1. sayfa (Toplam 2 sayfa)
Ağustos Böceği

Gönderilme zamanı:
25 Ara 2015, 11:56
gönderen Oujichi Tama
"Ve karınca. Basit; karınca yazın çalıştığı için bütün kolonisiyle kışı rahat geçirir ve koloni hayatta kalır, ağustos böceği ise yazın şarkı söyleyip etrafta uçuştuğu için kışı atlatamaz ve bir sonraki yazı göremez. Bunun neresi yanlış? Tabi sonunda karınca hayatta kalır ancak ağustos böceği yaşar.""Düşündüğün kadar çok aklın olsaydı sen de yaşıyor olurdun." diye mırıldandı kız. Tek odalı evinin ortasında ne kadar sessizce konuşmuş olduysa olsun söylediği saçma argüman duvardan sekip ona başka birinin sözleriymiş gibi geri gelmiş ve istemsizce kendi kendiyle dalga geçmesine sebep olmuştu. Elbette duvarında asılı tek defter parçasında yazılı olan şeyi yazmış olan adam düşündüğü kadar zekiydi, tam olarak da düşündüğü kadar. Bu yüzden yetimhaneye giderken evi ateşe vermeden önce aldığı tek şey buydu ya.
Babasının tembihlerini eksiksiz uygulamıştı o gün, kendi ayaklarıyla Saklı Yağmur köyüne göre sıcak evinden yetimhaneye bile yürümüştü ama o zamandan beri babasını sevmesin sağlayan tek şeye, tek düşünce parçasına arkasını dönememişti. Babası hikayedeki ağustos böceğiydi ve kaçıp gittiği için Tama onu suçlayamazdı.
Üstündeki tek şey olan nemli, kalınca ve genç kızın vücudunu bir kaç kat daha büyük gösterecek kadar pofuduk bornozunu kabuk değiştirir gibi çıkarıp yere doğru kollarından aşağı süzdü. Bir anlık çıplaklık güzel vücuduna saldırmak isteyen ama aslında çoktan kalorifer peteğine yenilmiş soğuk esintileri harekete geçirmiş ve kabuk değiştirmiş ağustos böceğine en zayıf anında saldırmıştı. Babası gibi metafor yapabilir ve bornozdan özgür oluşunda, bornozun ona yararından da özgür ve soğuğa karşı savunmasız olduğunu yazabilirdi bir kenara. Bunun yerine tek penceresinin altındaki peteğin yanına oturdu ve gökyüzünü görebildiği tek yerin keyfini çıkardı hava kararmadan önce. Daha ikindi olmamıştı, ama yarım saat sonra yağmur yine yağmaya başlayacak ve zaten bulutlu gökyüzünü tamamen saklayacaktı. Penceresi, başka bir evin penceresini bir metre kadar öteden görüyordu ama tam minderi koyduğu yerden; tam da şu an oturduğu yerden bakınca iki devasa apartmanın çatılarının arasından ince bir şerit gibi görebiliyordu gökyüzünü işte. Tabi gökyüzünü dışarı çıkıp alabildiğine görebilirdi, günün yarım saatlik güneşini tenine alabileceği bir yer de bulabilirdi; ama huzurlu hissetmediği bir özgürlük istemiyordu. Ve dışarıda; diğer insanların yanında bırak çırılçıplak oturmayı, konuşurken bile zorlanıyordu. Şükür ki insanlar da görmedikleri birinden konuşmasını beklemiyorlardı.
Düşününce... Baya yetenekli bir shinobi'yim sanırım. Doğuştan farkedilmezlik yeteneğim bile var. diye kendiyle konuştu dudaklarını kıpırdatmadan. Pencere camının ıslanmasıyla kaybolan gökyüzüne veda ediyor olmasa gülümseyecekti bile kendi kendine yaptığı dandik latifeye. Derken pencere camını titreten gök gürültüsüyle yerinde sıçradı.
İşareti almıştı, giyinmeye koyuldu. Her boş gününde yaptığı gibi yağmur yağmaya ve hava kararmaya başlayınca dışarı çıkacaktı. Tam da insanların içeri girmeye başladığı zamanlarda, ne tesadüf! Hayatın en boş çelişkisiydi belki de; babası tarafından silik bir tip olarak yetiştirilmek ama
babası tarafından yetiştirilmediği için farkedilmek istemek. Mesela gök gürültülerinden hala korktuğunu söyleyebileceği kimse yoktu, korkması için hiç bir sebep de yoktu aslında. Güçlüydü, akıllıydı ve gök gürültülerinin korkunç yaratıkların bağırışları olmadığını bilecek kadar büyümüştü; en azından çoğunun.
Babasına sarıldığını, babasını öptüğünü, babasının onun başını okşadığı zamanları hatırlamıyordu Tama. Tek bildiği şey babasının babası olduğu, çoğunlukla evde olmadığı ve evde olduğu zaman da küçük kıza oyalanacağı bir şeyler bulup- çoğunlukla sıkıcı şeyler- odasına kapandığıydı. Ama çok iyi hatırladığı bir şey vardı; ne zaman bir gök gürültüsü duyarsa duysun babası yanında belirmişti. Ne kadar uzun süredir gitmiş olursa olsun, o gün odasına girip dikkatini dağıttığı için Tama'ya ne kadar kızmış olursa olsun küçük kız gök gürültülü gecelerde babasının kolları arasında uyumuş ve pencereler titreyip gecenin bir yarısı uyandığında babasını hemen yanında bulmuştu.
Korkma bu gece,
Kaybolmazsın.
Gölgeler düşse de her yere,
Yıldızlar bulur yollarını yine.
Ve sen her zaman güçlü olabilirsin,
Yüksek sesle söyle şarkını şafakla.
Şafak bir kalp atışı kadar, kızım,
Umutsa gün doğumu kadar yakın.
Annesi daha güzel söylerdi bu ninniyi, yaşlı adamın söylediğine göre. Genç kızın annesiyle ilgili bildiği şeyler de tam bu kadardı. Yine de babası hakkında bildiklerinden fazla gibiydi. Apartmanın dış kapısından çıkarken izin verdi başka diyarlardan gelen yağmurun yüzünü okşayıp saç tellerinde gezinmesine. Sonra şemsiyesini açtı ve köy meydanına doğru yürümeye koyuldu küçük adımlarla. Biraz erzak alır, ardından köyde kaybolana kadar yürür, ardından yolunu geri bulana kadar daha çok yürürdü büyük ihtimalle bugün. Belki kütüphaneye de uğrardı. Yapacak hiç bir şeyi yoktu, birazdan sokak lambaları yağacak ve hayatını tek bir metaforla özetleyebilecekti Tama;
Sokak lambası ışığında yağan ince yağmur damlaları var ya, işte onlar hızlı geçtiklerinden sanki beyaz ipek iplermiş gibi görünüyorlar. Rüzgarda karışınca da örümcek ağına benziyorlar, odamın kuzeydoğu köşesinde bir örümcek ağı var. Eğer örümcek yakaladığı sineğe doğru hareket ediyorsa ağ titrer. Yağmur ne kadar sağanak yağıyorsa benim hayali ağlarım da o kadar çok titriyor. İşte o kadar çok korkuyorum baba.
Re: Ağustos Böceği

Gönderilme zamanı:
26 Ara 2015, 15:18
gönderen Rinjuu Shinji
"Bazı zamanlarda yalan söylemek çok mümkün olmaz. Yanındakinin gözlerine bakarsın ve Hazırım!" veya "Yaparım!" dersin ama içinde öyle bir fırtına kopar ki, o anda kim olduğunu bile unutursun. Dışarıdan izleyen bir göz net bir şekilde senin ne kadar koca yürekli biri olduğunu görür, ama oysa içinde bir sürü soru işareti vardır. Saigo'nun ise içinden geçen tek şey ise köyünü daha iyi yapmaktı! Bu yüzden de Kaguya Sato'nun sözleri onu başka alemlere sürüklüyordu. Çünkü bunu Saigo'dan başkası yapamazdı."
Kaçıncı kez bu kitabı patadanak kapatıyorum ben de bilemiyorum artık! Her defasındaki kendi kendime ciddiyetle okuyacağıma dair söz veriyorum ancak ne mümkün! Has babam Saigo'nun kendi ağzından dökülen hikayesini kaleme alan annem bana ilk bu kitabı verdiğinde, içinde bir kahramanlık hikayesi yattığını söylemişti. Oysa bugüne kadarki okuma denemelerimin hepsinde aklıyla değil kendisine verilen gazla, zaman zaman büzük korkusunda işler yapmış birinin anılarını gördüm. İtiraf etmekten hiçbir zaman çekinmedim, çünkü benim öz babam baya baya tırt bir adammış! Lakabı Shunshinmiş de, o hareket ettiğinde onu takip edebilecek bir göz yokmuş da bilmem ne! Adam düpedüz artistlik düpedüz tırt arkadaş!
Not defteri büyüklüğündeki anı kitabını ceketimin iç cebine yerleştirirken kaşlarımın çatık olduğunun farkına vardım. Saigo'ya, yani babama, öfkeli falan değildim, ancak onun yeri göğü inleten namına haiz olacak bir şey yapmamış olmasından dolayı kafamda deli sorular vardı. Belki kitabın geri kalanını okusam, tüm bu soru işaretlerimi giderecektim ama okumak bir yana, birkaç sayfa sonunda kitaba bakacak takatim kalmıyordu. İçindeki tırışkadan hikayeler, babamın sahte kahramanlıkları derken bir sayfayı okumak bir ömür alıyordu. İşin kötüsü ise, annem sürekli babama benzediğimden dem vuruyordu. Tamam, birkaç ortak noktamız olduğunu kabul ediyorum, ancak ben ve babam farklıyız. Annemi "He he!" diye geçiştirsem de ben bunun farkındaydım. İkimiz de lakayıt adamlardık, kabul. İkimiz de olayları ciddiye almıyorduk, bu da kabul. İkimiz de bildiğimizi okuyorduk, e bu da kabul! Ama ben babam gibi kendime sahte kahramanlıklar yaratacak kadar dengesiz değilim. Bir boku beceremiyorsam, beceremiyorumdur! Kalkıp da geç kızların romantik prensi olarak "Ben şöyle uçarım, böyle kaçarım!" diye atıp tutmam, hele ki bunu bir kitaba hiç bastırmam! Farklıyım ulan, işte o kadar!
Kaşlarımın çatıklaşması bir nebze daha artarken yerimden kalkma vaktim gelmişti. Üvey babamın, ki adı Enamoto Sakutaro olur, dükkanında etrafıma bir kez daha baktığımda, yine hiçbir ilgi çekiciliği olmayan heykeller, resimler ve bir ton cart ve de curtlar görüyordum. Adama sırf bunlarla zengin olmayı başarabilmiş biriydi. Adının tekerleme gibi olmasının verdiği dandikliği işlerine yansıtmayışı hayret uyandırıcıydı. Adamın adını ilk duyduğumda yirmi dakika falan gülmüştüm. Hala da ismi aklıma gelince veya söylenince yüzümde bir tebessüm oluşmuyor değil. Ne var ki bu adama sevgi ve saygı besliyordum. Anneme iyi davranıyordu ve beni gerçekten evladı yerine koyuyordu. Öz evladı olmamama rağmen, onca haylazlığıma rağmen bana bir fiske atmak bir yana sesini dahi yükseltmemiş biriydi. Yüzünde her zaman bir dinginlik, bir huzur vardı. Dışarıdan biri olsa bile adama baba diye hitap edebilirdi yani. Tabi ben bu duygularımı mümkün mertebe yansıtmamaya çalışıyordum. Sonuçta durduk yere göt kaldırmanın anlamı yoktu. Hem bu halde isteklerim daha çabuk yerine geliyordu. Adam sırf bozulmayayım diye annemin karşı çıktığı şeyleri bile gizli saklı da olsa yapıyordu. Böyle de koca yürekliydi bizim üvey peder. Ama adı komik, o ayrı!
Dükkandaki zımbırtıların arasından çıkıp kendimi kahrolası yağmura bıraktığımda ne yapacağım konusunda bir fikrim yoktu. Zaten buraya da öylesine gelmiştim ve sıkıntıdan Saigo'nun anılarını okumaya koyulmuştum. Şimdi ise sıkıntımı geçirecek başka şeyler yapma niyetindeydim. Ama gel gör ki, canım cicim köyümüzdeki güzelim yağmur ancak çamur deryalarında boğulmayı layık görüyordu bize. Bu yüzden zaten kapalı ortamları seviyordum Ame'de. Zira dışarıda kalınan yarım saatin ardından götünden bile damlamaya başlıyordu yağmur!
Meydana doğru adım atmaya başladığımda, her zamanki gibi bir tenhalık hakimdi sokaklara. Birkaç shinobi kendi halinde takılırken, etraftaki diğer sıradan insanlar şemsiyeleri altında dolanıyordu. Aslında hepsi yağmurdan rahatsız gibiydi ama dışarıda olmaları gerekiyordu. Neyse ki ortamdaki rahatsız ediciliği körükleyecek ağlama zırıltıları veya carcar konuşmalar yoktu. Herkes kendi halinde takılanzi durumları vardı yani. İşsizlikten attığım adımların su birikintilerine gelmemesine özellikle dikkat ede ede arşınlamaya başlamıştım sokakları. Belki bir sonraki adımda aklıma yapacak bir şey gelir diye umuyordum. Ancak her adımın ardından içimdeki bu umut yok olup gidiyordu. Seçenekler aza inmişti giderek ve kısa bir süre sonra ya eve giderek annemin yanından pinekleyecektim ya da tekrar üvey babamın dükkanına gidip heykellerdeki gizemleri çözmeye çalışıyor gibi yapacaktım. En kötü ihtimal ise, kütüphane veya akademi binasına gidecek ve orada ilgi çekici bir şeylerin olmasını bekleyecektim.
Yağmur da iyi yağıyor ha!
Re: Ağustos Böceği

Gönderilme zamanı:
28 Ara 2015, 01:56
gönderen Oujichi Tama
Bazen, yağmur altında yürürken adımları hızlanırdı Tama'nın. Şimdi de öyle olmuştu. Bir şeyden kaçıyor veya bir yere aceleyle gitmeye çalışıyor değildi. Sadece düşünmeye başlıyordu o an, hızlıca düşünmeye; beyni hızlı çalıştığından kendini kaptırıyor ve bütün hareketlerini aynı ritme uydurmak zorunda kalıyordu. Aynı şey duşta veya evde başına gelse hemen yer yatağına uzanıp tavanı izlemeye koyulabilirdi, üst kattan kendi çatısına akan suyun sayısız sıvanın yarattığı ters yüz olmuş vadilerin arasından geçerken ne zaman düşeceklerini izlemek ona huzur bile verebiliyordu bazen. Ama dışardayken, özellikle de oturabileceği her yer ıslakken yapabileceği tek bir şey vardı; hızlanmak.
Babasını düşünüyordu yine, sonuçta hayatında çok fazla insan olmamıştı. Genin takımındaki ikili gürültücü olmalarına rağmen fazla parlak gelecekli tipler değillerdi. Takımın başında duran jounin ise savaş görmemiş adamcağızın tekiydi ve askerler savaş görmüş insanlardan savaş görerek eğitim almalıydı; gerçi Tama çoktan onun çoğunun savaşmak yerine savaş alanında ölmek için var olduğunun farkındaydı. Sonuçta savaş sadece kan dökmekle ilgiliydi, bir tür arınma, gerçek savaşçıların dikkatlerini dağıtma gibi. Bir savaştan sonra huzur zamanı kısa sürerdi, çünkü savaş zamanında hükümdarların para harcayarak sayılarını arttırdığı askerler savaş bittiğinde ölü yatırım olurlardı bir anda. E, madem bu kadar askerim var neden daha çok toprak almak için onları kullanmayayım?
Tama bu düşüncelerini kendine saklamıştı babasının aksine. Korkudan yapmıyordu bunu, sadece küçük insanların hükümdarlara ihtiyacı olduğunu düşünüyordu. Çiftçi tarlasını ekip hükümdarı besliyordu, hükümdar da askerleriyle çiftçinin topraklarını başka hükümdarların askerlerinden koruyordu. Döngünün başladığı yeri bulmak çok zor değildi, babasının bunları Tama'ya anlatmaya ne zamanı ne de ihtiyacı olmuştu. İşte tam da bu yüzden Tama babasının zekasını sorguluyordu sürekli, özellikle son zamanlarda. Sonuçta kızın babasının zekasını ölçecek gözlemi yapacak fırsatı olmamıştı. Mesela babasını hiç bir zaman başkasıyla Go oynarken görmemişti. Kendi kendine oynardı yaşlı adam; tahtayı dizer, sırayla iki rakibin hamlelerini yapar ve kendini yenmeye çalışırdı. Ah hayır, yine getirdim aklıma lanet oyunu.
Tama, bu kendi kendine Go oynama konusunda yaşlı adamdan biraz farklıydı. Bazen- aklına babasını getirdiğinde- alışık olduğu işleri yaparken zihninde ayrı bir köşeye çekilir, kendi Go tahtasını kurar ve kenarda oyunu oynamaya başlardı. Geçen altı yılın ardından hala babasına sinirlendiğinde, onu anlayamadığında zihninde Go oynar ve yanında olmayan babasına ondan daha zeki olduğunu kanıtlamaya çalışırdı genç kız. Babasıyla bir daha karşılaşır ve onu tanırsa ilk hamlesini betimleyerek girecekti sohbete hayallerinde, babası devam ettirmeyi deneyecek ve kaybedecekti ve gülmeye başlayacaktı Tama'nın saçını okşamadan önce.
Derken zihnindeki tahta askerlerin tahta savaş alanına vurma tık-tıkları su birikintilerinin şap-şap sesine dönüşmüştü genç kızın. Yaklaşık beş metre önünde şemsiyesiz, Tama'nın yaşlarında uzun beyaz saçlı bir oğlan belli ki birikintilere basmamak için sıçrayan sert adımlar atıyor ve neredeyse her seferinde bir birikintiye denk geliyordu. Canının sıkılmış olduğu belliydi, suya batmamak için sakince yürümesi yeterliydi ama o sağanak yağmurun altında kanalizasyon deliklerine doğru akan üç-dört santim kalınlığında sel birikintisinin içinde suya değmeden yürümeye çalışıyordu. Zor sevdası o kadar kuvvetli olmalıydı ki şemsiyesi bile yoktu. İşte bu, bugünlük neredeyse bütün köyün haritasını zihnine kazımış olan genç kızın peşine düşüp kaybolması için güzel bir sebepti. Çünkü Saklı Yağmur Köyünde hiç bir zaman gürültüsünü kovalayacağı bir ağustos böceği veya güzelliğini izleyip kaybolacağı bir kelebek görmemişti kitaplardaki gibi.
Tama için ilk yarım saat oğlanın nereye gideceğini bilmemesi kesindi ve gerçekten eğlenceliydi. Oğlanın yürüyüş desenini incelemek, tamamen rastgele gibi görünen şeydeki düzeni bulmaya çalışmak babasının öğrettiği düşünmeyi geliştirme yollarından sadece biriydi ve ilk kez bu oğlan sayesinde genç kız babasının tembihlediği bir şeyden zevk alıyordu. Düzensizliğin varlığına emin olup onda bir düzen aramak kafa yorucuydu elbette, belki de tam o yüzden Tama izlediği çocuğun da son on dakikadır aslında genç kızın ne yapıyor olduğunu anlamak için yürüdüğünü anlamamıştı. Beyaz saçlı çocuk izlendiğini çoktan anlamış, onu izleyen kişiye çaktırmadan kim olduğunu ve amacını öğrenmek için yürüyüş yolunu değiştirmeye ve Tama'yı daha çok sıkıştırmaya başlamıştı.
Genç kızı utanç ve açıklama yapmak için konuşmak zorunda olacağı hissi sarmış ve çoğu insana yaptığı gibi onu da yaptığı işe devam etme güdüsüne itmişti. Artık istemsizce çocuğu takip ediyor, çocuğun onu görmek için yaptığı dengesiz ve kendini ele veren manevralarını göre göre peşinden gitmeye devam ediyordu. Belki o yüzden elinde erzak poşetiyle izlediği çocuk kütüphaneye girdiğinde o da arkasından kütüphaneye girmiş ve çocuğu kaybettiğini fark edince kapıda biraz bekleyip hiç bir şey yokmuş gibi şemsiyesini kapatıp askılığa asmıştı. En azından artık "Ben de kütüphaneye geliyordum, ne münasebet." diye bir savunması ve uzun zamandır okumak istediği kitaplardan birini yazdırmak için fırsatı vardı.
out: Hatam falan varsa affola, daha bekletmemek için pazar günü on üç saatlik çekim ödevinin ardından yazıyorum zira.
Re: Ağustos Böceği

Gönderilme zamanı:
28 Ara 2015, 18:05
gönderen Rinjuu Shinji
Yağmur muydu paçalarımı ıslatan yoksa basmamaya özen gösterdiğim su birikintilerine her defasında basıyor olmam mı? Hani diyorum ki bir tanesine basmadan yürüyebileyim ama ne mümkün! Köyümüz shinobilerinin çalışkanlığı anlaşılan sokaklarda kendini gösteremiyordu. Zira derin olmadığını umduğum her çukur derindi ve bu sebeple de kaçış adımlarım hep başka bir su birikintisine denk geliyordu. O anda epeyce duyduğum sensörler aklıma geldi. Her şeyi sezen, karıncanın bile suyunu görebilen übermatik insanlar... Ne büyük andavallık! O kadar şeyin içini dışını görmek gerçekten bu kadar gerekli miydi bilmiyorum ama şu an eğer sezilebiliyorsa derin olmayan çukurları sezmeye ihtiyacım vardı acilen! Yoksa her an yine küçük olduğunu umduğum ama boyum kadar bir çukurun içine düşebilirdim! Neyse, en azından Amechou-sama'yla konuştuğumda bu durumdan bahsederdim. Ona sokakların mayın tarlasına döndüğünü, en küçük çukurda bile koca tarlalara yetecek suyun olduğunu söylerdim. Artık kanalizasyon sistemini mi değiştirir, beni umursamaz mı orasını bilemem. Ama ben görevimi yapmış olurum, benden sonrası da tufan!
Kendi kendime konuştuğumu fark etmem uzun sürmüyordu, zira her bir bastığım su dolu çukurun ardından kendimi mimari işlere sokuyordum. Yavaş yavaş sokakları tasarlamaya başlıyor ve ardından giderek bir köy yaratıyordum. Hoş, benim yarattığım köyde afedersiniz köpek bağlasanız durmaz gibime geliyor! Hele bir de sorunlara karşı "Olur öyle!" diye geçiştirmelerim veya "Yaparız ama gereği yok!" şeklindeki beyanlarım kısa sürede kellemi alır diye düşüyordum. Ha, tabi bir de halkımın karşısına geçip yüzsüz yüzsüz gülerdim de! Bana yakışanı da bu olurdu zaten!
Kurduğum caaanım köylerim kendi ellerimle yıkmaya başladığımda, artık kafamı bir yerlere sokmam gerektiğini anlıyordum. Başta sadece paçalarım ıslakken, şimdi neredeyse tüm vücudum sırılsıklam olmuştu. Tam bu esnada ise elimi ceketimin iç cebinde Saigo'nun anılarını içeren kitabı yoklarken bulmuştum. Tamamen istemsiz bu hareketim neticesinde kitabın ıslanıp ıslanmadığını kontrol ettiği kesindi. Ancak bunu ne için yapıyordum ki? Bu kitap ıslanmaya başlayan donumun tenime değmesi ile yarattığı soğukluktan daha mı mühimdi sanki? Az önceki vurdumduymaz halimi bir kenara bıkarak, sanki kolumdan nefret eder gibi onu bir kenara doğru savururken, koca bir su çukuruna daha basmış ve sıktığım dişlerimin arasına yerleştirdiğim okkalı bir küfrü savuşturuvermiştim. Bu duygu değişikliği sebebiyle de kısa bir süre su kütlelerine basmayı sürdürmüştüm!
Az önceki olaydan dolayı kendime mesnetsiz bir şekilde yüklediğim kusurları gözardı edebilmek umuduyla, yola ilk çıkarken vermem gereken kararı vermeye koyuldum. Aradan epeyce bir vakit geçmiş olmasına rağmen, hala bir meczup gibi yürüyordum yollarda. Üstelik bu yürümeme bir kız da eşlik ediyordu aramızdaki mesafeyi korumaya özen göstererek. Bu yüzden artık daha fazla ıslanmamak için kafamı bir yerlere sokmalıydım. Yoksa yağmurun şakası olmazdı ve grip-nezle ile başlar zatürreye kadar götürürdü! Ondan sonra da çık bakalım yataktan çıkabilirsen! Ateşler, salya sümükler, vücut kırgınlığı, ohooo... Bunlar uğraşması dert şeylerdi ve bu yüzden de kesin kararımı vermem gerekiyordu.
Kafamda gidebileceğim üç mekanı da hızlı hızlı geçirirken, malesef son tercihim olan üvey babamın dükkanına gitmekte karar kıldım. En azından oradaki ne idüğü belirsiz heykel ve resimlere bakarak neşemi bulabilirdim. Belki üvey babamı ikna eder ve kendime yeni bir şeyler aldırırdım. İşsizliğin sonu olmadığı için muhakkak orada enteresan bir şeyler yakalayabilirdim. Aksi takdirde annemin yanına gidecek ve onun üstümü başımı batırmış olmam sebebiyle azarlarına maruz kalacaktım. Şu yaşıma gelmiş olmama rağmen hala güdümlü terlikten çekiyordum, yalan yok. Diğer yandan kütüphane fikri de hiç cazip gelmiyordu. Eğer bir kitap okumam gerekiyorsa, Saigo'nun tırt anılarını okurdum ve en azından annemi mutlu ederdim. Kadın okumayı öğrendiğimden beri hala umutla kitabı bitirmemi bekliyor ne de olsa! Yani, uzun lafların alayını kısaltırsak, gideceğim yer üvey babamın dükkanı olacaktı. Adımlarımı oraya yönlendirmeye başladığımda ise, Tanrı'nın bir armağanı olarak bir su birikintisine daha basıyordum. Kararsızlığın verdiği düzensizliğin cezası olarak bu su kütleleri ile sınıyordum kendimi sanki. Her bir sınamamda da... Bir saniye... Daha önce bir şey dikkatimi çekmişti... Flashback yapmam gerekiyordu... Saigo'nun anılarını içeren kitap, kütüphane, üvey babamın dükkanı, hastalığın getirdiği dertler, ıslanmamak için kafayı bir yerlere sokma gereği ve... YÜRÜMEME EŞLİK EDEN KIZ! OHA! YÜCE BUDDHA'NIN MEME UÇLARI!
Bir kız tarafından takip ediliyordum! Kanlı-canlı bir kız hem de! Ama Miyako'ya ihanet edemez... Bok edemezdim, amına bile kordum! Hayatımda hiç kız tarafından takip edilmedim ki ben, bırakayım da biraz götüm kalksın değil mi? Göz ucuyla kızı görme ümidiyle kafamı çevirmeyi denesem de, her an ona baktığımın anlaşılacağı psikozuyla boynum tutulmuş gibi kalıyordum! Haliyle de tüm planlarda değişiklik yapma zamanı gelmişti! En son gitmek isteyeceğim mekan olan kütüphaneyi kendime seçmiştim! Üvey babamın dükkanına karı-kız atamazdım, keza anneme de "Sana gelin getirdim!" mi diyecektim? Yani tıpış tıpış kütüphane yollarına koyuluverdim! Adımlarım artık daha da hızlanmıştı ve kütüphaneye vardığımda kıza ne diyeceğimi düşünmeye başlamıştım. Beni takip ediyorsa olay bildiğim gibi değildir, kızı etkilemem gerekiyordur, değil mi?
Kütüphaneye varana kadar kızın çirkin olmaması adına bildiğim tüm Tanrılara dua ediyordum. Artık paçalarımdaki ıslaklık veya saçlarımdan akan yağmur damlalarını önemsemiyordum. Takip edilmenin verdiği dayanılmaz his ile kendimi kısa bir sürede kütüphanede buluvermiştim zaten! İçeriye girer girmez de ilk önce saçlarımı hafifçe sallayarak kurutmaya çalıştım. Tabi bu esnada kızın elini yüzünü görecektim! Kendisine baktığımı çakozlarsa "Senlen bi' alakası yok kardeşim, saçımızı da mı savuramayacağız, te'allaam ya!" der geçerdim! Ne çakalım ulan ben!
Saçlarımı savurdukça kızın yüzü daha tanıdık bir hal alıyordu. Saniyelik görüntüleri bir bütün haline getirdiğimde ise, benim Zalımın Kızı olan Miyako'nun bir arkadaşı olduğuna emindim artık kızın! Arkadaşı dediysem, öyle kankeyto, canısı tadında değildi elbette! Arada bir konuştuklarına şahit olduğum kızdı. Yani hemen hemen benim yaşlarımda ve silik biri olmalıydı kız. Benim için değişen bir şey var mıydı peki? Önümde iki seçenek vardı aslında. ya kıza yürüyecektim doğrudan ki o zaman kızın bana olan ilgisine karşılık vermiş olmamdan dolayı Miyako hayallerim suya düşecekti, ya da kısa yürümek yerine Miyako'ya yakınlaşmamda kızı aracı kullanacaktım. Her ikisinde de avantajlı olduğum için olaya bodoslama dalmanın bir zararı yoktu, değil mi?
Birden saçlarımı savurmayı bırakıp kütüphanenin kapısında kıza doğru döndüm ve "Selam!" deyiverdim! Hem de tam bir yavşak gibi... Aslında tam anlamıyla söylemek gerekirse, Saigo gibi! Artık herif nasıl aklıma yer etmişse, ilk gördüğüm kıza onun gibi yazdığımı hissediyordum. Olayı kendi elimle sonlandırırken, birden kendime çekidüzen vermem gerektiğini biliyordum. Ama kıza yavşak gibi selam dedikten sonra nasıl bir düzelme olabilirdi ki? "Amma da yağdı namussuz!" mu diyecektim, ki bunu da demiş oldum! Buyrun buradan yakın... Kafamda hala yankılanıyordu: "Selam!" ve "Amma da yağdı namussuz!" cümleleri... Bundan sonraki söyleyeceğim şey "Baya ıslandık, kurutsana beni!" tadında bir şey olacağını bildiğim için susmayı tercih ettim. Dilimin ucundaki tüm cümleleri yutup kelime haznemi sıfırlarken, en azından kız bir şey derse "Abu ebu" diyerek meczup taklidi yapabilirdim. Off offf... İki planım da suya düştü! Babam olmasan sana küfredeceğim Saigo!
Re: Ağustos Böceği

Gönderilme zamanı:
29 Ara 2015, 15:36
gönderen Oujichi Tama
Selam? N-ne? Hazırlandığı gibi gitmemişti iş Tama'nın. Zaten konuşmaya hazırlanması gereken hiç kimsenin hazırlandığı gibi gitmezdi konuşmalar. Tama çoğunlukla karşısındakinin söyleyeceklerini tahmin edebilirdi ama bu resmen bir ilkti. Kütüphanede geçirdiği zamanı takip ettiği çocuk tarafından izlenerek geçireceğini ya da girer girmez çocuğun onu sıkıştırıp
"Neden beni izliyorsun?!" diye çıkışacağını düşünmüştü. Böyleydi buranın insanları; sessiz, sinsi ve kaba. Tama da onlardan biriydi sonuçta, açık hava gördüğü günler çok az olmuştu; insan gökyüzünü veya ufuk çizgisini göremeyince dünyası daralır derler.
Tama'nın da haliyle dünyasının açılmasına hiç fırsat olmamıştı. Kitaplar, parşömenler, bir kaç köy dışı görev iyi güzeldi elbette ama dışarısı tek başına çıkmak için hala fazla tehlikeliydi. Ve her ne kadar kitap okursan, her ne kadar zeki olursan ol hiç bir şey hissedip görmek kadar gerçek değildi. Daha önce hiç böyle bir durumda bulunmamış Tama'nınsa bir şeyler söylemek için şimdiden başlayıp yaklaşık... Dört saniyesi vardı.
"Selam." deyiverdi önce tamamen boş bir bakış ve kocaman açılmış gözlerle. Söylediği sözde hiç bir duygu yoktu, selama selamla karşılık verirdi insanlar; bu da Tama'ya biraz daha zaman kazandırırdı belki. Öyle de olmuştu. Çocuğu takip etmemişti ki zaten o hani, çocuğa aşırı tepki vermek işkillendireceğinden daha kibar bir yol seçti;
"Tanıyor musun sen beni çünkü ben seni tanımıyorum yani eğer tanışıyorsak da ben seni hatırlayamadıysam özür dilerim sonuçta kafam karışıktır benim hep bir de hastalık rutubet hastayım şu sıralar." deyiverdi nefes almadan büyük bir hızla. Surat ifadesi değişmemiş sadece çenesi, dudakları ve dili ses çıkarmak için hareket etmişti. Salaklık etmişti genç kız tecrübesizliğinden, ağzını sadece
"Tanışıyor muyuz?" demek için açmış ancak aklına gelmiş olan bütün cevaplarını dizivermişti. Bir süredir kırpmadığı gözleri acıdığından konuşması bittikten sonra gözlerini kırpmaya başladı. Çocuğa arkasını dönmeden yavaşça kitaplara doğru yönelecekti. Karşılıklı konuşmadan, karşısındakine hissettirmeden yavaşça uzaklaşacaktı yani. Gerçek anlamda.
out:
Re: Ağustos Böceği

Gönderilme zamanı:
31 Ara 2015, 14:30
gönderen Rinjuu Shinji
Andavallığımın içinde kendimi kaybederken dinlemiştim kızın sözlerini. Doğrusunu söylemek gerekirse dinlemeye çalışmıştım sadece, zira kafam hala kendi yaptığım saçma konuşmada ve ellerimle berbat ettiğim şansımdaydı. Böylesine gevşek bir konuşmanın sonunda, kızın suratıma bir yumruk atması bile beklenebilirdi aslında. Şükür ki kız kezban çıkmamıştı ve bana bir şeyler söylemeye çalışmıştı. Her ne kadar söylediklerinin bilinçli olup olmadığı konusunda emin olmasam da bir şeyler bıdırdanmıştı kız. Belki de kafamın dalgınlığı ile cümleler saçma bir hal almıştı, bu da bir seçenekti. Ancak şu an için olması gerekenden yavaş ancak bizim için acayip hızlı geçen diyalog silsilesi başlayacaktı ve maalesef sıra yine bendeydi.
Birkaç saniye kazanırım umuduyla saçımla oynamaya başlarken kızı kesiyordu saf bir bakışla. Tabi yüzümdeki andavallık ifadesini ne kadar silebildiğim konusunda emin değildim. Ancak kızın sonuç olarak özür dilediğini kavrayabilmiştim ve burada yürüyebileceğimi düşünüyordum. Karşılıklı bakışan iki insanın bu bakışmasından birkaç bölüm dizi çıkabilirdi, o kadar uzundu ve ben bu dönemde sadece diyebileceğim şeyleri kafamdan eliyordum. Bir Saigoluk daha yapmadan önce kıza cevap vermem gerekiyordu. Ama bu sefer kendim gibi!
“Problem değil.” dedim yavşaktan efendiye kayan bir sesle. Sanki kızı yıllardır tanıyormuş gibi sahte bir eda takınmış olsam da, olaya nasıl gireceğim konusunda hala tam olarak emin değildim. Akışına bırakma konusunda da yan basma ihtimalim yüksek olduğu için, birkaç dizi bölümlük daha es verdim konuşmama. İstemeden olsa da tam bir seme gibi konuşuyordum sanırım şu anda, ancak bu bir sorun değildi. Sonuçta karşımdaki kızın da benden aşağı kalır yanı yoktu. Onunkinin adı saflık, benimkinin ise hayvanlık olabilirdi, ama neticede ikimizde avel avel bakıyorduk sadece.
Kafamda cümlelerimi toparlayabildiğimde “Seni akademide ve birkaç sefer de dışarıda görmüştüm. Şey... Miyako-chan'ın yanında... Arkadaşısın sanırım, yani öylesin diye düşünüyorum, en azından öyle umuyorum, öyle olmalısın, öyle olsan ne de güzel olur...” diyerek devam eden konuşmamı yutkunarak sonlandırmıştım. Niyetimi sonuna kadar gösterirken kızarmam gerektiğini biliyordum, ancak ar damarım tam bu anda çatlamış olacak ki yüzümde hala şaşkın bir bakış vardı. Konuyu bağlamak için ise kısık, neredeyse içimde kalan son hava parçalarını dışarıya verirken “Miyako ile aynı takımdaydık da.” diyebildim. En azından artık yumruk yeme ihtimalimi atlatmış ve konuşma sıramı savmıştım, buna da şükür etmeliydim.
Re: Ağustos Böceği

Gönderilme zamanı:
01 Oca 2016, 15:55
gönderen Oujichi Tama
Beyaz saçlı çocuk affetmeyi görev bilmiş gibi Tama'nın onu unutmasının bir problem olmadığını belirtmişti. Demek tanışıyorlardı, Tama'nın nereden tanıştığını öğrenmesi için hayli uzun bir süre beklemesi gerekecekti. Hissettirmeden çocuğu kitaplıkların arasına çekmiş, çocuk bir şey söylemeye hazırlanırken gözlerini sürekli kitaplara kaçırmış ve çocuğun zaten söylemek için epey uğraştığı şeyleri söylemesini kat kat zorlaştırmıştı. Tama'ya uzun gelen zaman aslında en fazla on beş saniyelik bir süreyi kaplıyordu, kızcağız oğlanı takip ettiği için suçlanacağını düşünürken oğlan onu tanıdığını söyleyip kızı zaten hakkında kendine pek güvenmediği sosyal becerilerinin gazap ateşine atmıştı. Tama'nın bildiği kadarıyla insanlar hatırlanmadıklarında üzülürlerdi, kendi de hatırlanmadığı zaman üzülürdü; çocukcağız da büyük ihtimalle hatırlanacağını umup tanıdığı birine selam vermiş ve karşılığını alamamıştı. Büyük bekleyiş, bu garip durumdandı ve Tama çocuğun azabını gidermek için tek kelime etmemişti.
Sonunda merhamet meleği genç kızın karşısındaki çocuğun yüzüne gülmüş ve Tama çocukla nereden tanıştığını öğrenebilmişti; akademi. Gerçi, daha çok çocuk onu görmüş gibiydi. Miyako diye bir kızdan bahsetmişti; Ah, sarı saçlı tatlı kız. Yağmur ülkesinde dikkat çekiyor olsa gerek saçları, çocuğun beni hatırlıyor olup benim onu hatırlamıyor oluşum ayıp cidden.
"Evet, hatırlıyorum tabi Miyako bana Henge konusunda yardımcı olmuştu." diye konuşmaya girmişti genç kız, çocuğu da hatırladığını belli etmek için bir şeyler söylemesi gerektiğini fark edince; "Sen de şu beyaz, uzun saçlı çocuktun evet hatırladım." diye sıvadı çocuğun saç renginin veya uzunluğunun değişmiş olabileceğini fark etmeden. Çocuğun en belirgin özelliğiydi sonuçta beyaz, uzun saçları. Çok da çirkin değildi ama uğruna hatırlanacak bir şeyi de yoktu hani. Yattı balık yan gitmeyerek konuyu değiştirmeye uğraştı beklemeden; "Miyako iyi kızdı ya, sanırım birincilikle bitirmişti. Kütüphanede karşılaşmamız ne güzel oldu bunca zaman sonra, umarım Genin'ken başınıza kötü şeyler gelmemiştir. O da chuunin di mi? Kitap mı okuyorsun sen, ne kadar garip değil mi hayat?" Sanırım kendi hakkında bilgilerine eklemesi gereken bir şey daha ortaya çıkmıştı, kendini sıkışık bulunca aklındaki her şeyi hızlıca söylüyordu bir iki saniyede mürekkep balığının mürekkep fışkırtması gibi.
Re: Ağustos Böceği

Gönderilme zamanı:
02 Oca 2016, 11:10
gönderen Rinjuu Shinji
Çekingen kız da hatırlamıştı beni yalandan! Yalanını sikiyim, anlamıyorum sanki ben ya! Neyse sinir yok, Miyako'ya ulaşmak için kullanacağım basamak olacak bu kız çocuğu, o yüzden sempatik tavırlar ile yürüteceğim diyaloğumuzu. Tanımışmış! Kendi içimde sinirimi bastırmaya devam ederken, kız Miyako ile ilgili detaylar vermeye başlıyordu. Bu detayları pek bildiğim söylenemezdi, zira ben Miyako'nun görünüşü ile ilgileniyordum. Yoksa sikmişim Miyako'nun iç güzelliğini ve kariyerini! Tabi kız hızlı konuşmasına devam ediyordu ve konudan konuya atlarken beni ambale etmeyi başarıyordu. Konuşma birden kütüphaneye oradan da kitap okumaya gelmişti anlamadığım bir şekilde.
Kızın konuşmalarına özet bir cevap vermeyi düşünüyordum, bu yüzden ilkin “Yok başımıza kötü bir şey gelmedi, evet o da Chuunin oldu, kitap okumuyorum, hayat garip değil.” deyiverdim hızlıca. Ama verdiğim cevaplar sanki muhabbeti sonlandırmaya çalışan birinin cevpaları gibiydi, bu yüzden de sıçışımı temizlemek için bir kahkaha atmayı uygun buldum. En azından bu durumu toparlamak için bana gerekli süreyi verecekti. Sonuçta kütüphanede ne bok işim vardı kitap okumuyorsam, öyle değil mi? Kızın suratına bakıp bozulup bozulmadığını kestirmeye çalışırken “Ben de Shinji... Rinjuuların Shinji.” dedim kahkahalarımın arasında. Dolayısıyla kızı bir kez daha cevap verme zorunda bırakmıştım, zira hala birbirimizin adını bilmiyorduk! Tabi sonrasında kütüphane ve okuma mevzusunu düzeltmem gerekiyordu. Bu noktada da yardımıma tırt kahramanımız Saigo yetişecekti! Yürü be Saigo!
Elimi pardösömün cebine atıp Saigo'nun anılarını anlatan kitabı çıkarırken “Aslında okumaya çalışıyorum. Ama dili ağır olduğu için biraz zorlanıyorum.” dedim kıza, ardından da kitabın okumuş olduğum kısımlarından birini açarken “Belki kütüphanede bu kitapta anlatılanlarla ilgili bir şeyler bulabilirim diye umuyordum.” dedim. Verdiğim cevaplar gayet makul geliyordu kulağıma ve toparlamayı da başardığıma inanıyordum. Tabi içten içe de kızın ktiaba atlamasından korkuyordum, zira kitaptan övgüyle bahsederken birden saçmalığının anlaşılması beni korkutuyordu. Fakat bundan daha garibi, Saigo'nun anılarını başkasının okuyacak olması düşüncesi beni inanılmaz derecede rahatsız etmişti. İçten içe kızın kitaba dokunmaması için dualar ederken buluyordum kendimi. Tüm kaslarım da kızın kitaba uzanması ihtimaline karşı gerilmiş durumdaydı. Artık vücudumdan ve içgüdülerimden emindim. Kızın kitaba uzanması halinde, kesinlikle ona dokundurtmayacaktım!
Re: Ağustos Böceği

Gönderilme zamanı:
02 Oca 2016, 14:56
gönderen Oujichi Tama
Moralini bozdum çocukcağızın, evet gidip moralini bozdum. Çocuğun yüzü gittikçe düşerken Tama'nın konuşması bitmiş ve çocuğun cevap serisi başlamıştı. Bütün soruları sırayla cevaplamış olması takdire şayandı gerçekten. Kitap okumuyor oluşu ve hayatın garip olmayışı Tama için konuşmanın sonu gibiydi. Artık arkasını dönüp hiç karşılaşmamışlar gibi kitap bakınabilirdi ve bu garip durumdan kurtulabilirdi. Ama hiç bir zaman istediği olmazdı ki genç kızın, çocuk KÜTÜPHANENİN ortasında kahkaha atmaya başlamış kahkaha arasında hayat boyu kütüphanelerden men edilmek için adını söylemişti; Rinjuu'lardan Shinji. İsim tanıdık gelse de genç kız ihtimallerin çok düşük olduğunun farkındaydı, zaten şu an uğraşması gereken daha önemli şeyler var gibiydi. Yavaşça elini çocuğun ağzına götürmek için uğraştı, ama yeni tanıştığı birini ağzını kapatarak susturabilecek seviyede bir insan değildi. Yine de kahkaha esnasında Hehe.leyerek iki kere daha denedi bunu yapmayı.
Kahkaha bir anda bitip yerini çocuğun aslında okumaya olan sevdasına bırakmıştı. Shinji'nin elindeki kitap, Hayır, defter. açılırken Tama'nın gözleri kitabın satırlarını takip etmeye başlamıştı bile. Zira Tama bir kitabı herhangi bir açıdan, hatta tersten bile okuyabilirdi. Babasından alışmıştı, babasının kitaplarını ellemeye pek izni olmazdı küçükken; o da babası okurken okumayı öğrenmişti.
Bir müddet ilerlemiştik sadece benim için. Tam o anda, kafamdan bitişe ne kadar kaldığı geçerken birden Baka’nın yere düşüşünü gördüm. Bu sefer sakarlıktan falan değildi bu yere düşüş. Karşısında beyaz cüppeli, zincirli bir adam duruyordu ve yüzündeki ifade dehşet verici bir şekilde iticiydi. Elindeki zincirini Baka’ya savurduğu anda dikkatim bir başka yöne, Sato’ya kaymıştı. Ağaçtan tepesine cüsseli bir adam kendi tabiriyle eşeğe biner gibi binmişti! Elim, ayağım, kısacası gözlerim hariç hiçbir uzvum işlevini yerine getirmiyordu. Saniyeler içinde olan şeyleri izlemekle yetinirken takım arkadaşlarımın acı çekişine şahit oluyordum.
Hehe, Baka... Ne kadar salakça bir lakap. Ama kitap akıcıymış sanırım, Baka'dan sonra Sato'nun da düşmesi. Ehe, eşeğe biner gibi dedi. Esprili de. Kesin bu Sato denen herif adama bu lafından sonra üç dakika hayat süresi biçmiştir. Ne? Üçü de mi?! Niye bu isimlerin hepsi tanıdıktı Tama için? Hiç bir fikri yoktu, çocuğun eli kitabı daha sıkı bir şekilde kavrarken bir sonraki paragrafı kapatmış ve Tama'yı hikayenin biraz daha ilerisine taşımıştı. "Ben de Oujichi..." diyebilmişti sadece kitabın diğer paragrafına geçerken.
Sonrası ise… Sonrasını ben de bilmiyordum. Aslında bu kadarını yapabileceğimden bile şüpheliydim. Sonuçta bunca hareket bir hayli hız gerektiren bir şeydi ve dahası karşımdaki adamlar kesinlikle düşük rütbeli değildi! Ama biz Team Konketsu’yduk! Bir şekilde bundan da kurtulmayı başarırdık, öyle değil mi Baka, değil mi Sato!?
Çaresizlik de tanıdık gelmişti Tama'ya, isimler de. Tanıdık gelen bir şeyler daha var gibiydi sanki. Salak bir surat ifadesi ve açık gözlerle çocuğun suratına baktı; "Peki, bu el yazması kitabı nereden buldun Shinji-kun?"
Re: Ağustos Böceği

Gönderilme zamanı:
02 Oca 2016, 15:25
gönderen Rinjuu Shinji
Kız hehe diyordu, ben borazan gibi yırtıyordum götümü. “Oh ne ala memleket, hep Shinji kötü olsun tabi! Kütüphanede kahkaha atıyorum diye ne bu tripler? Hepimiz tuvalet kağıdına burun silen insanlarız, neyin havası bu kardeşim?” diyemedim tabi kıza. Nasıl diyecektim ki? Sonra Zalımın Kızı'nı başkalarıyla fingirdeşirken görürdüm, iyice dellenirdim. Bu yüzden kahkahalarıma hızlı bir nokta koyuvermiştim. Sonrası malum, kitap okuma mevzuları...
Elimde Saigo'nun anı kitabından bir sayfa dururken kızın söyledikleri ile irkilmiştim. Bir şekilde kitabın açık sayfasını okumayı başarmıştı kız. Yetmezmiş gibi yorumlar getirmiş ve sorular sormuştu. Oysa ben sanki en değerli hazinemi kaybetmiş gibi bir hisse kapılmıştım. Bu kitap da, içindeki cümlelerde, hayır içindeki harfler de bana aitti! Annem bana vermişti ve Saigo'nun anılarının yegane sahibi bendim! Evet, hepsi birbirinden saçmaydı! En yakın arkadaşlarından birinin adı her 10 kişiden 7'sinin adı olan, yani alelade bir isim olan Sato'ydu ve diğer arkadaşının da adı Baka gibi saçma bir şeydi! Fakat benim dünyama aitti onlar da! Saigo'dan bana geçmişti ve ben korumalıydım. Şimdi ise, karşımdaki sürtük onların isimleri ağzına alıyordu hiç çekinmeden!
Kaşlarım giderek çatık bir hal alırken, kanımın çekildiğini hissediyordum. İçgüdülerim bana bir an önce gitmemi söylüyordu. Düşüncelerimle uyuşan bakışlarım sertleştikçe, dünyadan soyutlanıyor gibi hissediyordum kendimi. Tam bu anda yaşanmış o enteresan durum. Kız sadece bir kelime söylemişti... “Oujichi.” Gözlerim istemsizce kitabın açık sayfasına gitmişti ve hemen kitapta yazan Baka isminin önüne ilişivermişti kızın söylediği kelime. Yüz hatlarım gevşerken, kitabın ilk sayfalarında Saigo'nun Baka'yı tanıtmasını anımsamıştım... Aynı kelimeyi, soyadı duymak şimdi çok garip gelmişti benim için. İçimde garip bir his peydah olurken, kız devam etmiş ve kitabı sormuştu bana. Başta herhangi bir cevap verebileceğimi düşünmüyordum, zira az önce yaşadıklarım beni soluksuz bırakmıştı. Bir hazineye ulaşmış gibiydim sanki ve bu yüzden de kızdan fazlasını öğrenmek istiyordum. Kitabı hızlıca kapatırken, sanki kız hiçbir şey sormamış gibi “Oujichi Baka'yı tanıyor musun?” diye soruvermiştim heyecanla. Alacağım cevap her şeyden daha önemliydi sanki şu anda! Her halükarda bir cevap alabilmek umuduyla da, sanki kızın çok umurunda olacakmış gibi "Eğer soruma doğru cevap verirsen, ben de sana doğru cevap veririm." dedim.