Şafaktan Önce

Bu; Yume, Sachi ve Sagi'nin hikayesidir. Ve onlara yol gösteren bir adamın.
-------------------------------
İzleyin youtube.com
"Oooosssaaan-yooo!!" Yorgunluktan acınası bir şekilde çatlayan sesi duyuldu Sagi'nin. "Daha ne kadar yürüyeceğiz?" Yağmur iyiden iyiye şiddetini arttırmış, toprak zemin vıcık vıcık çamura dönüşmüştü. En önden yürüyen uzun boylu adamın cevap vermesine fırsat vermeden Sachi konuştu bu kez: "Miyavlamaya devam edersen yürüyebilecek bacakların olmayacak Sagi." Yağmurluğunun önünü hafifçe sıyırdı ve beline asılı katanasının kabzasını gösterdi. Sagi'nin buna cevabı çok ani ve sert olmuştu: "Sen kiminle uğraştığının farkında değilsin sanırım Sachi-no-yaro!" diyerek kendi yağmurluğunu bir hışımla arkaya, yere doğru fırlattı ve bu kez o belindeki katanasına uzandı. Ancak yalnızca göstermek için değil, kına sürten metal sesi duyuldu ve ay ışığı katananın üzerinde parladı. Kızıl gözlerle yeşil gözler buluştu birden, ancak ikisi de kendilerine dönmüş olan mavi gözlerin farkındaydı. "Yeterli. Sachi, Sagi." Sachi, yağmurluğunun kapuşonunu yeniden kafasına geçerek önüne döndü "Tch."
"Mooo! Yume-Chaan, yağmurluğumu boşuna mı kirlettim ben şimdi?" diğer üçlü ilerlemeye devam ederken, söylenerek yere atmış olduğu yağmurluğunu yeniden üzerine geçirdi Sagi. Koşar adımlarla ekibin kalanına yetişirken katanasını kınına yerleştirdi. Bu sırada en önden yürüyen adam konuşmaya başlamıştı: "Hanımlar, biliyorum uzun süredir yürüyoruz ancak çok az kaldı. Yağmur Ülkesindeyiz, bu yüzden yağış konusunda yapabileceğimiz bir şey yok. Ancak Amegakure'ye vardığımızda dostumuzun bizi ısıtmak ve rahat ettirmek için elinden geleni yapacağına şüphem yok. Ve bu, maceramızın ilk parçası sadece. Daha yapacak çok fazla işimiz, görecek çok fazla insan var biliyorsunuz. Sabırlı olmalıyız." Çok kibar, ve çok asil.
"Mei-Sama. Yemeğinizi getirdim. Şimdi size yardımcı olacağım."
Amegakure'ye girişleri pek de sorun olmamıştı. Üzerlerindeki yağmurluklar ve basit görünümleriyle, sıradan birer gezginden farksızdılar. "Sanırım buradan gidiyoruz." Köy meydanına ulaşmadan bir ara sokağa girmişti adam. "En son geldiğimde bir dahaki sefer burada buluşacağımızı söylemişti." İki kez sola döndüler, sonra bir kez sağa. Yirmi metre kadar yürüdükten sonra, adam yağmurluğunun içinden cebine ulaştı ve ufak bir arayıştan sonra paslı ve büyük bir demir anahtar çıkardı. Demir bir kapının önünde duruyor olduklarını farketti üçüzler aynı anda. O kadar yorulmuşlardı ve ıslanmışlardı ki, önlerini bile pek gördükleri söylenemezdi. Anahtar kapı deliğine girdi, bir kez çevirildikten sonra büyük bir gıcırtıyla açıldı kapı. "Voaaah." Sagi'nin biraz şaşkınlık, biraz korku karışımı çığırtısını kimse kaale almadı. Adam, içeri girmeleri için onları yönlendirirken konuşmaktaydı: "Bir şöminemiz var, hızlıca ateş yakacağım. Siz bu sırada yağmurluklarınızı çıkarın. Biraz kurunup ısınalım, en önemlisi de dinlenelim. Birkaç saate kadar gelmiş olur."
-------------------------------

"Oooosssaaan-yooo!!" Yorgunluktan acınası bir şekilde çatlayan sesi duyuldu Sagi'nin. "Daha ne kadar yürüyeceğiz?" Yağmur iyiden iyiye şiddetini arttırmış, toprak zemin vıcık vıcık çamura dönüşmüştü. En önden yürüyen uzun boylu adamın cevap vermesine fırsat vermeden Sachi konuştu bu kez: "Miyavlamaya devam edersen yürüyebilecek bacakların olmayacak Sagi." Yağmurluğunun önünü hafifçe sıyırdı ve beline asılı katanasının kabzasını gösterdi. Sagi'nin buna cevabı çok ani ve sert olmuştu: "Sen kiminle uğraştığının farkında değilsin sanırım Sachi-no-yaro!" diyerek kendi yağmurluğunu bir hışımla arkaya, yere doğru fırlattı ve bu kez o belindeki katanasına uzandı. Ancak yalnızca göstermek için değil, kına sürten metal sesi duyuldu ve ay ışığı katananın üzerinde parladı. Kızıl gözlerle yeşil gözler buluştu birden, ancak ikisi de kendilerine dönmüş olan mavi gözlerin farkındaydı. "Yeterli. Sachi, Sagi." Sachi, yağmurluğunun kapuşonunu yeniden kafasına geçerek önüne döndü "Tch."
"Mooo! Yume-Chaan, yağmurluğumu boşuna mı kirlettim ben şimdi?" diğer üçlü ilerlemeye devam ederken, söylenerek yere atmış olduğu yağmurluğunu yeniden üzerine geçirdi Sagi. Koşar adımlarla ekibin kalanına yetişirken katanasını kınına yerleştirdi. Bu sırada en önden yürüyen adam konuşmaya başlamıştı: "Hanımlar, biliyorum uzun süredir yürüyoruz ancak çok az kaldı. Yağmur Ülkesindeyiz, bu yüzden yağış konusunda yapabileceğimiz bir şey yok. Ancak Amegakure'ye vardığımızda dostumuzun bizi ısıtmak ve rahat ettirmek için elinden geleni yapacağına şüphem yok. Ve bu, maceramızın ilk parçası sadece. Daha yapacak çok fazla işimiz, görecek çok fazla insan var biliyorsunuz. Sabırlı olmalıyız." Çok kibar, ve çok asil.
"Mei-Sama. Yemeğinizi getirdim. Şimdi size yardımcı olacağım."
Amegakure'ye girişleri pek de sorun olmamıştı. Üzerlerindeki yağmurluklar ve basit görünümleriyle, sıradan birer gezginden farksızdılar. "Sanırım buradan gidiyoruz." Köy meydanına ulaşmadan bir ara sokağa girmişti adam. "En son geldiğimde bir dahaki sefer burada buluşacağımızı söylemişti." İki kez sola döndüler, sonra bir kez sağa. Yirmi metre kadar yürüdükten sonra, adam yağmurluğunun içinden cebine ulaştı ve ufak bir arayıştan sonra paslı ve büyük bir demir anahtar çıkardı. Demir bir kapının önünde duruyor olduklarını farketti üçüzler aynı anda. O kadar yorulmuşlardı ve ıslanmışlardı ki, önlerini bile pek gördükleri söylenemezdi. Anahtar kapı deliğine girdi, bir kez çevirildikten sonra büyük bir gıcırtıyla açıldı kapı. "Voaaah." Sagi'nin biraz şaşkınlık, biraz korku karışımı çığırtısını kimse kaale almadı. Adam, içeri girmeleri için onları yönlendirirken konuşmaktaydı: "Bir şöminemiz var, hızlıca ateş yakacağım. Siz bu sırada yağmurluklarınızı çıkarın. Biraz kurunup ısınalım, en önemlisi de dinlenelim. Birkaç saate kadar gelmiş olur."