[Anılar] Tek Arkadaşım; Kiseki Hiro

Gönderilme zamanı:
02 Şub 2016, 17:35
gönderen Wakahisa Yuudai
Yine sıkıcı ve yağmurlu bir gün. Her sabah güneşi görmenin umuduyla uyanıyorum. Amegakure’ye geldiğimden beri güneşi görmemek benim için çok trajik bir durum. Dışarıya çıktığımda üşümekten ve ıslanmaktan bıktım usandım artık. Suiton elementine sahip olmam da gerçekten ironik. Suyu sevmezken sudan ejderhalar yaratıp rakibimi boğabiliyorum. Tabii onların yenilişini görmek benim suya olan nefretimi biraz da olsa azaltıyor. Sonuçta bu bana hayallerimi gerçekleştirmek için gerekli olan ilk özelliğimi hatırlatıyor, gücümü. Ben güçlüyüm. Alçak gönüllü olduğumu da düşünmüyorum. Ama o konu.. “Hiro” ismini duyduğum anda titremeye başlıyorum. Başım dönüyor. O trajedik anları hatırlıyorum. Kalbim hızlıca atıyor. Sonra arkadaşım olmayı başarmış nadir kişilerden biri olan Hiro’yu öldüren o adamın yüzü aklıma geliyor. Ama daha çok, o adamın alnındaki işaret. O işaretin çizgi atılmış bir Amegakure sembolü olduğuna kesinlikle eminim. O adamın ölümünü görmenin tek yolu, güç ve bilgi. Bu ikisine sahip olursam, o adamı öldürecek kişi de ben olurum. Yolumu şu sıralar kapatan tek şey ise, bu adamın kaçak olması. Yani hangi riskler ile karşılaştığını bilmiyorum. Belki de onu bulduğumda ölmüş olur. Ama umurumda mı ? Değil. Ben o adamı öldürmeden ölürsem, Hiro’ya ve kendime haksızlık etmiş olurum. Hiro artık yok. Ama o adamın unuttuğu bir şey var. Ben sapasağlam olarak buradayım. Kalbim attıkça o adamın da hayat süresi bir kum saati gibi doluyor. Ben ise o kum saatini keskin bir katana ile parçalayacak kişiyim. O kum saatini, normal akışından kesip hızlıca yok edeceğim.
Derin düşüncelere dalmış olsam da, bugün güzel bir gün gibi görünüyor, yani dışarıya çıkmamın bir sorun doğuracağını sanmıyorum. Yağmur da az zaten. Yatağımdan kalkıp tuvalete gittim. İhtiyacımı gidermenin hemen ardından kıyafetlerimi giydim ve merdivenlerden aşağıya inip dairemizin kapısını açtım. Dışarı çıkıp Wakahisa klanının binalarının olduğu tarafa doğru yol aldım. Babam yine bazı belgeleri kontrol ediyordu. O sırada beni görüp yanına çağırdı. Selamlaştıktan sonra bana küçük bir görev verdi. Klan binasının içinde, en üst kattaki tüm parşömenleri en alt kattaki depoya taşımaktı görevim. Yine depoda tüm parşömenlerin kontrolü yapılacakmış. Tabii bunlar beni ilgilendirmeyeceği için konu hakkında bir şey sormadan babamın isteğini onaylayarak klan binasına doğru yol aldım. Klan binası oldukça büyüktü. Biraz yorulacaktım, ama olsun, klan benim için her şeyden önemli bir faktör. Bu yüzden klanımdan herhangi biri benden bir şey isterse bunu yaparım. Klan binasının kapısını açtım ve merdivenlerden en üst kata kadar çıkmaya başladım. Sadece düz merdivenler olduğundan ve çok katlı bir bina olduğundan en üst kata çıkmak çok sinir bozucu olsa da her zamanki gibi sonlara doğru sinirlenip otomatik olarak daha hızlı çıkmaya başlıyorum. Parşömenlere ulaştım, tabii ki yine merakıma düşüp birini açmaya karar verdim. Merak kediyi öldürür derler, neyse ki şanslı bir kediyim. Çünkü açtığım parşömen tüm parşömenlerin “Giriş” bölümüymüş. Wakahisa klanının en üst üyeleri dışında herhangi birinin parşömenleri açması zarardan başka bir şey getirmeyecekmiş. Tabii bu yazılar genellikle çoğu parşömende bulunduğu için girdiğim risk pek de umurumda değildi. Yaklaşık otuz parşömenin bulunduğu çantayı alıp en alt kata indim. En alt kat dediğimiz yer, depo, çok karanlık ve sinir bozucu. Bu nedenle hemen parşömenleri gördüğüm ilk masaya koyup bir üst kata, yani zemin kata çıktım ve dışarıya çıkıp babamın olduğu binaya doğru yol aldım.
Babamın olduğu binaya geçmek için Wakahisa binalarının olduğu bölgeden dışarı çıkılan kapının önünden geçmek zorundayım. Bu kapıdan geçerken dışarıda üç akademi öğrencisi şakalaşıyordu. Konuşmalar arasında duyduğum bir cümle beni çok sinirlendirdi.
“Hiro, şimdi seni öldürürüm ha ! Hahahah !” Bir an titremeye başladım. Dizlerime çöktüm ve sinirden köpürdüm. Hemen onların yanına doğru koştum.
“Hey, gerzek veletler ! Siz ölümün şaka yapılabilecek bir şey olduğunu mu düşünüyorsunuz ?” Beni hiç takmadılar. Gülmeye başladılar. Kahkaha atışları beni daha da sinir etti ve onları ağaçlarla dolu bir kenara çağırdım. Ve onlara aynı soruyu sordum. Bu sefer içlerinden zeki olduğunu sanan bir velet sadece şaka yaptıklarını ve şaka oldukça sorun olmayacağını söyledi. Onlara anlatmam gereken bir hikaye olduğunu farkettim.
“O zaman size geçmişimden bir kesiti anlatacağım. Hanginizin adı Hiro ise, özellikle o dinlesin. Hepiniz oturun !” Hepsi bir anda yere çöktü ve beni dinlemeye başladı. Zaten bir chuunin olduğum için bana saygısızlık yapma gibi bir şansları da yoktu. Onlara hikayemi anlatmaya başladım.
“Yuudai, çok yavaşsın ha. Biraz hızlı ol kardeşim, hadi !”
“Kes sesini, soysuz.”
“Benimle böyle konuşmak arkadaşlığımızı geliştirmeyecek ama, değil mi ?”
“…”
Ame-chou’nun odasında Hiro ile benim aramda bu konuşmalar yaşanırken bir anda senseimiz odaya girdi. Beklettiği için Ame-chou’dan ve takımdan özür diledikten sonra, bize görevimiz hakkında küçük bir bilgi verdi. Bir akademi öğrencisini Kusagakure ile olan sınırımızda bulunan bir köprüye kadar götürüp annesine teslim edecektik. Oraya kadar giden yollar genellikle temiz olduğundan başımıza bir şey gelmeyeceğini düşünerek hareket ettik. Göreve ilk çıktığımızda gerçekten barışçıl ve saçma bir ortam vardı. Kız olan takım arkadaşımız Yuka, görevden sonra Hiro ve beni eve içki içmeye davet etmişti. İşin sinir bozucu yanı, içki içmediğimi bilmesiydi. Bana gülümseyip saçma saçma tavırlar sergiliyordu. Gözümde hiç değeri yoktu bu kızın. Hiro ise benimle arkadaş olmak için fazla çabalıyordu. Tek iyi yanı güçlü olmasıydı. Bir de benimle yemeğini paylaşıyordu. Kazancım oldukça benim için onunla arkadaş olmak pek de sorun değildi. Zaten klanım nedeniyle köyde pek sevilen bir insan değilim. Kusa’dan gelen bir klan da olduğumuz için halk bizden pek memnun değil. Bir iki arkadaş bana yeterli olurdu. Tüm bunları düşünürken Kusa’ya iyice yaklaşmıştık. Kusagakure, doğduğum yer. Bu köyü gördükçe duygusallaşıyorum ve koşarak doğduğum eve sarılmak istiyorum. Ama Amegakure’ye taşınıldığından beri hiç gitme şansım olmadı. Çocuğu bırakmadan ona Kusa’nın şu sıralarda ne durumda olduğunu sormayı planlıyordum, gerçi o Yuka’ya eşlik ediyordu.
Her şey normal ilerlerken ormanlık bir alana girdik. Çalılıklardan kıpırdama sesleri geliyordu. Genin olduğumda babamın hediye ettiği keskin katanamı elime aldım, ancak senseimiz onu yerine koymamı ve her şeyi kendisinin halledeceğini söyledi. O sırada yaklaşık yirmi shurikenin Yuka’ya doğru geldiğini gördüm. Hemen Hiro ile önüne geçip kunailerimizle bu shurikenleri engellemeyi başardık. “Ganimet bulduk ha ?” dedi , shurikeni fırlatan adam. “Kızı da alalım. İhtiyaç gideririz.” dedi yanındaki adam. Sadece iki kişilerdi. Hatta kaçaklardı. Kaçak oldukları köyün Amegakure olduğu da alın bantlarından belliydi. Senseimize bu adamları tanıyıp tanımadığını sordum. Hayatında hiç görmediğini söyledi. Adamlardan biri genç, biri de yaşlı gözüküyordu. Genç olanın yüzünde gözünden ağzına kadar büyük bir yara vardı. Kıyafetleri ise kirlenmiş Jounin kıyafetlerine benziyordu. Bu adamların kaçak olması çok farklı şeylerle karşılaşmış olduklarını gösteriyor. Aralarından biri Katon:Goukakyuu hazırlığı yapmaya başladı. Sensei Hiro ve bana seslendi. Hiro da Suiton kullandığından dolayı aynı anda Suiton:Mizurappa yaparak Goukakyuu’yu söndürmeyi başardık. Etrafı duman bulutu kaplayınca önümü göremedim, ve çocuğu yakaladıklarını gördüm. Yakalayan herif yaşlı olandı. Sensei, yaşlı olana bir tanto ile saldırdı ve yaşlı adamı göğsünden yaraladı. Çocuğu hemen yanına alıp geri çekildi. Ben de arkama döndüm. Önümde Yuka da vardı. Hiro’nun da kaçtığını düşünerek yaklaşık bir dakika arkama bakmadan koştum. Sonra arkadan hiçbir ayak sesi duyulmadığından ve adamların gittiğini düşündüğümden arkama döndüm. Ve omzuma o sırada bir kunai saplandı. Saplayan kişi, yaralanan yaşlı ninjaydı. Yuka bana medikal yardım yaparken adamların kaçmaya hazırlandığını gördüm. O sırada gözlerimi kapattım, bu saçma kavganın bittiğine sevinirken “Bir iz bırakalım bari !” diye bir ses duydum. Gözlerimi Hiro’ya çevirdiğimde, genç ninja Hiro’nun kafasına bir katana saplamıştı. Bir an kendimi kaybettim. O sinirle Hiro’nun yanına doğru koştum. Ben Hiro’ya ulaşamadan adam Shunshin ile yanımdan kaçtı. İki ninjanın gözden kaybolduğunu farkedince Hiro’ya döndüm. Hiro’nun ölü bedenine titreyerek baktım. Yuka ve küçük çocuk ağlamaya başladı. Sensei dehşetli gözlerle ölü bedene bakıyordu. Gözlerimi kanlar içindeki kafadan ayıramıyordum. Bu çocuk benim arkadaşım olmak için çok uğraşmıştı. Bu çocuk ben yalnız hissederken yüzüme küçük bir gülümseme getirmeyi sağlayan tek kişiydi. Bu çocuk benim tek arkadaşımdı. Ve ben, tek arkadaşımı gözlerimin önünde ölürken izledim. Ölü bedeni kaldırmadan yerdeki halinde sarıldım. “Neden bunlar oldu şimdi, neden ?!” diye haykırırken aynı zamanda hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. O anda hiç kimse, hiçbir şey umurumda değildi.
Uyandığımda, hastanedeydim. Bayılmışım. Son hatırladığım Hiro’nun ölü bedeni üzerinde ağlamamdı. Babam, Yuka ve diğer tanıdıklarım yanımdaydı. Uyandığım anda Yuko “Hiro’nun cenazesi iki saat sonra başlayacak.” dedi. İçimden lanet okuyordum. Bunun olması gerekmiyordu. O iki şerefsiz önümüze çıkmasaydı, Hiro şu anda benimle güzel bir görevi yerine getirmemizi kutluyor olacaktı. O sinir bozucu sesiyle bana iltifat edecekti. Eğlenecektik. Ama her şey bitti. Artık o burada değil. Artık o yok. Ben herhangi bir tanrıya inanmam, yani o öldüğünden beri var oluşunu yitirdi. Ama unutulan kısım, benim yaşadığımdı. O kaçak ninjanın hayatı artık benim elimde.
Cenazeye herkes gelmişti. Ame-chou bile gelmişti. Gözlerim yaşlandı. Ölüm bana o kadar mantıksız geliyordu ki. Özellikle de ölüm kendiliğinden olmadığında. Arkadaşımın yok oluşunu görmek çok mantıksızdı. Bu mantıksızlık içinde kaybolurken hüzünleniyorum. Arkadaşımın, Hiro’nun mezarına bir gül bırakıp o lafları fısıldadım. “Ben senden daha üstün bir tanrıyım, güçsüz olduğun için öldün. Korkma, seni öldüren adamın yüzünü hatırlıyorum, yoldaşım. Huzur içinde yat..” Kendi inancıma uygun olan bu lafları ettikten sonra, eve doğru yol aldım. Beni uzun, hüzünlü ve tatsız, yeni bir hafta bekliyordu. Evden çıkmayacağım, depresyon geçireceğim bir hafta.
Çocuklar, bu hikayeyi duyduktan sonra şaşkın gözlerle bana baktılar. O kadar boş bakışları vardı ki, hikaye boşa gitti gibi hissettim. Kızgın bir bakış attım ve oradan hızlıca uzaklaştım. Çocuklara son bakışımda, mezarlığa doğru gidiyorlardı. Belki de o boş bakışlar, ölüme anlam verememelerinden kaynaklanıyordu. Yine anlamsız, boş, sıkıcı bir gün. Ben bu hikayeyi anlatırken akşam olmuştu bile. Babamın yanına gittiğimde de nerede kaldığımı sorup azarladı beni. Bu kadar bunalım bir hikayeden sonra da babamı çekemeyeceğimden eve doğru yol aldım. Eve gittiğimde bir şeyler atıştırıp uyumayı planlıyorum. Yine yağmuru izleyerek uyuyacağım.
Re: [Anılar] Hiro’nun Ölümü

Gönderilme zamanı:
20 Şub 2016, 21:06
gönderen Wakahisa Yuudai
“İnsanlar neden ölür Yuudai, peki senin inancında buna getirilen bir neden var mı ?”
Bu sözü, Hiro bana ölmeden bir hafta önce sormuştu. O günden bir gün öncesinde, annesi ölmüştü. Annesinin cenazesinde herkes ağlarken, tabuta bakıyordu o boş, umutsuz gözleriyle. Ağlamanın bir yararı olmayacağını bilen tek kişi değildi. Hiro ile ben birbirimize çok benziyoruz diye düşünmüştüm o gün. Bunu daha önce hiç düşünmemiştim. Ben klanımdakilerin dışında kimseyi kendimden üstün gören birisi değilim, yani bu düşünceye sahip olmam imkansızdı. Gözlerim mi açılıyordu, kendi düşüncemden mi sapıyordum bilemiyorum. Ama emin olduğum tek şey, onun tek arkadaşım olduğuydu. Ve o öldükten sonra, bir daha da onun gibi bir arkadaşım asla olmayacak. Olmak isteyenler bile olsa, onları kabul edeceğimi sanmıyorum. Reenkarnasyon gerçekse, ve Hiro’nun ta kendisi beni bulursa işler değişir. Ama onun dışında, hayır. Bu günden sonra, yalnızım. Shinobi olarak olmasa bile, arkadaş olarak yalnızım. Bu benim umurumda mı peki ? Hayır, değil. Artık bir arkadaşa ihtiyacım yok. Çünkü ölüm diye bir gerçek var. Bu gerçekten nefret ediyorum. Bu gerçeğin kimseye ulaşmasına izin vermeyeceğim, Hiro da bunu isterdi. Ama her ne olursa olsun, intikam diye bir duygu taşıyorum. Bu duygunun gerçek olmasını sağlayacak kişi de benim. Hiro’nun intikamını almamı Hiro ister miydi bilmiyorum. Ama eğer bu intikamı almadan ölürsem, Hiro’nun yüzüne bakamam. Bu nedenle, O kaçak , piç herif kim ise, gazabımın tadına bakacak. Ama bundan önce gelişmem gerekiyor. Sahip olduğum doğal chakrayı geliştirip Suiton elementi ile ilgili ne yapabiliyorsam yapmam gerekiyor. Hiro da bunu isterdi, kesinlikle.
“Aaa, kağıdın ıslandı Yuudai ! Bu ne anlama geliyor şimdi ?”
Eski senseimiz bize bunun Suiton elementini kullanabileceğim anlamına geldiğini söylemişti. Çok mutlu olmuştum. Yağmurdan nefret eden biri olarak, nefret ettiğim maddeyi karşımdaki düşmana salabileceğim. Hiro’nun kağıdı ise buruşmuştu. Raiton ve Suiton birbirlerine uyuştuğu için ikimiz de bu sonuca çok mutlu olmuştuk. Geriye kalan tek şey, yeni teknikler ile elementlere olan bağlılığımızı arttırmak. Hiro, haftanın beş gününde çalışmayı önermişti, kısa bir süreliğine tabii. Gerçekten de çok çalışıyorduk. İlk hafta, ikişer jutsu öğrenmemiz de bunun kanıtıydı. Hiro, gücümü test etmek istedi bir haftanın sonunda. Senseimiz ile birlikte Amegakure’deki ormanlardan birine gidip, açık bir alan bulduk. Sensei, başlama işaretini verdiği anda birbirimize doğru koştuk. Havaya doğru zıplayıp üç kunai fırlattım. Üçünden de Kawarimi sayesinde kaçtı. Bir ağaca saplı olan kunaiyi görememiştim ve Hiro’nun zeki olduğunu o zamanlar bilmiyordum. “Sanzengarasu no Jutsu !” diye bağırdıktan sonra, 50 karga ile Hiro’ya saldıracakken, Hiro da “Raigeki no Yoroi !” diye bağırdı, ve iki kunaiyi havaya doğru tuttuktan sonra tüm bedeni elektrik ile kaplandı, ve kargalara saldıracağı belliydi. Kunaileri bir kere savursa, tüm kargalar yok olacaktı. Hepsini aynı yöne göndererek hata ettiğim doğruydu. Ancak, bu kadar güçlü bir jutsuyu ne kadar kısa bir zamanda öğrense de, plan yapma konusunda hala iyi değildi, çünkü bu jutsu tek saldırılık bir jutsuydu. “Gerizekalı…” Üstündeki yıldırım yok olduğunda, geriye çekildik ve ikimiz de el mühürlerine başladık. Ben Suiryuudan yapmaya başladım. Mühürlerin daha yarısında iken “Raiton!” diye bağırdığını duydum, ve mühürleri yapmadan önce ağaçların arkasında saklanan Bunshin’im ortaya çıktı. Ona iki kunai fırlatıp yok oldu, böylece Hiro’nun yaptığı mühürler kesildi. Ona bir kunai isabet etmese de dikkatini dağıtmış oldum. Böylece Suiryuudan’ı düzgün bir şekilde uygulayabildim. Nedense tüm chakrasını kullanarak bir Raiton darbesi yapmayı planlıyordu, ancak bu sırada bir su birikintisinin üstünde yürüdüğünün farkında değildi ki, Suiryuudan ona çarpmadan önce suyun içine düştü. Boğulmadı, ve yukarı çıktığında yüzünün önünde ona karşı bir kunai tuttum. “Ben kazandım.” dedikten sonra o gün onunla başka hiç laf konuşmadan oradan uzaklaşmaya başladım. Tam uzaklaşırken, az önce yüzüne kunai tuttuğum Hiro, “Mizu Bunshin’i bile farkedemiyorsun, pek yazık Yuudai-kun.” dedi. Bunu dedikten sonra da, o Hiro suya dönüştü. Şaşkına dönmüşken, bir ağacın üstünden üstüme atladı, ellerimi birleştirip kunaiyi yüzüme doğru tutup kazandığını söyledi. İşte o gün, Hiro’nun zekasının seviyesini anlamış oldum. Böyle güzel bir karşılaşma için ona teşekkür ettikten sonra, evime döndüm o gece. Sonraki gün ise, Hiro için bir kabus olacaktı.
“Yuudai, bugün keyfim yok. Yarın çalışırız.”
Sinirli bir şekilde ne olduğunu sorduğum zamanlarda, bir şey demiyordu. Ben de zorlamayı bırakmıştım. Yanımdan uzaklaşırken, annesinin fotoğrafına bakıyordu. Buna anlam vermeye çalışırken, olayı çaktım ve mezarlığa doğru koştum. Yarının cenaze duyuruları listesinden de kötü haberi aldım. Annesi olan Kiseki Mikoto’nun cenazesi yarınaydı. Normalde birisi öldüğünde o kişinin benimle ilgisi yoksa, o kişinin ölümü umurumda değildir. Ama bu sefer iş farklı. Ölen kişi, en yakın arkadaşımı doğuran kadın. Hızlı ve gizli bir şekilde, Hiro’yu takip ettim. Ormanların ortasında, bir taşın üstüne oturup ağlamaya başladı. Şakır şakır yağan yağmur gözyaşlarıyla karışıyor, saniyede bir duyulan gök gürültüsü de onunla birlikte ağlıyordu. Ve o anda, ilk defa onun kekkei genkai’sini gördüm. Arkasından yavaşça, siyah kanatlar çıkmaya başladı. “Lanet olsun !” diye bağırdıktan sonra, havaya doğru süzüldü ve uzaklaştı. Onu daha fazla takip etmenin gerekmediğini de o zaman anladım. Klanının geçmişi hakkında tek bilgim, Konoha’dan geldikleri idi. Amegakure’ye göç etme nedenleri hakkında ise hiçbir fikrim yok. Ancak bu da Hiro ile benim ortak noktalarımdan biriydi. İkimizin de klanları farklı köylerden gelmekte. İstemsizce gülümsedim. Arkadaşlıkları güçlendiren nadir şeylerden biri de insanların ortak noktalarıdır. Benim gibi yalnız ve sevginin ne olduğunu umursamayan bir insan bile böyle bir kuralı biliyorsa, arkadaşlığın ne kadar önemli bir şey olduğu da bellidir.
Annesinin cenazesinde, insanların ağlayışları kulağımda, Hiro’nun boş bakışları gözümün önündeydi. Hepimiz birer gül koyuyorduk. Hiro ise bir demet gül koydu. O gülleri koyarken ağzından çıkan cümle, anlamsız olsa da çok güzel bir cümleydi. “Güneşe doğru uçan shinobiler, kanatlarından arınarak yere yığıldı.” Mezar taşına bir öpücük kondurdu ve yüzünde küçük bir gülümseme ile yanıma geldi. Oradan ayrıldığımızda bu cümlenin anlamını sordum. “Klanımda bu söz yıllardır var. Biraz değiştiği söylense de, pek fazla anlama gelebilir. Merak etme, önemi yok. Artık hiçbir önemi yok.” Her ne kadar gülümsemeye çalışsa da, hiperaktif ve mutlu olsa da, üzgünlüğü gözlerinden anlaşılıyordu. Ayağa kalkıp, eve gideceğini söyledi.
“Bu arada Yuudai, insanları takip etmek hiç hoş değil.”
Re: [Anılar] Tek Arkadaşım; Kiseki Hiro

Gönderilme zamanı:
01 Mar 2016, 00:24
gönderen Wakahisa Yuudai
Hiro için aklımda kalan tek soru vardı zamanında. Bu sorunun cevabını o ölmeden önce almıştım, ama cevabı ondan almamıştım. Soru, klanının tam olarak ne olduğuydu. O havada süzülen kanatların arkasında ne olduğunu öğrenmek, onun arkadaşı olarak benim de hakkımdı. Amegakure kütüphanesinde genellikle klanlarla ilgili bilgiler olduğu için oradan bir kitap bulup Kiseki klanını araştırma vakti geldiğinde, sağımı solumu kontrol edip kütüphaneye gitmiştim. Onun beni takip ettiğini hissedebiliyordum ancak pek de umurumda değildi. İstediğimi almakta özgürüm. O günü adım gibi hatırlıyorum. Göreve çıkmadan bir gün önceydi. O gün, çarpışan bulutların içinden bardaktan boşalırcasına yağan yağmur beni hüzünlendiriyordu. Sanki içimde bir şeyler olacağının hissi vardı. Kalbim olduğundan daha hızlı atıyor, başım ağrıyor, ateşim çıkıyor, gözlerim kararıyordu. Her yıl o gün geldiğinde aynı hissediyorum. O gün, Hiro'nun ölmeden önceki son günüydü.
"Yarın göreve çıkıyoruz ha, çok yorma kendini Yuudai-kun."
Hayatta en çok nefret ettiğim iki şey. Yağmur ve gök gürültüsü. Genelleme gibi olacak ama, ben de o yıldırımı umursamayıp gök gürültüsünden tırsan insanlardanım. Ve çoğu kişi böyle. Aslında asıl zarar verebilecek şey yıldırım, ama biz insanlar cahiliz. İçimi kaplayan şu acı verici duyguyu kitap okuyarak atacağımı düşünerek kütüphaneye doğru yola çıktım. Tek amacım normal kitapları okuyup eğlenmek değil tabii. Hiro'nun klanı hakkında kendimi biraz eğitmek istiyorum. Ben, arkadaşlıklarımı karşımdakinin gücü nedeniyle kurarım. Gidip de iyi kalpli, tatlı biri ile arkadaş olacağıma sinir bozucu, şerefsiz ama benden güçlü biriyle arkadaş olurum daha iyi. Hiro ise muhteşem bir arkadaş diyebiliriz. Hem mutlu ve komik, hem de güçlü. Onu, kanından gelen güç ile savaşırken göremediğim için hala üzüntü duysam da onun ne kadar güçlü olduğunu öğrenmenin tek yolu kütüphaneye gidip onun klanını araştırmak olacak.
Bugün sanki yağmur daha da farklı. Yüzü gülen tek bir insan görmüyorum sokaklarda. Herkesi aşırı derece etkili bir hüzün kaplamış. Beni de öyle. Şurada önümüze gök taşı düşse tepki vermeyecek, hayır, veremeyecek gibi hissediyorum kendimi. Pazar satıcıları meyveleri ve sebzeleri poşetlerken yüzlerinden aşağıya doğru süzülen yağmur damlaları gözyaşları ile karışıyor, demirci kunai yapımı ile uğraşırken normalde olduğundan daha yavaş yapıyor bu işi. Dükkan sahipleri ise pek ağlamaklı. İnsanların bu halini gördüğümde doğal olarak ben de hüzünleniyorum. Hala anlayamıyorum. Ne bizi bu hüzünlendiren ? İnsan doğasını anlamak gerçekten çok zor. Belki de aklım bunu anlamak için yeterince gelişmiş değildir. Gittiğim kütüphane, çok ışıklı ve güzel bir kütüphane. En azından orada mutlu bir ortam olursa okuyacağım kitaba kolaylıkla odaklanırım. Olmazsa, büyük ihtimalle kitabı isteyip eve gideceğim. Ama asıl amacım orada rahat rahat oturup okumak. Kütüphane sonunda gözle görülebilecek bir uzaklığa geldi.
"Buyrun, nasıl yardımcı olabilirim ?"
Adamdan hızlıca Kiseki klanını anlatan bir kitap göstermesini istedim. Adam beni üst kata çıkardı ve dört beş raftan oluşan büyük dolaplardan en sağımdaki dolabın dördüncü rafının tamamen Kiseki klanına ait olduğunu söyledi. Adama teşekkür ettikten sonra şöyle etrafıma bakındım. İnsanlar mutlu ve sessiz bir şekilde kitaplarını okuyor. Bunun sonucunda, o rafa gittim ve "Kiseki - Giriş" adlı kitabı aldım. Kitabı okumaya başladım. Kitabın başlangıç bölümünde, Kiseki klanının tarihi anlatılıyordu. Beni ilgilendiren kısım klanın gücüydü. Başlangıç kitabına kısaca bakındıktan sonra rafa koydum ve tüm kitapların isimlerine baktım. İçlerinde "Kiseki - Kekkei Genkai" adında bir kitap bulduğumda hızlıca kitabı kapıp kütüphanenin rahat koltuklarından birine oturup okumaya başladım.
"Kiseki klanının gücü neredeyse hiç bir klanda olmayan özel bir kekkei genkai sayesinde gelmektedir. Klanın kanından olanların omuz bölgelerinin üst kısımlarında, sağ ve sol taraflarda iki büyük kanat çıkar. Bu kanatlar, onların uçmasını sağlar. Kanatlardan tüyler dökülebilir. Kanatların tüm tüylerine patlayıcı kağıtlar yapıştırılabilir. Bu patlayıcı kağıtlarla bağlı kanatları farklı gizli teknikler sayesinde rakibe fırlatıp patlatabilirler. Ayrıca kullanıcının elementi ne ise, bu element kullanılarak kanat ile el mühürsüz teknikler yapılabilir."
Okuduklarım beni oldukça şaşırttı. Bu bahsedilenler Hiro'nun gerçekten güçlü olduğunu kanıtlıyor. Ben ise onun kadar güçlü olduğuma inanmıyorum. Gerçekten gelişmem gerekiyor. Hiro'yu geçmek, onun önünde ilerlemek, ona yol göstermek istiyorum. Bunun sayesinde, şu anki tek arkadaşımı koruyabilirim. Yarınki görevde de bunu kanıtlayacağım. Ne olursa olsun onu koruyacağım. Kesinlikle.
"Özür dilerim. Seni koruyabilecek kadar güçlü değildim. Ama bu faktör, senin intikamını alacak kadar güçlü olmadığımı göstermez. Sadece izle beni, tek arkadaşım; Kiseki Hiro."
KONU SONU