1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

Irori Başı Hikâyeleri

MesajGönderilme zamanı: 05 Oca 2016, 04:06
gönderen Junji Makoto
İzleyin youtube.com


The night is no time for a woman to be training, stand aside.


Sıcak suyu kâseye döktü Makoto, ardından salonun ortasındaki irori'nin hemen yanına, kendi minderine çöktü. Güneş çoktan batmıştı, 2 kişi için yeterince geniş olan tipik bir japon salonunun ortasındaki şöminedeki ateş haleleriyle dans ederken odayı loş bir ışık dolduruyordu. Hashileri ile kâseyi karıştırmaya başladı, bir yandan Satoshi'nin konuşmasını bekliyordu, oysa o kendi kâsesine çeşitli baharatları dökmekle meşguldü. Bir sıkıntıyla gözlerini devirdi Makoto, bir parça erişteyi hashisiyle tutup kaldırırken. Hala tam olmadıklarına karar verdiğinde bıkkın gözlerini Satoshi'ye çevirdi ve turuncu ışıkta parlayan gri saçlarını gördü. Onunkiler gibi uzundu ve arkada toplanmıştı; lâkin Satoshi'nin saçları daha kabarık ve perçemleri daha uzundu. Artık gözüne kaçacak olan uzun saç görev performansını etkilemeyecekti, o eksik bacağı bunu kesinleştirmişti yıllar önce zaten.

Buna rağmen kâseye diktiği gözlerindeki ışıltısı bir farklıydı.

"Tamamdır, biraz ağzımı ıslatmama izin ver, ardından başlayayım." İçinde çeşitli baharatlar bulunan ufak kutuyu yere bıraktı ve minderi üzerinde biraz daha rahat bir oturuşa geçti. "Eh, ramen soğuyacaktı biraz daha bekletseydin." Sırıtmakla yetindi Satoshi, ardından sıcak sudan biraz içtikten sonra boğazını temizledi. "En son Zan'ın başına gelenleri hatırlıyor musun?" Bir kaç gece önce anlattığı hikâyeyi tekrar anımsamak için kendine bir kaç saniye verdi Makoto. Bu sırada da, ikisi de aynı anda erişteleri ağızlarına götürdüler ve kısık bir höpürtü ile yuttular. "Sanırım. En son Tenzan'ın bölgesindeki son kontrol noktasına yaklaşıyordu, şu bambu ormanının ortasındaki."

Zan'nın hikâyelerini çocukluktan beri dinlemekteydi Makoto. Satoshi'nin anlattığına göre, bundan çok da uzun olmayan bir zaman önce yaşamıştı. Buradan doğuda, hakkında çok az şey bilinen ülkelerden birinde, Lord Kaika'ya onur bağı ile ant içmiş olan Azuma ninja klanının son üyesiydi. Şu anda, hikâyeye göre yani, Tenzan adlı bir kötü savaş lordunun bölgesinden geçmekteydi; Tenzan, Kaika'ya savaş açma niyetindeydi ve Zan ordu nakliyat planlarından birini çalmayı başarmıştı. Fakat planları çaldığı ordu yerleşkesinden kaçarken ezeli rakibi Yukikaze ile bir kez daha karşılaşmış, dövüş berabere sayılacak bir şekilde bitse de ağır yaralanmıştı.

"Evet, tam orada kalmıştık." Tekrar bir hashi dolusu erişteyi ağzına götürdü Satoshi, çiğnerken ise biraz ileriye doğru eğildi, Makoto'nun dikkatini tamamen toplamak istiyordu. "Dolunayda bile, orman ne kadar karanlıktır bilirsin Makoto. Bambu ormanları hele, hiç bir rengin gözüne ilişmesine izin vermez. İşte tam da böyle bir gecede, sendeleyerek kendini bir bambu ağacının dibine bıraktı kendini Zan..."

Bambu ağacının dibine çöktüğünde, siyah kıyafetinin üzerindeki ıslaklık tepeden süzen ay ışığında parlıyordu. Kendi kanı olduğu barizdi, fakat yapacak çok bir şeyi yoktu. Kanamayı durdurmak için yanındaki balçığa benzer şeyi kullanmıştı, lâkin ormana girmeden önce izini kaybettirmeye çalışırken yarası tekrar açılmış olmalıydı. Acıyla inledi oturuşunu düzeltirken, rahat nefes almak için burundan aşağısını kapatan peçesini indirdi ve gökyüzüne baktı. Muhtemelen kontrol noktasındaki askerlerin sağlığıyla ilgilenen ufak bir sıhhiyeci takımı olmalıydı. Eğer onların malzemelerine ulaşabilirse yarasını dikebilirdi. Bir kaç doz afyon da bulabilirse bu acısını dindirecek, sabah sınırı geçerken ona yardımcı olacaktı.

Aklına farklı bir plan gelmemişti son 2 dakikadır. Kanaması nispeten yavaştı fakat durmayacaktı, yara derindi. Ayağı kalktı, peçesini tekrar suradına geri çekti, bambu ağaçlarının arasından hayal meyal seçtiği, ufuktaki ışıklara doğru ilerlemeye başladı.

Ormanın ortasındaki kontrol noktası, çembersel bir yerleşke şeklinde kurulmuştu ve çevresi, bu açıklığı yaratmak için kesilen ağaçlardan yapılma surlarla çevriliydi. Surlar aşırı yüksek değildi, en azından onun için. 3 metreyi gayet kolay bir şekilde aşabileceğini düşünüyordu. Onun canını asıl sıkan ise, yarasıydı. 2 bambu ağacının arasından çevreyi gözetlemeye devam etti surların yüksekliğini tayin ettikten sonra. Yerleşkenin surlarının üzerinde belirli aralıklarla yerleştirilmiş korumalar biraz sıkıntı çıkarabilirdi belki, fakat bir tanesini sessizce indirebileceğinden emindi. Dişini sıktı, birazdan yapacağı şeyin ardından yarası epey acıyacaktı. Bir tane shurikeni, tam önünde, surun üzerinde bulunan korumanın dikkatini dağıtmak için adamın sağına doğru fırlattı.

Bambu ağaçlarının arasından çıktı ve belini yere 90 derece bükerek koşturmaya başladı. Sura yaklaştığında tek bir hamle ile sıçrayarak 2. metresinde duvara değdi ve hiç beklemeden bir bambu parçasına tutunarak kendini yukarı fırlattı. Tam bu sırada, başka yöne bakan korumanın hemen üzerindeydi. Havadaki ivmesini kullanarak hasır şapka giymiş hafif zırlı herife sert bir diz geçirdi ve beraber surun arka tarafına, yerleşkenin içine doğru yuvarlandılar.

Yaptığı hareketin ardından bir kaç metre yuvarlandı ve haykırmamak için kendini zor tuttu. Zaten yere inişini berbat etmişti, planında yuvarlanmak yoktu. Hızlıca ayağı kalktı ve etrafına baktı. Sağında bambudan tek katlı bir bina vardı, ilerisi ise açıktı ve muhtemelen yerleşkenin merkeziydi; ortada kocaman bir ateş yakılmıştı. Onun ardında ise tek kişilik çadırları görebiliyordu. Bunlar da askerlerin uyuduğu kısım olmalıydı. Etrafın krokisini hemen zihnine kazıdıktan sonra yerde baygın yatan elemanı ayaklarından kaptığı gibi, sağ tarafındaki binanın arka tarafındaki bir kaç fıçının arasına sürükledi. Yuvarlanmalarının ardından emindi ki, birileri bakmaya gelecekti. En azından ortalıkta baygın birinin olmaması ona vakit kazandırırdı, bu herif uyanana kadar en azından.

Korumayı fıçıların arasına oturur pozisyonda bıraktıktan sonra hemen binanın sağ tarafına devam etti. Bu bina depo olmalıydı fakat işine yarayacak bir şeylerin içeride bulunma ihtimalleri azdı. O yüzden pas geçecekti. Ondan ziyade, ortada yanan ateşe yakın duran geniş bir çadıra gözü ilişti. Bu çadırın yarısı tamamen açıktaydı ve çadırın içerisindeki masaları görebiliyordu. Aradığı şey bu olabilirdi. Sırtını yasladığı bambu duvarından kendini ayırdı ve yerde sürünerek hedefine doğru ilerledi.

Çadıra önden yaklaşması tehlikeliydi zira açıkta olan kısmı direk ateşe bakıyordu. Muhtemelen çevrede dolanan 2 kişilik devriyeler tarafından farkedilirdi. Bu yüzden, itinayla bir eliyle yarasını tutacak ve dişini sıkarak çadırın arkasına geçmek için uzun yolu kullanacaktı. Böylece ateş, ona göre, çadırın ardında kalacak ve yaklaşması daha rahat olacaktı. Çadıra yaklaşınca da sırtındaki Izayoi'yi çekip bir kısmını yırtarak masalara ulaşabilirdi.

Planını başarıyla uyguladı. Çadırın arka kısmından ufak bir yarık açıp, o yarıktan masanın üstündekileri tanımaya çalıştı. Bir kaç tane tıbbi malzeme gördü, ayrıca ufak paketlerde afyon da seçebiliyordu. Gerekli olabilecek herşeyi teker teker alıp bel çantasına iliştirdi ve oradan uzaklaşmak için kampın diğer kısmına ilerledi. Bir kaç devriyeyi yerde sürünerek atlattı, ardından seri bir şekilde belini kırarak ekipman kutularının arasından yürüyerek sura ulaştı. Seri bir hamlede onu aştı ve ormana doğru seri bir şekilde uzaklaşmaya başladı.

Kontrol noktasından yeteri kadar uzaklaştıktan sonra, vardığı ufak bir açıklığın ortasına kendisini attı Zan. Hızlıca ekipman çantasını bir köşeye fırlattı. Acıyla inledi, fakat sesini olabildiğince alçak tutmaya çalıştı. İradesinin kırılmaya başladığının farkındaydı. Hızlıca bir hamle ile giysisinin yarasına denk gelen kısmını yırttı ve çantadan çıkardığı, yapraklara sarılı Geyikotu özütünü hiç düşünmeden yarasına yapıştırdı ve yaymaya başladı. Tanıdık soğukluk tüm yarasından vücuduna yayılırken nefesleri normalleşti, zihni tekrar yerine gelmeye başladı.

Terini sildi ve derin bir nefes verdi. Tekrar kafasını kaldırıp aya baktı, 5 dakika önce hatırladığından daha netti artık. Acı yerini tatlı bir uyuşmaya bırakırken kendini oturduğu yerde toparladı ve çadırdan kaptığı bir iğne iplik çiftine gözünü iliştirdi. Çok acıyacaktı, bayağı hemde. Fakat bunu yapması gerekiyordu eğer Kaika'nın topraklarına kan kaybından ölmeden ulaşmak istiyorsa. Yaptığı hatanın karşılığını çekmek zorundaydı. Düşmanına karşı gardını hiç indirmemeliydi, o düşman bir zamanlar yoldaşı olmuş olsa bile.

Tüm düşünceleri, ufak açıklığın karşı tarafında bir silüet gördüğünde dağıldı. Yerleşkeden çıkarken görülmüşmüydü? Takip edilmesi olanaksızdı, bunun önlemini almıştı. Yarasına dikkat ederek ayağı kalktı ve sırtındaki Izayoi'yi çekti, açıklığa doğru yaklaşan silüet çoktan ay ışığı ile aydınlanmaya başlamıştı. Kaçmak artık son çareydi, muhtemelen savaşması gerekecekti.

Bir kadın figürüydü gelen, kuğu gibi inceydi, fakat iki elinde de hazırda bekleyen naginatası tıslayan bir yılandan farksızdı. Saçları siyah ve kısaydı, sola doğru taranmış ve tutturulmuştu. Saçları ıslaktı. Üzerindeki kırmızı ve dar hakamadan anladığı kadarıyla Tenzan'ın ordusunda görevli bir bölük kaptanıydı. En son ihtiyacı olan şeydi bu, fakat bütün ormanı ayağa kaldırmadan da bunu halledebilir gibiydi. Savaşçıları muhtemelen etrafda değildi, olsaydı çoktan ortaya çıkmış olurlardı. Tahminleri yanlış değilse biraz kendine zaman ayırmak için ormana gelmişti ve şansa bak ki, Zan ile karşılaşmıştı.

"Bu bölge Tenzan'ın kontrolünde, shinobi. Tutuklusun. Eğer teslim olursan hayatını bağışlarım." Sert çehresindeki dudakları yüksek bir irade ile konuşmuştu. Savaşması gerektiği, bir ihtimalden gerçekliğe doğru ilerliyordu. Tehditkâr bir ton ile konuşmayı deneyecekti Zan, bir işe yaramayacağını bilse bile; "Gece, bir kadının antreman yapması için uygun bir zaman değil. Silahını indir, gitmeme izin ver."

İkisi de ilk kimin hamle yapacağını merak ediyordu.


Makoto dikkatlice son erişteyi de çiğneyerek yuttu ve Satoshi'nin bakışlarını kaybetmeden, kâsesini yere koydu. "Eee, sonra? Herhalde Zan kadının hamlesini beklemiştir. Sabırlı bir stili var." Hala kâsesinde ramen olan Satoshi ise hafifçe gülümseyerek hashisi ile kocaman bir erişte yığını attı ağzına. Makoto sabırlıydı, ama Satoshi'nin rameni tamamen bitirene kadar konuşmaması da sinirlerini germişti. "O soruya daha sonra cevap vereyim. Bu akşamlık bu kadar yeter bence."

Makoto istemeyerek Satoshi'nin kâsesini aldı ve kendininkinin üstüne koydu. "Peki, sen nasıl istersen Satoshi." Satoshi gülümsedi ve şömineyi, üzerine kazanda kalan suyu biraz dökerek söndürdü ve bastonundan destek alarak ayağa kalktı. Eksik ayağının yerine kullandığı bastonun üzerinde, odasına doğru yollanırken konuştu. "Haftaya gizemli savaşçı ile olan düelloyu kaçırma ama. Geç gelirsen eksik anlatırım."

Haftaya muhtemelen yine bu şöminenin başında olacaklardı, fakat Makoto bunu hikâyeyi merak ettiği için değil, Satoshi'nin üzülmemesi için yapacaktı. Kâseleri mutfağa bıraktı ve odasına çekildi.

Re: Irori Başı Hikâyeleri

MesajGönderilme zamanı: 30 Oca 2016, 20:56
gönderen GM - Naruto
Ka-ching! RPGTurk yönetimi insiyatifiyle, kurgularınıza özen gösterdiğinizden mütevellit ödül kişi başı 15GP kazandınız! Güle güle harcayın.