Yorucu bir gün. O sabahta, her gün yaptığı gibi öğle yemeğini yedikten sonra geisha evine gitmişti, annesini ziyarete. Artık sürekli dehşet ve panik halinde olan kadının odasına eskiden direk girer, o, ona dışarı çıkmasını bağırana kadar odayı toparlar, sonra sessizce oradan giderdi. Fakat gün geçtikçe daha da kötüleşen durumu yüzünden, önce Jiya’ yı önden yolluyor, annesini sakinleştiren kadınının omzunun üstünden annesini kontrol ediyor, ardından eve biraz yardım edip, ortamdan sıvışıyordu. O günde her şey aynı olmuştu. Annesini kontrol etti, ardından evdeki ablalarına tatsız bir selam çaktı üzgün, dolmuş mavi gözleriyle. Kendini dışarı attığında, ilk defa bu işten sıkılmaya başladığını farketti.
Orayı her zaman sevmişti, ölümüne değildi belki, ama annesini görmek inanılmaz acı vericiydi.
Hoş, artık buna da alışmaya başlamıştı. Hoşuna gittiğinden değil, elinde onu düzeltecek hiçbir şey olmadığından henüz, olmayan umudu ellerinden kayıp gittiği için, bu rutin ve görüntülerden sıkılmaya başlamıştı. Ama inat edecekti. Annesini bir gün düzeltecek uzak ya da yakın, o güne kadar da o evi ziyarete devam edecekti.
Evinin yolunu tuttuğunda, güneşin tepelere değmeye başladığı çarptı gözüne. Zaman fazla hızlı geçiyordu, Kırmızı yelpazelerini açmasına daha vakit vardı elbet, yine de akşam geliyordu. Ve yapacak bir şeyi yoktu. Koujo ve Haru görevdeydi, çalışmak istemiyordu ki, sadece çalışma kelimesinin kafasında parlaması bile ona bir esneme, bir de gerinme denemesi vermişti. Gerinememişti garibim, ne zaman geisha evine gitse annesinin verdiği kimonosunu giymeye dikkat ederdi, üstünde yine o pastel pembe ve mavilerin bulandığı şey vardı yani. Bir an durdu, kollarını dikkatlice gerdikten sonra, karnındaki o hafif guruldama sesi kulağına çalındı.
Ah evet, evde yiyecek sadece bir limonu vardı. Ve bu akşam limonla beslenmek istemediğinden baya emindi.
Geri dönüp kendisini akşamüstü kalabalık marketlerin önüne atma fikri, çok korkutucuydu aslında onun için, ama başka çaresi yoktu. Sadece yemek yiyebileceği en yakın yerde çirkin ve pahalı bir restorandı, bir kere gitmiş, aptal garsonlarıyla anlaşamayınca sadece pan yiyip dışarı atmıştı kendini. Yine alışverişe çıkmak zorundaydı.
Kafasını kaldırıp bir kere daha güneşi süzdü. Tepelerin arkasından biri onu çekiyormuşçasına iniyordu güneş. Hızlı hareket etmesi gerekiyordu. Çok beklemeden, pembe kimonosu el verdikçe eteğini attıra attıra, yola koyuldu.
Çok uzak değildi aslında, en azından gözünü korkuttuğu kadar. Yine de enerjisi çekilmiş gibi hisseden bir kız için, minik bir işkenceydi. Mini marketlerle dolu meydana vardığında, ses çıkarmadan esneye esneye anlaşabildiği nadir marketlerden birine seğirdi. Sahibi, dışarıda oturmuş bir şeyler okuyordu, Megumi’ nin yaklaştığını farketmeyecek derecede dalmıştı okuduğuna. Buna alışık olan Megumi, sessizce sebzelerin olduğu açık alana doğru seğirtti, ve yavaş yavaş torbasına turplardan koymaya başladı.