gönderen Tobio Hinata tarih 21 Şub 2016, 14:49
Bir dağın ardından başımı kaldırıp burnundan duman tüten bir ejderhanın gözlerine bakıyormuş gibi hissediyordum her seferinde. Omzumun üzerinden, konuşurken Gennosuke'ye doğru attığım her bir bakış sonrası onun öfkeli gözlerine yakalanmam içten içe ciddi bir rahatsızlığa ulaştırıyordu beni. Bir olur, iki olur veya üç; ama dört raslantı değildir. Sanki adamın doğma amacı benim arkama dönüp ona doğru baktığımda direk gözlerimin içine bakmakmış gibi, her seferinde, her dönüp baktığımda o gözlerin öfkesine yakalanıyordum. Aynı bizim moruğun ürkütücü derecedeki soğuk ve ciddi bakışlarını anımsatıyordu bana. Ne zaman, her an ona doğru baktığımda gözleri ile beni yakalıyordu. Sanki tüm güçlü adamların, ortak yönü buymuş gibiydi. O bakışların altında yatan şey tehlikeli bir hayvanın karanlık ininden, gelecek tehlikeyi her saniye inin girişine diktiği o gözleriyle beklemesi gibiydi. Sanki Gennosuke, bir şekilde zihnimi okumuş ve en zayıf anında onu öldürmek için saldıracağımı öğrenmiş gibiydi. O bakışlarda yatan, aslında ölme korkusuydu. Ne kadar korkusuz olursan ol, babama göre her insanın kalbinin derinliklerinde yatan bir ölme korkusu varmış ve güçlenmiş savaşçılar bunu kabullenerek, güçlerine güç katarlarmış. Gennosuke de öyle miydi acaba? İçinde barındırdığı ölme korkusunu, güçlenmek için mi kullanıyordu.
Düşündüğüm gibi, ana caddeyi arkamızda bırakıp köyün doğu çıkışına varmamız beş dakikamızı alıyordu. Bununla birlikte, Gennosuke'yi oyalamak için bir saat on dakikalık bir süre kalıyordu. Çevreme baktığımda bir shinobi yerleşkesi görememiştim. Kimsecikler yoktu ve bunun sebebinin diğer taraftaki saldırı planıyla ilgili olduğundan emindim. Fazla takılmadan bakışlarımı köyün son müstakil evinin sonrasında gelen ovaya doğru çevirdim. Net bir şekilde göremesemde, şekil ve yapısından anladığım ormanlar ise çabasıydı. Gennosuke ile yapacağım dövüş için, fazlasıyla uygun bir yerdi orası. Ana caddeden ormana doğru giden bir yol vardı. Yolun sağını ve solunu dolduran şeyler küçük küçük tepeler ve o tepeleri kaplayan, tam emeklilik yeri olan yaylalar vardı. Derince bir iç çekip, bakışlarımı çevredeki tarlalara ve onların yanına inşa edilmiş evlere şöyle bir göz ucuyla baktığımda, kafamdaki emeklilik hayatı az çok oluşuyordu. Bir kaç dönüm tarla, güzel bir kadın ve bana benzeyen iki tane çocuk. Bir tane ahır, içinde organik yaşam için gerekli hayvanlar ve güzel, sağlıklı bir hayat. Babama verdiğim sözleri yerine getirdikten sonra, yaşayacağım hayat buydu.
Göklerdeki yıldızlar gibi parıldayan, bazı evlerin camından süzülen ışık; orman tarafından yüzüme doğru esen meltemle güzel bir ahenk, hoş bir hissiyat bırakıyordu içimde. Bir kaç saniye, Gennosuke gibi bir canavarın arkamda olduğunu unutup, derince soluduğum her bir nefesin keyfine varırken, canavarın yanı başımdan geçip, dışarıya doğru attığı bir kaç adımla, dikkatimi yine bu canavarda toplamaya mecbur kalıyordum.
Bir gün, tekrardan buraya gelip doya doya bulunduğum bu konumdan, gecenin bu saati kimse tarafından rahatsız edilmeden izleme hissiyatı ile dolup taşıyordu içim, vay anasını vesselam.
O sırada, aynı benim gibi ufka baktığını fark ettim. Sessizliğinin sebebini düşünürken, benim gibi ortamdaki ahenk durumundan ötürü olmadığını içten içe biliyordum. Sanki daha çok yol boyunca seviye seviye azalan öfkesinden sonra, bu gece yaşadığı tüm olayları kafasında tartmakla meşgul gibiydi. Hafif bir yutkunma sonrası, lanet etmemde bir oldu haliyle. Daha bir saat kadar bir süre varken, Takashi-Sensei'lerin kampa saldırıyı düzenlemediğinden oldukça emindim, eğer şimdi bu herif beni takip eden öfkesini yitirir ve bahsettiği diğer o işleri ile ilgilenmeye başlarsa, işte bu kötü olurdu.
Gennosuke'nin yapacağı hamleyi tahmin etmeye çalışırken, aniden geldiğimiz yöne doğru dönüp ilerlemeye başlaması ile içimden savurmaya başladığım küfürlerle kalbim küt küt atmaya başlıyordu. Ne yapmalıyım, ne yapmalıyım... Koca bir zihnimi kaplayan düşünce, saniyeler içerisinde beynimi yavaş yavaş tüketmeye başlıyordu. Derince soluduğum her bir nefes sonrası, beynim yeni bir küfür türetiyor ve bulunduğum bu duruma, nasıl düştüğümü nerede yanlış hamle yaptığımı kafamda canlandırdığım Shogi tahtasında bulma çalışıyordum; ama nafileydi. Bu hüsranla birlikte, bir an düştüğüm durumu düşünmeye bırakıp, Gennosuke'nin ortaya attığı paranın miktarını şöyle bir düşünüyordum. O kadar fazla paraydı ki, eğer bu iş bir tiyatro oyunundan ötesi olsaydı köşeyi ciddi anlamda dönebilirdim; fakat ne öyle bir zaman söz konusuydu nede bu parayı düşünebilecek kafam vardı şuan. O yüzden hızlıca, para düşüncesini bana yakışmayacak bir derecede bir kenara itip, arkasından tip tip baktığım Gennosuke'yi bir süre süzmekle yetindim sadece. Kafamda, aniden verdiği bu reaksiyonu nasıl idare etmeliyim diye düşünüyordum. Eğer saldırırsam, dövüşün en fazla on dakika olduğunu hesap edersek yenildiğim vakit işler hiç hoş olmazdı, kazanmam zor bir ihtimaldi. O yüzden biraz daha, bu oyunu devam ettirmeyi denemekten başka bir şansım yoktu. Olmazsa, dövüşmekten başka çarem de kalmıyordu. Adeta ipler benim elimdeyken, tek hamleyle hem ipleri eline almış hemde beni köşeye sıkıştırmıştı Gennosuke.
Gennosuke'ye doğru bir adım atıp, bakışlarımı tekrardan saflaştırmamın ardından derince bir nefes aldım. "İyide abicim!" diye seslendim tekrardan. Yüzüme düşünceli bir ifade kondurdum o sırada. "İlk olarak söylediğin miktar iyi hoşta ben bu işe iki sebeple giriştim: Biri senin gruba katılmak diğeri ise sen arkamda olacaksın diye." tekrardan duraksadım, etrafıma baktım. "Şayet ben oraya tek başıma gidersem ölürüm. Zaten, beni yanlış anlama ama o herifin dövüş teklifini reddetme gibi bir durumun yok. Onunla bu gece dövüşmek zorundasın, aksi taktirde pişman olursun. Dinleyeceksen nedeni açıklayayım, dinlemeyeceksen git ama bugün önemli gördüğün o işler yarın seni pişmanlığa sürükleyebilir."
İlk defa, Shogi oynarken bu kadar sabırlı olduğumu anımsadım bir an, şuan normalde yapmam gereken hamle Gennosuke'nin arkasından patlayıcı parşömen sarılı olan bir Kunai fırlatmak olurdu. Sabırsız ve toyca, doğru olan buydu. Bundan emindim.

Belki bir aptal, belki bir deliyim; ama her şeyden öte bir manyağım.