Çobanı dikkatlice Giin'in sırtına yükleyip yine aynı dikkatle bağlıyorsunuz. Ardından yola koyuluyorsunuz. Sizin hareketlenmenizle koyunlar da emir verilmiş gibi ardınızdan sırayla gelmeye başlıyorlar. Bu durum da haliyle işinize geliyor, peşinizden tek sıra halinde pıtı pıtı gelen sürüyle beraber çıkışa kadari lerliyorsunuz. Tavanın alçalmaya başladığı noktada Giin'in eğilmeye başlaması gerekiyor ama çok yorulmadan bir şekilde mağara dışına ulaşıyorsunuz.
Buraya kadar çıkmış olduğunuz yolu inmeniz şişi şaşırtacak derecede kolay oluyor. Ne korktuğunuz gibi tekrar yağmura yakalanıyorsunuz, ne de başka bir bela, hır gür başınıza musallat oluyor. Yokuş aşağı pata küte inip, sizi geç vakit olmasına rağmen hala tüm ışıklarıyla bekleyen köye ulaşmanız çok kısa bir vaktinizi alıyor. Hatta, siz daha köye henüz varacak iken, tanıdığınız üçlünün ellerinde meşalelerle size geldiğini görüyorsunuz. Uzaktan koyun sürüsünü fark edip işinizi kolaylaştırmak amacıyla size yaklaşma kararı almış olmalılar, böylelikle yarı yolda buluşmuş oluyorsunuz. Rintaro'yu da getirdiğinizi fark edip büyük bir sevince kapılan üçlü sizden çobanı alıp acele adımlarla köye götürüyorlar. Siz de adımlarınızı sıklaştırıp onları takip ediyorsunuz. Takip etmenizle de ışıkları sanki daha da aydınlık hale gelmiş olan mutlu bir köye giriş yapıyorsunuz. Shigeki ile ilk tanıştığınız nokta olan büyük bina önünde büyük bir kalabalık gözünüze çarpıyor; köyün bütün nüfusu bu kadar mı emin olamasanız da büyük bir çoğunluğunun burada olduğundan eminsiniz. Yarısı ayaklanıp Rintaro'yu getiren üçlüye koşuyor ve çobanı büyük binaya sokmalarına yardım ediyorlar. Bir kaç kişi de koyunlara el atıp onları yönlendiriyor. Sizinle mutlu mutlu sohbet ve teşekkür etmeye çalışan diğer birkaç kişinin arasından, adamların koyunları ağıla tıkıştırdığını fark ediyorsunuz. Bu manzarayı izleyişiniz yarım kalıyor zira, sizinle konuşurken neşenin dozunu arttıran köylüler sizi de büyük binaya zorla sokuyorlar.
İşte buradan sonra da olaylar kontrolsüzce ama oldukça neşeli bir şekilde gelişiyor. Kulaklarınıza "Kutlama, yemek..." tarzı kelimeler çalınırken sizi bir köşeye, hatta baş köşeye oturtuyorlar. Oturduğunuz noktadan da millet koşturup dururken içeriyi inceleme fırsatı elde ediyorsunuz. Oldukça geleneksel bir biçimde dekore edilmiş genişçe bir mekan burası. Bir hana benziyor ama resepsiyonu falan yok. Bir üst kata giden merdiveni var ama burada kalmayı isteyenlerden para talep ettiklerini düşünmüyorsunuz. Muhtemelen köylülerin sosyal faaliyetler için toplanmayı tercih ettiği bir toplanma alanı gibi bir şey burası. Rintaro'yu ortalıkta göremiyorsunuz, zaten durumunu aklınıza getirirseniz, burada bu karışıklıkta olmaması da onun hayrına zaten. Bir üst katta kendisiyle ilgilenen insanlarla olmalı. Masanıza sürekli birileri geliyor, sizle sohbet etme çabasına giriyor, işi bitince kalkıyor bir başkası geliyor. Aynı döngü onda da devam ediyor. Yol yorgunluğunuz ve açlığınız iyice abarıp aklınızı ve bedeninizi ele geçirirken de burnunuza güzel kokular çalınmaya başlıyor. Artık masanıza gidip gelenlerin ne dediklerini sallamadığınız bir kaç sabırsız dakikadan sonra da sonunda yemek servisi yapılıyor herkese. Bir kaç kadın tabakları çanakları masalara yerleştirip içecekleri ayarlarken onları takip eden bir iki adam da yemekleri dağıtıyor. Oldukça güzel kokan, iştahları açtıkça açan yiyeceklere abanmadan önce menünün özellikle kırmızı et ağırlıklı olduğunu fark ediyorsunuz. Bu etlerin bir önceki hayatlarında ne olduğunu ister istemez düşünmeye başlıyor ve bir koyuna ait olmadıklarını umuyorsunuz. Özellikle uğruna yağmur altında dağa tırmandığınız kırk koyundan biri veya bir kaçı olmamasını istiyorsunuz. Hele hele o 8 yavru var ya, işte sizce onlar hiç olmasın bu etler. Kurtardığınız koyunları kutlama ayağına kesmiş olamazlar, değil mi?
Rintaro'yu çok sevdiklerinden mi yoksa cozutup sapıtmaya aç kaldıklarından mı kutlamayı bu kadar abarttıkları belli olmayan köylüler geceyi burada geçirmenize izin veriyorlar. Bu saatte köyünüze dönmeye izin vermiyorlar desek daha olur. Herkes dağılığ, artık bağıra çağıra muhabbet etmeye mecali kalmamış son kişi de evi yollandıktan sonra meşhur üçlü yanınıza gelip sizi bir üst kata çıkarıyor. Sizi kalacağınız odaya götürdüklerini düşünüyorsunuz. Aslında öyle de yapıyorlar ama, önce Rintaro'nun odasını getiriyorlar sizi. Ufak, tıkış tıkış dekore edilmiş sıcak bir odada yatağında oturuyor Rintaro. Sırtını yatağın başlığına dayamış, yatağının kenarında oturan Shigeki ile tembel tembel konuşuyor. Sizi görür görmez de üçlünün sizi tanıtmasına gerek kalmadan teşekkürlerini sunuyor. Sesinde hala hastalığının izleri var, zaten bu kadar kısa sürede tamamen toparlamasını beklemiyorsunuz.
"Yağmur geçene kadar mağarada saklanayım demiştim ama..." diye başlıyor lafına,
"...Geri çıkamadım, iyi mi? Bildiğim de mağaraydı ha, arada bir yağmura kara denk gelirsem saklanırdım oraya. Kapanası tuttu bu sefer." diye de bitiriyor gülerek. Ayak üzeri biraz laflıyor, tekrar ettiği teşekkürlerini son bir kez kabul ederek odadan ayrılıyorsunuz. Üçlünün sizi götürdüğü odanızda bir görevi daha başarıyla sonlandırmış olmanın vicdani rahatlığıyla en güzelinden bir uyku çekerek, sabahın ilk ışıklarıyla köyünüze yollanıyorsunuz. Tabii, siz ayrılmadan önce yine size zorla yaptırdıkları kahvaltıyı ve çantalarınıza tıkıştırdıkları ufak hediyeleri de unutmuyorsunuz.
- Kapalı konu
- Son birer RP yazın cicikler, ardından ödüllerinizi verip konuyu kapatacağım.