden herhangi biri ölmüyor, fakat malların hepsi pusuda kaybediliyor. Noguchi'nin de en son savaşta görüldüğü rapor ediliyor ve olaylar gelişiyor.

Pençe, Ishigakure için önemsiz bir çete olmaktan çıkıyor ve bir av takımı tarafından aktif olarak takip edilmeye başlanıyor. Noguchi'nin, Pençe'nin lideri Tenshiro'ya çalıştığı öğreniliyor. Tenshiro'yu şu ana kadar gören veya bilen yok, muhtemelen bir takma ad olduğu düşünülmekte. Takashi'ye bu örgütü durdurma görevi veriliyor, fakat hareket planı, ekstra bir kişi gerektirmekte, tam da kilit bir görev. Bu noktada laf senin görevine geliyor.

Takashi ve ekibi, bir kaç gün önce, Noguchi'nin tek başına, Chibu'daki bir kervansaraya gidip, birisiyle görüşme yapacağı duyumunu alıyor. O mekana tek başına gitmesi, örgütün diğer kısmını korumasız bırakıyor. Bu bağlamda, onun kervansaraya uğrayıp dönmesi arasında geçen süre içerisinde örgütün sığınağına saldırmanın yapılabilecek en mantıklı şey olduğunu düşünüyor Takashi. Fakat tek bir sıkıntı var, saldırı ve çarpışma muhtemelen Noguchi'nin dönmesinden daha uzun sürecek. Senin görevin, tek başına o kervansaraya girip Noguchi'nin orada en az 1 saat kalmasını sağlamak, herhangi bir şekilde. Bu sayede, Takashi ve takımı bütün örgütü yokedebilir, sağ kalanları yakalayabilir ve ortamdan Noguchi gelmeden uzaklaşabilir.

Takashi'nin bu tarz bir plan kurmasının sebebi bariz belli; kimseyi ölüme sürüklemek istemiyor. Noguchi ile kontağın minimal olması gerekiyor, zira o yöreye yakın müdahale edebilecek tek takım Takashi ve altında çalışan chuunin av takımı. Takashi ise onların yeteneklerinden şüphe etmiyor, lâkin Noguchi gibi, Takashi'nin de bir noktada kişisel olarak tanıdığı birisine de görev arkadaşlarını/öğrencilerini yem etmek istemiyor.

Sen de onunla minimal kontak kurmak konusunda tembihleniyorsun. Tek yapman gereken şey, Noguchi'nin o kervansarayda 1 saat kadar kalmasını sağlamak. Güneş battığında gelecek ve muhtemelen işi 5 dakika kadar sürecek. Eğer 1 saatten önce oradan çıkarsa, Takashi ve ekibinin saldırısını tek başına tamamen durdurabilir, hatta bir kaç Ishigakure shinobisinin ölümüne yol açabilir. Bunun bilincinde olman tembihleniyor.

Görevi şu anda reddetmek için son şansın. Takashi'nin görevini kabul edip o kapıdan çıktığında 8 kişinin hayatı senin omuzlarına binecek.

 ! Cynic yazdı:
Pasiflik süresi şimdilik 48 saat, fakat ilerleyen turlarda 24'e düşecek. Şimdiden kolay gelsin, eğer görevi kabul edersen.

Re: [Tobio Hinata | Av] Aslan Pençesi

MesajGönderilme zamanı: 03 Şub 2016, 15:22
gönderen Tobio Hinata
İshi'de yeteri kadar yaşadıktan sonra artık seni sabahları uyandıracak bir anneye ve babaya ihtiyacın olmaz. Odanın açık bir penceresinden, yüzüne vuran gün ışınları saniyeler içerisinde yataktan hoplatır seni. Ne bir beş dakika daha uzanmak istersin bu canavar güneş ışınlarının altında nede kalkıp gitmek istersin, yorganı bu sıcak havada üzerine doğru çaresizce çekip bir süre yorganın altında kıvranırsın, sonra fark edersin bir Shinobi olduğunu ve sorumluluklarının hâlâ sürdüğünü. Zorlu teyzeyi aşağı indirme görevi sonrası, iyice bir dinlenip kafamı topladıktan sonra köy yönetimine hazırım mesajını verdim; fakat bu verdiğim mesaj diğerlerinden biraz farklıydı. Babama verdiğim sözü harfiyen yerine getiriyordum; fakat hâlâ onun intikamı için bir adım atmamıştım. Adım atmadan önce, ciddi bir şekilde seviyemi öğrenmem gerekiyordu. Bundan ötürü hazırım mesajının yanına, av görevlerinde açık olursa yardımcı olmak isterim demiştim şuursuzca. Bu günün ardından, diğer bir kaç günüm klasik rutin devriye görevleri eşliğinde geçip gitmişti, fakat şuan karşısında bulunduğum tabelanın üzerinde benim adım yoktu. Derin bir nefes alıp, neler döndüğünü içimdeki heyecan kıpırtısı eşliğinde anlamaya çalışırken, kendimi tanıdık bir Chuunin'in dibinde durumu izah ederken buldum. Onlarca kağıt parçasını hızlıca karıştırıp, aralarından bir parşömen çıkardıktan sonra, beni av birimlerinden bir tanesine atadıklarını söyledi. Bu artık sınırlarım ile benim aramdaki uzaklığı öğrenmenin vakti geldiğini söylüyordu bana. Derin bir iç çektim ve ellerimi yumruk yapıp, yutkunduktan sonra: "Sağ ol kanka! Bu arada bir ara eski akademi öğrencileri toplanıp bir şeyler yapalım, aradan yıllar geçti merhaba merhaba, olmuyor böyle..." dedim eski dosta, ardından hatırladığım bilgi üzerine kendimi ikinci kata doğru çıkarken buldum. Daha doğrusu gönderildim.

Gereksiz anıları canlandıran bu yerde belki daha fazla durmak istemediğimden belkide içimdeki heyecandan hızlıca geçip gittim antreman salonlarını. Sonra kendimi dersliklerin olduğu katta, birazdan nasıl bir göreve verildiğimi öğreneceğim yerde buldum. İçeriye girmeden önce ellerimi kel kafamda gezdirdim ve derin bir nefes verip, kapıyı tıklattım. İçeriden gelen onay sonrası içeriye girdiğimde, gördüklerim pekte önemli şeyler değillerdi. Klasik bir toplantı masası, onun çevresindeki insanlar... Odanın tamamını raflar ve rafların içine sıkıştırılmış dosyalar oluşturuyordu. Masanın çevresinde bulunan insanlardan kimini akademi yıllarından tanıyor kimini tanımayı bırak daha önce gördüğümü bile hatırlamıyordum. Karşımda duran ve odadaki ben dahil herkesten yaşlı olan adamı ise net bir şekilde tanıyordum. İlginç bir hikayesi olan, kafası kıyak bir adam olduğuna inandığım: Akiya Takashi; fakat adamın yüzüne doğru baktığımda, yüzünde olması gereken gevşeklik yoktu. Kendisinde aşina olmadığım ciddiyet ile masanın üzerini kaplayan parşömenleri okuyup, Chibu tarafından olduğunu sandığım bir haritanın eşliğinde diğer üçü ile tartışıyordu. Benim içeri girmemle dördü susmuş ve bana bakıp, selam vermişlerdi. Selamlarına kafam ile karşılık vermemin hemen ardından beklemediğim bir hızla kendimi konunun tam ortasında bulmuştum. İnsan önce bir dertleşir, diğerleri ile tanıştırır... Yok anam yok, bu ciddiyet beni aşar kapıdan çıkıp gitsem mi ne yapsam?

Her şey Takashi Sensei'nin bana Gennosuke Noguchi adındaki kaçak hakkında bingo kitabında yazan ve benimde bildiğim şeyleri özetlemesiyle başladı. Gennosuke Noguchi... Bu köyden çıkma, güçlü bir Taijutsu kullanıcısı. Öyle insanları hedef alıp, onları geçme gibi bir idealim olmasada bu adam aklımın bir köşelerinde hep olmuştu. Bir canavar olduğu söylentileri, öldürdüğü kişilerin rütbesi... Bir Taijutsu kullanıcısının ne kadar tehlikeli olabileceğinin tescilli bir kanıtıydı bu herif. Gücünün sınırlarını benim gibi bilmediğini düşünüyordum bu herifin; ama benimle onun arasında istemsizce bir güç farkı olduğunu hissediyordum. Benim sınırım buradan Kusa'ya kadar olan sınır ise, onun ki buradan Konaha'ya kadar uzayan büyükçe bir sınır çizgisiydi muhtemelen. Bana bizim moruğun genç halinin biraz daha güçsüz ve tecrübesiz halini anımsatıyordu. Muhtemelen zamanında bu adamdan çok daha tehlikeli olan bir canavardı bizim moruk, şimdi ise uysal yaşlı bir adam. Bir gün bu herifin sonunda bizim moruk gibi olmasını temenni ederiz efenim. Konuya dönecek olursak genelde ben soruyorum onlar cevaplıyor, oradan başka birisi konuyu tamamlıyor ve yeni bir şey açıyordu. Bu vesile ile belki gereğinden fazla, belkide gereğinden az onlarca bilgi kel kafamın içinde dolup taşmıştı; fakat yinede onlarca kelimenin arasında önemseyebileceğim tek şey, görevin en zor ve en çok yük gerektiren kısmı bana bırakılmış olmasıydı. Ölüm tehlikesini bırak, onlarca kişinin hayatı benim bir adamı tutup tutmama bağlıydı. Bu kadar tehlikeli bir adam ile şuanki seviyemde kontak kırmayı düşünmüyordum pek ama sınırları öğrenmek istiyorsak, bu görevden iyisi yoktu. Görevi reddetme kısmını tamamen aklımdan çıkarıp, odadaki herkesin gözüne şöyle bir baktıktan sonra, bir kaç dakika sessiz kalıp öylece düşündüm. Koca bir dört yıllık aradan sonra, ciddi bir görev verilmişti bana ve görevin bel kemiğini ben ayakta tutmak zorundaydım. Eğer başarısız olursam olay sadece benim ölümüm ile değil, beraberimde bu odadaki insanların çoğununda ölümü ile sonuçlanabilirdi. Korkuyordum. Ölmekten çok bu odadaki insanların ölmesinden korkuyordum. Derin bir iç çektikten sonra odadaki ciddiyeti bozan boş bakışlarımı bu insanlara çevirdim tekrardan ve konuşmaya başladım:

"Akıllı bir insan böyle bir zan altına girip, bu görevi kabul etmez efendim. Yani şu köyün basit rutin işleri ile uğraşmak varken, neden bu odadaki çoğu insanın hayatını yükünü üzerine alsın ki? Ama ben bir aptal olduğum ve babamdan bu şekilde öğrendiğim için, bu görevi kabul edeceğim." duraksadım ve sağ elimi enseme doğru götürüp, ensemi ovalarken devam ettim: "Nougichi gibi bir canavarın izinden gidiyorum. Yani yanlış anlamayın, yarın bugün köyden kaçmayacağım ama onun gibi saf bir Taijutsu kullanıcısıyım. Onun dilinden en iyi ben anlarım, ne istediğini ve onu neyin bir saatten daha çok olayacağını biliyorum." gözlerimi bir süre odadan gezdirdikten sonra derin bir nefes aldım ve: "Efendim, bu canavarı yakından tanıyorsunuz değil mi? Hangi stilde ustalaştığını biliyor musunuz? Veya daha önce dövüşürken gördüyseniz, nasıl dövüştüğünü anlatır mısınız?" diye sordum bu canavarı duyduğumdan beri aklımı kurcalayan soruyu. Hangi stilde ustalaşıp bu denli güçlenmişti bilmiyordum, ben bile öğrendiğim stilde yeni yeni sona gelmişken, bu adam hangi stili öğrenmişti? Belkide gizli seviye bile ulaşmıştı. Kim bilir...

Re: [Tobio Hinata | Av] Aslan Pençesi

MesajGönderilme zamanı: 04 Şub 2016, 14:07
gönderen GM - Naruto
Takashi, görevi kabul etmen ile gülümsüyor hafifçe. En azından operasyonun sorunsuz başlayabileceği gerçeği biraz rahatlatıyor onu, ama suradında yine de ilginç bir çelişki var. Sanki, şartların daha iyi olmasını ummak gibi. Lâkin elinde varolanla çalışması gerektiği gerçeğini de içinde taşıyor.

Ardından sorunu cevaplamak için nefes alıyor, hafifçe sırıtarak. "Kendisi tam bir manyak. Onun hakkında en son bir şeyler duyduğumda, yani hala köye bağlıyken, Rinjoushou, Shinshouki ve Juudaichi stillerinde usta seviyesine yakın bir yeteneği vardı. Onun dışında, kendi stili üzerinde de çalışmaktaydı. Genelde silahları pek sevmez, o bağlamda yakın dövüşte çıplak el kullanmayı sever. Fakat Hinata, ben olsam onunla birebir dövüşte kalmamayı yeğlerdim. Bu köyün gördüğü en yetenekli Taijutsu kullanıcılarından biri. Dediğin gibi, umarım onun dilinden anlıyorsundur."

Ardından yola çıkıyorsunuz, 5 kişi. Gerekli teçhizat ve ekipmanın orada temin edileceğini öğreniyorsun. Yolda çok fazla konuşmuyorsunuz zira bütün enerjiniz çok vakit kaybetmeden Chibu kasabasına varmaya odaklanmış durumda.

Chibu kasabasına varmanız 8 saatiniz alıyor. Kasaba, diğer gördüğün yerleşim birimlerine göre biraz daha büyük ve biraz daha hareketli. Kaya ülkesinin yükseltilerine biraz daha uzak bir alanda kurulduğu için çevre düz, fakat bu düzlükten yararlanılıp tarım yapılmıyor. Zira köye giriş çıkışlar çok fazla, özellikle Asakura geçidinden gelen kervanlar bu sayıyı arttırıyor. Kasabanın ana caddelerinde sürekli at arabaları ve onları süren kervancıları görmek mümkün. Çeşitli dükkânlar görüyorsun etrafta, bazılarının ne sattığı hakkında fikrin bile yok.

Güneşin batmasına bir kaç saatiniz kala, geniş, müstakil bir eve yerleşiyorsunuz. Burası köydeki Shinobi yerleşkesi değil, zira Takashi dikkat çekmek istemiyor. İçeride sizi 4 kişi daha bekliyor, her biri Chuunin. Her birinin suradını az çok hatırlıyorsun, lâkin ismen tanıdığın insan çok az. Bu vesileyle de onlarla tanışmış oluyorsun.

Bu noktada sormak istediğin soruları sorabilirsin, zira birazdan görev başlayacak ve diğerleriyle iletişimin kesilecek.

 ! Cynic yazdı:
Cumartesi'den önce yazamayacağım muhtemelen, o bağlamda Cumartesi akşama kadar vaktin var. Ondan sonra muhtemelen 24 saate düşüreceğim pasifliği. Kolay gelsin.

Re: [Tobio Hinata | Av] Aslan Pençesi

MesajGönderilme zamanı: 04 Şub 2016, 15:33
gönderen Tobio Hinata
İnanmak başarmanın yarısı derler ya, ben pek inanmıyordum. Takashi-Sensei'nin bana verdiği cevap, pekte insanı rahatlatacak cinsten değildi. Üç tane stilde usta formuna ulaşabilmiş ve birde kendine has bir stil yaratmış bir canavardan bahsediyordu. Köyden çıkma gelmiş geçmiş en güçlü Taijutsu kullanıcılarından biri, hatta bana görme durdurulmaz ise yakında en iyisi olacak biri. Beni aşan bir rakip olmasını geçmiştim, o bir dahiydi. Doğuştan yetenekli, Taijutsu için doğmuş bir dahi. Yutkundum. Korkudan çok içimi kaplayan heyecana yenik düşmemek için derin bir nefes aldım. Beni heyecanlandıran bu adamı, yakından görecek olmam kim ne derse desin büyük bir deneyim olacaktı benim için. Bizim moruk dışında, ilk defa bir canavarı yakından tadacaktım. Bu, müthiş bir deneyimdi. Ölüme bu kadar yakın olmak beni korkutmuyordu, ilginç bir şekilde heyecanlandırıyordu.

Takashi-Sensei'nin bana verdiği bu tatmin edici cevabın ardından, beş kişi yola koyulmuştuk. Yol boyunca gıkı çıkmayan bu insanların yüzüne yansıtmadıkları o stresi içten bir şekilde hissedebiliyordum. Herkesin sessizce, kendi ile bir savaşta olduğunu, düşünceleri arasında boğulduğunu nedense bir şekilde biliyordum. Bu bile benim gibi bir aptala, bu görevin ne kadar önem teşkil ettiğini gösteriyordu. Bu görevin boka sarması için gereken şey büyük bir hata değildi, hataların en küçüğü bile her şeyi berbat edebilirdi. Bu yüzden stres doluydum. İçimdeki stresi dağıtmak, en azından bir kısmını bile kusmak beni rahatlatacaktı; ama hayır... Sekiz saatlik yol boyunca, tek bir an bile böyle bir fırsat teşkil edilmemişti bana. Sabah, günümün yine rutin bir devriye ile geçeceğini sanıyorken, şuan hiç beklemediğim bir hızla büyük bir tehlikeye doğru adımlıyordum, bu bile yeterince şaşırtıcı bir detaydı benim için.

Zamanın nasıl geçtiğini pek anlatamam sizlere, ama bana göre oldukça hızlıca geçip giden bir zaman kavramanın eşliğinde Chibu kasabasına varmıştık. Duyduğuma göre yolculuğumuz sekiz saat sürmüştü ama ben bir varsayım ortaya atamayacak kadar bir çok şeyin farkında değildim. Chibu kasabasına ilk defa geldiğimden ötürü, bir çok şey bana yabancıydı. Aldığım duyumlardan ötürü Chibu kasabasının diğer yerleşim birimlerine göre daha büyük ve hareketli olduğunu biliyordum, ama bunu kendi gözümle görmüş olmam ister istemez anlık olarak şaşırmama sebep oluyordu. Kaya ülkesinin en işlek kasabası sözüne uyacak bir şekilde her yer at arabalarıyla onlara eşlik eden kervancılar ile doluydu ve birde on dokuz yıldır bu civarlarda barınan benim bile, ne sattığını hiç anlayamadığım dükkanlar vardı. İçlerinden bir tanesine girme hissi ile baş başa kalmış olsamda zaman zaman, görevin baskısından olsa gerek yolumdan hiç sapmadan dörtlüyü takip etmiştim. Bu vesile ile güneşin batmasına az bir zaman kala, herkesin içinde biriken stresin bir nebze daha arttığı o anlarda geniş, müstakil bir eve gelmiştik. Burası anladığım kadarıyla köydeki Shinobi yerleşkelerinden bir tanesi değildi. Takashi-Sensei dikkat çekmek istemiyordu. İçeriye girdiğimizde bizi dört kişi karşılamıştı. Toplamda dokuz kişiydik. Odaya girmemle birlikte bana yük olarak verilen can sayısı bir an ikiye katlanmış ve ister istemez bir korku içimi kaplamıştı. Chuunin'ler ile ismen tanışıklığım olmasada çoğunun yüzünü önceden hayal mayal biliyordum. Her biri ile birer birer tanıştıktan sonra iş son soruların sorulacağı, ardından herkesin görev için dağılıp, görevin başlayacağı zaman gelmişti.

Derin bir nefes aldım ve odadaki her bir kişinin gözlerinin içine baktıktan sonra, birde yutkundum. Kendimi konuşmaya hazır hissettiğimde ise bülbül gibi şakımaya başladım: "Öncelikle, beni böyle büyük bir göreve laik gördüğünüz için teşekkür ederim. Çoğunuzun canı benim başarıma bağlı, bu da demek ki hepiniz bu konuda bir şekilde bana güveniyorsunuz. Bu büyük bir onur her şeyden önce, yani çoğunuzun için zor olmalı bu. " hafiften bir ara verdim ve söylediklerimi düşünmeleri için biraz duraksadım. "İlk olarak kervansaraya sızmam için bana yardımcı olacak bir adamımız var mı içeride? Yoksa kendi yarattığım imkanlar ile mi kervana sızacağım? Ayrıca bu biraz genel kültür sorusu olacak ama, genelde ne tarz kervanlara buraya gelir ve nereden gelirler? Ve son olarak, sizin görev yapacağınız yere en ters taraf neresi? Olurda bu canavarı farklı bir yere yönlendirmek zorunda kalırsam, onu sizden uzaklaştırmak istiyorum." Uzun bir yolculuk boyunca, elbette sap sap yürümemiştim. Şimdiden bir planım vardı ve bu plan için, bu soruların cevaplandırılması gerekiyordu. Ardından planı harekete geçirecek ve umduğum şekilde ilerlerse her şey arkadaşlarıma gerekli zamanı yaratabilecek idim.

Re: [Tobio Hinata | Av] Aslan Pençesi

MesajGönderilme zamanı: 07 Şub 2016, 05:17
gönderen GM - Naruto
Sen sorularını sorarken, insanlar, bulunduğunuz geniş odanın arka tarafındaki bir masaya istiflenmiş teçhizatları birbirleri arasında paylaşmaya başlıyorlar. Göğsü koruması için standart bir flak ceket, tam teşekküllü bir ekipman çantası, siyah birer cübbe ve birer katana. Uzun, siyah saçlarını arkadan toplamış bir shinobi ilk soru silsilene cevap veriyor, cekedi giyip klipslerini ayar yaparken. "Kervansaraya elini kolunu sallayarak girebilirsin. Sonuçta bir sivil olarak oraya girip bir oda kiralaman çok dikkat çekmeyecektir. Fakat asıl dikkat etmen gereken şey Noguchi'nin kendisi. İçeride kalmasını sağlamak için kendini açığa vurmana gerek yok. Ne kadar yaratıcı olursan, plan o kadar çok iyi gider. Sen oraya, Noguchi'den 1 saat kadar önce varacaksın. O bağlamda bir şeyler hazırlamak için vaktin bol. Fakat içeride bir muhbirimiz vardı, lâkin olaylar karışmadan mekandan uzaklaştı. Haksız sayılmaz tabii." Ardından Takashi söze giriyor, diğer sorularını cevaplamak için. Kendisi bir ceket giymiyor, veya giymek için bir çaba da sarfetmiyor. Ağzındaki kürdan ile sana bakıyor sadece. "Bu handa genelde Sunagakure'den gelen tüccarlar kalıyor. Rüzgar ülkesinin diğer bölgelerinden gelen tüccarlar farklı yerleri tercih ediyor. Sanırım dekorasyon ile alakalı bir şey." Ardından, istiflenen ceketlerden bir tanesini alıyor, üstüne de bir cübbe kapıyor. Sana uzatıyor. "Adamların saklandığı yer kasabanın dışarısında. Eğer illa Noguchi'ye kendini belli edeceksen, onu doğuya falan çek. En uzak yön o olur. Fakat kahraman olma. Sen de bu gece sağ salim dönmesi gereken kişilerin listesindesin."

Cübbeyi ve cekedi giymek sana kalmış. Bu noktaya kadar bir RP alayım, ekstradan nasıl hazırlandığından da bahsedersen hoş olur. Ardından evden çıktığın varsayılacak. Grup dağılacak ve görev başlayacak.

Cekedin ve formanın temsili resmi, cübbesiz olarak;

Resim

Re: [Tobio Hinata | Av] Aslan Pençesi

MesajGönderilme zamanı: 07 Şub 2016, 14:58
gönderen Tobio Hinata
Artık heyecan namına pek bir şey kalmamıştı. Odadaki deneyimli avcıların akışına kapılmış ve boş bakışlarım yerini ciddiyete bırakmıştı. Bu ciddiyet dolu gözlerim genişçe odanın içindeki masanın arkasına istiflenmiş, masanın üzerindeki ekipmanları paylaşmak ile meşgul olan arkadaşlarıma kaydı. Her birinin şuan ne düşündüğünü merak ediyordum fazlasıyla. Bana güveniyorlar mıydı? Güvenmiyorlar mıydı? Yoksa güvenmekten başka şansları yok muydu? Bu tarz sorular kafamı işgal ediyordu. O sırada sorumun ilk kısmına cevap vermek için, uzunca siyah saçlarını arkadan at kuyruğu şeklinde bağlamış, karizmatik sayılabilecek bir elamanın bana yöneldiğini fark ettim. Verdiği cevap mantıklıydı. Rahatça girebilirdim. Bunun haricinde canavardan bir saat kadar önce kervansaraya ulaşacaktım. Bir plan yapabilir ve bu sürede onu tutabilirdim. Planım zaten hazırdı. İşe yarayıp yaramayacağını bilmiyordum ama denemekte fayda vardı. Plan büyük bir risk barındırıyordu ve tamamen iç güdüsel olarak inandığım bir şeydi, kesinliği olmadığı gibi eğer düşüncemin tersi çıkarsa bir çuval inciri bok edeceğim anlamına geliyordu. Planımın riski büyük olmasına rağmen, denemek istiyordum. Şayet işe yararsa görevin bana verilen kısmını tamamlardım geriye kalan kendi şahsi amacım ve bu görevi kabul etmemdeki unsurdu. Bu canavar ile kişisel bir kapışma. Bu dövüşün sonu ne olursa olsun görevi etkilemeyecekti. Zira her halükarda ters bir şey olmazsa gerekli vakti elde edeceklerdi. Gerisi beni ilgilendiriyordu, şahsi bir amaç. Ölümün kıyısına atacaktım kendimi ama bazı cevapları almak için değerdi, sonucu ne olursa olsun.

Aldığım cevaptan memnun olduğumu hem başım ile hemde ufak bir teşekkürle belli ettikten sonra, araya giren Takashi-sensei'ye yöneldim. Diğerlerinin aksine bir hazırlanma telaşına girmemiş, ağzındaki kürdanla oyalanıyor iken bana bakıyordu. Benim ona dönmem ile sorumun diğer kısmını cevapladı. Genel olarak bu hana Suna'lı tüccarların kaldığını söyleyip bir ceket ve cübbe eline alıp bana uzattı. Bir kaç saniye kadar elindeki şeylere baktıktan sonra uzattığı ceketi ve cübbeyi alıp bir çırpıda üzerime giydim. O sırada bana vaat veren Takashi-sensei'ye kulak astım. Söylediklerinde haklıydı ama kişisel hedeflerim vardı ve bu doğrulttuda bu canavar kendimi ölçmem, dünyanın kaç bucak olduğunu öğrenmem için aşırı uygundu. Canavarın pençelerini tadacak ve ona kendi pençelerim ile karşılık verecektim. Amacım Gennosuke ile sik yarıştırmak değildi, biraz daha derine iniyordu benim düşüncelerim. Bu kadar basit değildi yani.

Cübbe ve ceketi giyip, üstüme başıma çeki düzen vermemin ardından derin bir nefes aldım. Bakışlarımı Takashi-sensei'ye yönlendirip bir tebessüm eşliğinde gülümserken konuşmaya başladım: "Kahraman olmayı sevmem. Babam bir kahramandı ve öldü, ama buna rağmen yardıma muhtaç insan görünce dayanamıyorum, genetik bir şey herhalde." dedim ve kel kafamı kaşıdıktan sonra devam ettim: "Dürüst olmak gerekirse ölmek gibi bir derdim yok ama gerekirse köyüne sadık bir Shinobi gibi düşünüp, canımı bu odadaki herkes için tehlikeye atmak zorundayım. Duygu sömürüsü yapmak gibi bir niyetim yok ama Takashi-Sensei, bu görev ölüm tehlikesi barındırıyor. Ölümden elimden geldiğince uzaklaşacağım ama beni yakalar yada görev ile sizlerin saadetti için yaklaşmam gerekirse yaklaşacağım, yapacağım bir şey yok." yalan söylüyordum. Evet, görevin saadetti ve devamlılığı için elimden geleni yapacaktım ama ölümden uzak durmayacaktım. Bir saatin dolduğundan ve görevin artık benden çıktığından emin olduktan sonra, bizzat ölümle burun buruna gelecektim görev başarı ile sonuçlanırsa. Düşüncelerimi Takashi-sensei ve bize kulak asan odadaki herkese belirttikten sonra bolca patlayıcı parşömen temin etmeye çalışacaktım. Elde ettiğim parşömenlerin yarısını ise misina yardımı ile Kunai'lere bağlayacaktım. Ekipman çantasını kolay ulaşabileceğim bir yere bağladıktan sonra ise, hazır olacaktım. Genel olarak kendi sınırlarımı ve bu canavarların sınırlarını bilmiyordum, belki eşit bir dövüş belkide herkesin belirttiği gibi adaletsiz bir dövüş gerçekleşirdi. O yüzden ekstra güç olarak parşömenlere odaklanmıştım. Sonra kasabaya inecek, kervansaraya sızacak ve bir saatlik zaman diliminde planımı uygulamaya başlayacaktım. Umarım her şey umduğum gibi gider...

Re: [Tobio Hinata | Av] Aslan Pençesi

MesajGönderilme zamanı: 07 Şub 2016, 16:54
gönderen GM - Naruto
Laflarına karşılık, içtenlikle gülümsüyor Takashi. Ardından diğer herkese doğru dönüp, konuşmaya başlıyor. "Evet gençler, herkes son hazırlıklarını yapsın. 5 dakika sonra burayı terkediyoruz." Takashi'nin lafını, bir kaç onaylama sesi takip ediyor. Sen de bu sırada, 5 tane kunaiye birer tane patlayıcı parşömen bağlamayı başarıyorsun. Bunları oradan bulduğun boş bir ekipman çantası içine tıkıştırıyor, o ekipman çantasını da beline asıyorsun. Cübbe ve ceketi giydikten sonra ise, yola koyulmaya hazır hale geliyorsun. Giydiğin ceket göğsünü alacağın hasarlardan koruyacak şekilde düzenlenmiş. Kesici darbeler için iyi bir koruma sağlıyor, lâkin delici veya ezici darbeler için aynısını söylemek biraz güç. En azından, kalbini veya ciğerlerini olası bir hasara karşı korumaya almış oluyor. Fakat cübbeyi çıkardığın anda, üniforma yüzünden bir shinobi olduğun anında belli olacak cinsten. Cübben ise standart, Rüzgâr ülkesi giyim kuşamına uygun yapılmış. Sade ve kahverengi renkte. Tüm vücudunu kapsıyor. Suradı kum rüzgârlarından korumak için bir peçeliği ve bir kapüşonu var, fakat bu iklimde onları kullanmana gerek yok.

Bazı shinobiler çatıdan, bağzıları kapıdan, bağzıları ise camdan fırlıyor Takashi dağılma emri verdiğinde. Herkes dikkat çekmeden, olabilecek en az insan olan sokak ve çatılardan köyün dört bir yanına dağılıyorlar, hareketlerini gizledikten sonra buluşma mekanında toplanacaklar. Sen ise, sakince ön kapıdan çıkıyor ve kervansaraya doğru ilerliyorsun.

Chibu kasabasını turuncumsu bir hava kaplamış durumda. Batmaya yüz tutmuş güneş, ufukta kaybolurken, kızıllığı ile gözünü alıyor. İnsanların bir çoğu evlerine geri dönüyor, bazı dükkânlar kapanırken bazı mekânlar ise anca hareketlenmeye başlıyor. Bir kaç düzensiz ara sokağı geçtikten sonra, bir ana caddeye çıkıyorsun. Ana caddede ise, yan sokaklarda gördüğün azalan cümbüşten eser yok; Chibu sanki hiç uyumuyor buralarda. Yol sürekli aktif, bir at arabası uzaklaşırken diğeri geliyor. Bazıları dolu, bazıları ise boş. Bazıları tanıdık Ishigakure'nin yöresel kıyafetlerini giyenler tarafından sürülüyor; Bazıları ise tanımadığın bir ülkenin alışık olmadığın bir stilinde giyinmişler. Tek bir ortak yanları var, hepsi de sade ve yolda en az rahatsız etsinler diye, pratik olarak dikilmiş.

Bir kaç ufak kervansarayı geçtikten sonra, Ana yoldan bir kaç sokak arkada, 3 katlı bir binanın silüeti gözüne çarpıyor. Gitmen gereken kervansaray orası.

Kervansarayın bulunduğu sokağın köşesinde duruyorsun ve etrafı inceliyorsun. Dar, lâkin bir çok at arabasının üzerinden geçtiğinin kanıtı olan izlere sahip taş bir sokağın yanına istiflenmiş 2'şer ve 3'er katlı evler var. Çevredeki evler standart müstakil evler, fakat bir kaç dükkân dikkatini çekiyor. Genelde restoran tipi yerler. Bir ramenci kesiyorsun sokağın sonunda. Ortamın loşluğundan mütevellit her detayı seçemesen de, sokak sakin. Kervansaray sokağın hemen hemen orta bir yerinde duruyor, ismi ise "Teshhu Hanı". Yüklü bir at arabası, kervansarayın tabelasını ışıldatan Japon fenerlerinin altına parkedilmiş durumda. Üzerindeki arabacı, muhtemelen içeriye giren tüccarı bekliyor. Onun dışında sokakta restoranlara çıkıp giren yerel halk var.

Re: [Tobio Hinata | Av] Aslan Pençesi

MesajGönderilme zamanı: 07 Şub 2016, 21:17
gönderen Tobio Hinata
Takashi-sensei'nin son direktifi ile herkes son hazırlıklarını tamamladı. O sırada bende istediğimi yaptım ve ekstra boş bir ekipman çantasına el emeği göz nuru Kunailerimi yerleştirdim. Ardından çantayı belime asıp, tekrardan üstümü başımı kolaçan ettikten sonra hazırım bakışımı attım. O sırada herkes farklı farklı yerlerden fırlayıp evden çıktı ve dağıldılar, bense oldukça insanı bir şekilde evin kapısından dışarı çıktım ve şöyle bir kasveti içime çektim. Geri sayım başlamıştı.

Batmak üzere olan güneşin eşliğinde, turuncu tonlarına bürünmüş Chibu kasabasının sokaklarında ilerlemeye başladım. Aşina olmadığım bu yer her bir adımımda beni biraz daha şaşırtıyor ve İshi sınırları içerisinde böyle işlek bir kasabanın olmasını hayranlık ve şaşkınlık karışımı bir duyguyla tepki veriyordum. Kızıl güneş gözlerime tecavüze edip, ampül kafama hoş bir şeyler katarken gittikçe insan sayısı azalıyor; belli başlı dükkanlar kapanıyor ve akşamları şenlenen dükkanlar yavaş yavaş dolmaya başlıyordu. Sakin yan sokakları hızlıca geçip, aniden kendimi ana sokakta bulduğumda, ağzım bir karış açılmıştı. Temponun hiç düşmediği, birinin gidip birinin geldiği bir insan akımı söz konusuydu. Çoğu tüccardı. Gerçekten tam bir tüccar şehriydi söylendiği gibi, alışık değildim ne yalan söyleyeyim. Bundan ötürü ki, kaç saattir burada olsamda şaşkınlığım bir türlü kopup gitmiyordu.

Gördüğüm çoğu insanların giyim tarzı, hal ve hareketleri, kültürleri tanıdık gelsede bir o kadarına da aşina değildim. Farklı giyim tarzları, kültürler ufak bir bakışla bile anlaşılabiliyordu. Belki on dokuz yıldır İshi halkı ile iç içe olduğumdan şıp diye farkı anlıyordum belkide kültürler arası farkların aşırılığından, kim bilir... Yol boyunca ağır ağır, şehrin kalabalığı arasından sıyrılıp geçerken cübbenin kapüşonunu kafama geçirdim. O sırada küçükçe bir kervan sarayı geçtim, onun hemen ardından bir tane daha. Ama bunlardan biri olmadığına emindim, benimki şu büyükçe silüet olmalıydı. Ona doğru ilerledim.

Kervansarayın olduğu sokağa geldiğimde, silüetine nazaran daha cavcavlı gözüken üç katlı kervansarayı öncesinde süzdüm. Ardından çevresine şöyle bir bakındığımda dar bir sokak önce dikkatimi çekti. Dar taştan sokağın yanlarına istiflenmiş maksimum üç katlı olan yapılar fazlasıyla göze çarpıyordu ayrıca. Bunun yanı sıra çevredeki evlerin genelini müstakil evler kaplıyordu. Uzun bir yolculuktan yorgun gelen kervancıları gözüne av olarak kestirmiş restoran sahiplerinin çevreye açtığı restoranlar ise sokağın tuzu biberi gibi geliyordu bana. Tüm bunları geçip, asıl hedefe, Teshhu Hanına odaklandığımda derin bir nefes aldım öncesinde. Bu üç katlı yapının kapısının önünde, geceleri tabelanın okunurluğu zorlaşmasın diye konulan Japon fenerlerinin ışığının hemen altına park edilmiş bir at arabası vardı. İçeriye giren tüccarı beklediği aşikardı. Cübbenin kapüşonunu biraz öne çekip, yüzüme gölge vuracak şekilde olduğundan emin olduktan sonra çevreye şöyle bir baktım. Hedefimde iki tane matrak, kafası iyi olan adam vardı. Şahsen öyle bir ikiliye denk gelirsem yanlarına yaklaşacak ve: "Merhaba beyler. Para kazanmak ister misiniz?" diyecektim direk. Para, çoğu kapıyı açar derlerdi. İlk olarak direk zihinlerindeki duvarı 'para' ve 'onu kazanmak' ortaklığı ile kaldıracaktım. Sonrası kolaydı. En azından öyle düşünüyordum.

Re: [Tobio Hinata | Av] Aslan Pençesi

MesajGönderilme zamanı: 11 Şub 2016, 01:52
gönderen GM - Naruto
Çevreye bir kaç dakikalığına, iyice göz gezdiriyorsun. Kafası güzel bir kaç kişi kestirmeye çalışıyorsun lâkin sokağın bu ucundan biraz görmek zor. O bağlamda, kapüşonunu iyice çekip sokağa giriyor ve bir 10-15 metre kadar yürüyorsun çevrene bakınarak. Bu sırada, kervansaraydan 5-6 bina yanda bulunan bir restorandan dışarı atılan bir herif dikkatini çekiyor. 2 tane iri yapılı ve iyi giyinimli herif, adamı tuttukları gibi dışarıya fırlatıyorlar. Adam yerde bir kaç metre yuvarlanıyor, fakat tepki vermiyor. Yerden usulca kalkışına bakacak olursan ise, kafası güzel. Fakat kör kütük sarhoş değil. 18-19 yaşlarında, kısa siyah saçları var. Standart Kaya ülkesi giysileri var üzerinde, giysiler ne çok kaliteli, ne de çok züürt işi. Standart, kahverengi yukata hayal edebilirsin aklında. Herife yaklaşıp yaklaşmamak sana kalmış, fakat ayağı kalktığı gibi sokağın diğer ucuna, senden zıt yöne doğru ilerlemeye başlıyor seri fakat yalpalayan adımlarla. Kendi kendine bir şeyler sayıkladığından da eminsin, sesini duymasan da restorana doğru arada döndüğünde dudaklarının oynadığını görüyorsun. Eğer ona yaklaşmamayı tercih edersen, 3-4 saniye içerisinde sokaktan çıkıp gidecek.

 ! Cynic yazdı:
Kusura bakma, bir kaç gün beklettim, affına sığındık Saitama reyiz.

Re: [Tobio Hinata | Av] Aslan Pençesi

MesajGönderilme zamanı: 11 Şub 2016, 03:02
gönderen Tobio Hinata
Out: Senin canın sağ olsun, aceleye gerek yok :D

Gözlerim bir avcı kadar keskin değildi ama bir avcıyı andıracak nitelikte avını ararcasına dört dönüyordu. Yani nasıl desem, açtım. Planımın en önemli kısmını ayarlamak için bana kafası kıyak bir adam lazımdı ve yoktu. Koskoca yerde, aslında o kadar büyük değil ama yinede büyük denilebilecek bu alanda, iki tane adam lazımdı. Kafası kıyak olmaları gerekiyordu, çekinmeden para karşılığında bir insanı daha doğrusu canavarı kandıracak kadar iyi rol yapmalıydılar. Kafası kıyak olmaları işime gelirdi ama şu saatten sonra kafası kıyak rolü bile yapmaları kafiydi. "Sikecem yapacağınız işi ha, hayvan gibi şey yapıyorsunuz..." diye söyleniverdim. Bir sonuca varmak imkansız gibi geliyordu. Yok muydu yani bir miktar ücret karşılığında bir tanecik adamı kandıracak iki tanecik adam? Yoktu. Kapüşonu iyice kafama geçirdim, kel kafam görünmez oldu haliyle. Harekete geçmeden önce etrafıma şöyle bir kez daha göz attım, nafileydi. Yürümeye başladım. Çok değil on-on beş saniye sonra etrafıma bakarak attığım adımlarımı kesmek zorunda kaldım. Zira gözlerim, sonunda birini yakalayabilmişti. Kervansaraya yakın bir restorandan yaka paça dışarı birinin atıldığını gördüm. İki tane, buradan fedai gibi gözüken iri yapılı adam gencecik çocuğu fırlatıvermişlerdi kapıdan dışarıya. Bulunduğum konumdan gördüğüm kadarı ile sarhoştu, ama bugünü unutacak kadar değil. Bir kahve içerse kendine gelir gibi bir hali vardı. Adamların kendisine bir sokak köpeği muamelesi yapmalarını pek takmamış gibi görünüyordu. Benim yaşlarımdaydı muhtemelen. Kısa siyah saçları vardı yine konumumdan görebildiğim kadarı ile. Ne yalan söyleyeyim ilgimi çekmişti, ama bir tanecik adamdı, işime yarar mıydı yaramaz mıydı bilmiyordum bile. İyi karar vermeliydim, eğer peşinden gidersem büyük bir vakit kaybedebilirdim. Bu büyük bir riskti. Yani işime yaracağını bilip bilmediğim bir tipin peşinden gidip eli boş dönmek, büyük bir zararla sonuçlanabilirdi. Bu yüzden büyük bir çelişki içerisinde, onlarca şeyi kel kafamın içinde düşünmeye koyuldum hemencik.

Derin bir nefes aldım çocuğun muhtemelen kendisini yaka paça atan ikiliye söve söve gitmesini izlememin hemen ardından. Bakışlarımı tekrardan etrafımda şöyle bir gezdirdim. Buradan bana ekmek çıkmazdı. O çocuk haricinde bir daha buradan elime bir şansta geçmezdi. O yüzden rol kesme işini en iyi yapan, içi tam benim aradığım adamlarla dolu kervansaraya şöyle bir dönüverdim. Aradığım kişiyi oradan bulmak istemiyordum. Zira Gennosuke buradan bir tüccarla sohbete girecekti ve içerideki çoğu tüccar bozuntusu ile sıkı fıkı olabilirdi. Bu ihtimal siklere gelmeme sebep olabilirdi. O yüzden iyi karar vermeliydim. Ya çocuk yada kervansaray, hangisi daha az riskliydi? Muhtemelen kervansaray ama orası daha tehlikeliydi. Tüm bir plan boka gidebilirdi. Oradan bir tüccarın Gennosuke'yi tanıması ve beni ihbar etmesi, kötü olurdu. O yüzden hâlâ görüş açımda olan çocuğa doğru tekrardan döndüm ve aniden koşar adım yürümeye başladım. Çocuk hızlı ilerlemiyordu. Yarım yamalak attığı adımlara yetişebilirdim her halükarda. Asıl hızlıca gitmemin sebebi çocuğun umutsuz vaka çıkma ihtimaliydi. Çok vakit kaybetmeden hızlıca halletmiş olurdum. Ah ah keşke omzumda onlarca insanın canının yükü olmasaydı, şurada Gennosuke gelir gelmez uzaklaştırmadan bir kavgaya tutuş saydım, ama şuan bu imkansız gözüküyordu.

Çocuğa yetişince eğer fark etmezse önce omzundan tutacak kendime şöyle fazla ürkütmeden çevirecektim. Bir kaç saniye kapüşonun altından manalı manalı süzdükten sonra kapüşonu kafamdan çıkartacak ve:
"Direk konuya gireceğim, para kazanmak ve o iki iri yapılı heriften intikam almak ister misin?" diyecektim. Ardından hızlıca devam edecektim: "Sadece evet veya hayır, hayır dersen yoluna gidebilirsin evet dersen benim için bir şey yapacaksın." direk hızlıca konuya girip onu ikna edebilirdim herhalde. Eğer düşündüğüm gibi sokağa girerken ki sözleri birer küfür ise ve küfürlerin hedefinde onu yaka paça dışarı atan elamanlar varsa muhtemelen çabucak etki altına alabilirdim. İkna edemezsem hiç uğraşmadan yoluna gönderirdim, ikna edersem geriye tek kalan marifetiydi. İstediğimi doğru anlar ve birde sağlam bir şekilde Gennosuke'ye sunarsa tadından yenmezdi.